Avrupa'nın önündeki zor seçenekler
Abone olBBC'nin Avrupa editörü Gavin Hewitt, Euro bölgesinde süre gelen ekonomik krizin çözümü konusunda Avrupa'nın bir yol ayrımında olduğunu söylüyor.
Avrupa Merkez Bankası'nın İtalyan ve İspanyol bonolarını satın almaya hazır olduğunu açıklamasının ardından borsalara yansıyan olumlu hava, Madrid ve Milan'ı mutlu eden gelişmeler oldu.
Böylece iki ülkenin yüzde 6'nın üzerine çıkmış olan borçlanma faizleri aşağıya inebilecek.
Yine de kalıcı bir ferahlamadan bahsetmek mümkün değil. Zira
Merkez Bankası'nın bu bonoları satın alması kökten bir çözüm
değil.
Bunun sebebini daha iyi anlamak için 21 Temmuz'daki Avrupa Ekonomi Zirvesi'ne geri dönmek gerekiyor.
Benzer birçok zirve için olduğu gibi bu toplantı öncesinde de süregelen Euro bölgesi krizinde nihai çözümüne ulaşılabileceği beklentisi hâkimdi.
Ancak neticede ortaya karmaşık bir tablo çıktı. Üzerinde anlaşılan maddeler net değildi.
Esas sorun Yunanistan değildi, çünkü Atina için ikinci kurtarma fonu oluşmuştu.
Karışıklığın kaynağı Avrupa İktisadı Yardım Mekanizması, yani euro bölgesindeki kurtarma ve yardım fonlarıydı.
Zirvede bölge liderleri yardım mekanizmasının yetkilerinin artırılması ve önleyici bir fonksiyon üstlenmesi üzerinde anlaştılar.
Yardım fonunun bankalara kredi sağlaması ve zor durumdaki üye ülkelerin bonolarını satın alması mümkün kılındı.
Fonun 440 milyar Euro’luk kaynağı ise değiştirilmedi.
Avrupa İktisadı Yardım Mekanizması'na verilen yeni yetkilerin ulusal meclislerde onaylanması gerekiyor ve bu Eylül ayından önce gerçekleşmeyecek.
İtalya nasıl kurtarılacak?
Bu tip zirvelerde genellikle karşılaşıldığı üzere, uzmanların zirve sonuçlarını derinlemesine ele aldığı ana dek bir rahatlama yaşandı.
Ancak üzerinde anlaşılan kararlarla ilgili önemli bir açık vardı: Anlaşma İtalya gibi büyük bir ekonominin kurtarılmasını sağlayamayacaktı.
İtalya’nın borçları 1.8 trilyon Euro. İspanya'nın da kurtarılmasıyla yarım fonunun 2 trilyon Euro’ya yükselmesi gerekecek.
Almanya ve Fransa kendi ekonomilerini sarsabilecek bu miktar karşısında endişeye kapılmış durumdalar.
Piyasalar da cevap bulunamayan soruları fark edip İtalya'nın durumu üzerine odaklandılar.
Ülkenin üst kalitede şirketleri ve yapısı olsa da son on yıldaki büyüme oranı oldukça düşük. Borcunun gayrı safi milli hâsılaya oranı ise yüzde 124.
Bu durumda Yunanistan için sorulan soruya İtalya da muhatap oldu: Bu kadar büyük borç varken büyüme nereden kaynaklanacak?
Euro bölgesinin üçüncü büyük ekonomisi böylece riskli borçlananlar arasında görülmeye başlandı ve İtalya'nın borçlanma faizi yükseldi.
Geçen hafta ortasında başbakan Berlusconi'nin konuşması bu sıkıntılı tablonun üzerine tuz biber ekti.
Başbakan, İtalyan ekonomisinin güçlü taraflarının altını çizse de borcu azaltmak veya büyümeyi sağlamak için yapılacaklara dair hiçbir şey söylemedi.
Berlusconi'yle aynı zamanlarda Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barosso da kurtarma fonunun yeterli olmadığını söyledi.
Barosso her ne kadar fonun artırılması çağrısında bulunmasa da söylemek istediği belliydi.
Zirvede elde edilenlere dair olumsuz bir değerlendirmeydi, bu: Avrupalı liderler gerekeni yapmamışlardı.
Başta Almanlar öfkelendiler. Muhafazakâr Hıristiyan Demokrat Parti'nin bütçe uzmanı Norbert Barthle, Barosso'nun gündeme getirdiği tartışmanın "lüzumsuz" olduğunu söyledi.
Piyasalarda görülen endişe, Berlusconi'nin borç konusunda bir kez daha açıklama yapmasını doğurdu.
Cuma günkü konuşmada, çarşamba günü gerekli görmediği reformlardan söz etti. Başbakan bütçenin öngörülenden bir yıl önce dengeleneceği, bazı tasarruf önlemleri ve reformların uygulamaya konacağını açıkladı.
Temel ikilem
Yunanistan, İtalya ve bir ölçüde İspanya'da dile getirilen, Almanya gibi ülkelerin içinde bulunduğu temel ikilemi ortaya koyan soru şu: Bizlere şart koşulan, vergi toplama, aşırı düzenleme ve değişime direnme gibi önlemler, Almanya’da da sorun yaratmayacak mı?
Avrupalı liderlerin yaşanacak değişimin boyutları hakkında kamuoylarını yeterince bilgilendirmedikleri ortada.
Kamu harcamaları azaltılacak. Sürmekte olan birçok faydalı projeye destek kesilecek. Başka bir deyişle sosyal refah sistemine alışmış olan eski Avrupa, oldukça zor bir on yıl geçirecek.
Bu değişimleri gündeme getirmek ise güvenilirliği yüksek liderleri gerektiriyor, Berlusconi ise bunlardan biri değil.
Netice Avrupa zor bir karar noktasında: Ya ekonomisi zayıf ülkeler Euro bölgesinden çıkarılacak ya da büyük ekonomiler bölgenin ortak borcu konusunda sorumluluk yüklenecekler.
Ortaya atılan önerilerden biri, tüm Euro ülkelerinin borçlarını birleştirecek bir “Euro bonosunun” piyasaya sürülmesi. Böylece güçsüz ülkelerin borçlanma faizleri güçlü ülkelerin desteğiyle düşecek.
Almanya'dan Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü, böyle bir bononun ülkeye yıllık maliyetinin 15 milyar Euro olacağını öngörüyor.
Bu planı Alman kamuoyuna anlatabilmenin yolu, güçsüz ekonomisi olan ülkelerin egemenliklerinin sınırlanması olabilir. Mesela Almanya, Fransa, Avusturya gibi destek veren ülkeler, özellikle vergi ve kamu harcamaları konusunda Yunanistan ve İtalya gibi ülkelere müdahale hakkına sahip olabilirler.
Henüz bu noktada olmamış olsak da, yaşanmakta olan bu tarihi krizin hızı, hayal edilemez olan şeyleri kısa sürede uygulamaya başladığımızı gösterdi.
Almanya kilit noktada
Şu an Almanya kilit noktada. İki Almanya'nın birleşmesinin maliyetini Alman vatandaşları omuzlandılar. Hala da dayanışma vergisi ödemeye devam ediyorlar. Ve çoğunluk bunun gerekli olduğunu düşünmüştü.
Ancak Yunanistan, Portekiz ve İtalya için bir dayanışma vergisi ne kadar destek görür?
Her ne kadar Almanlar ekonomileriyle gurur duysalar da bonkörlüğün de sınırları var. Dahası Alman yerel yönetimleri de borçlarla uğraşıyorlar.
Almanlar güçsüz ekonomisi olan ülkelerde gerekli adımların neden bir türlü atılmadığını anlamakta zorlanabilirler.
Avrupa'da yalnızca ekonomik farklılıklar değil kültürel farklar da mevcut.
Vergisini toplamayı başarmayan ülkelere destek olmak gerektiği konusunda Almanlar'ı ikna etmek hiç de kolay olmayacak.