Atatürk'ün Türk Milleti'ne verdiği söz
Abone olBugün 10 Kasım. Bu tarihin Türk Milleti için önemi büyük. Çünkü bugün Atatürk, aramızdan ayrıldı. İşte Atatürk'ün annesinin mezarı başında Türk Milleti'ne verdiği söz.
Sonsuza kadar YÜREĞİMİZDE Atatürk''ün annesinin mezarı başında yaptığı milli hakimiyet yemini: "Annemin mezarı önünde ve Tanrı''nın yüce katında söz verip and içiyorum ki, milletimin bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için gerekirse annemin yanına gitmekte gecikmeyeceğim. Millet egemenliği uğrunda canımı vermek, benim için vicdan borcu olsun, namus borcu olsun..." Büyük türk zaferi sonucunda bütün Avrupalı devletlerin desteği ile masum Türk yurtlarına, Anadolu''ya saldırtılan Yunan orduları Akdeniz kıyılarından denize dökülmüş, Türkiye''ye karşı yürütülen emperyalist oyunları da tarihin sinesine gömülmüştü. Atatürk''ün annesi Zübeyde hanım da hasta olmasına rağmen derhal kurtulan İzmir''e gitmiştir. Orada ölüm yatağında hep sayıklamıştır: "Muzaffer ordu payitahtı kurtardı mı? Selanik''e girdi mi? Mustafa''m Selanik''i kurtardı mı? Bütün bunları sayıklayarak ölmüştür. Kısa bir süre sonra İzmir''e silah arkadaşları Kazım Karabekir, Mareşal Fevzi Çakmak ve diğerleri ile gelerek annesinin mezarını ziyaret eden Muzaffer Başkumandan orada şu sözleri söylemiştir: AVUNTUM ANAYURDUN BÜTÜNLÜĞÜ "... Annemi yitirmekten çok üzgünüm. Ama benim bu acımı gideren bir avuntum: Anayurdu yoksulluğa, yokluğa sürükleyen yönetimin, artık bir daha geri gelmeyece gibi yokluğun mezarına götürülmüş olduğunu görerek ölmüş olmasıdır. Annem, şimdi bu toprağın altında; ama bu toprağın üstünde anayurt bütünlüğü ve millet egemenliği dünyanın sonuna kadar sürüp gidecektir. Beni avutan en etkili güç işte budur. Evet milli hakimiyet dünyanın sonuna kadar sürüp gidecektir. Annemin ve bütün atalarımın ruhunu şahid tutarak vicdanımdan kopan andı bir daha söyleyeyim: "Annemin mezarı önünde ve Tanrı''nın yüce katında söz verip and içiyorum ki, milletimin bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için gerekirse annemin yanına gitmekte gecikmeyeceğim. Millet egemenliği uğrunda canımı vermek, benim için vicdan borcu olsun, namus borcu olsun..." MİLLİ EGEMENLİK ÜLKÜSÜ Kurtuluş Savaşımızın henüz bittiği günlerde bir yabancı gazetecinin sorusu üzerine Atatürk şunları söylemiştir: "... Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdi. Ben, milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım!.. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, mutlaka o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben şahsen, bu saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım! Bu sebeple milli bağımsızlık, bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil eden milletlerden her biri ile medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini, büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım!.." Türkiye Cumhuriyeti''nin kurucusu Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938''de yaşama gözlerini yumduğunda, bütün ülke yasa boğulmuştu. Her yaştan İstanbul halkı, 16 Kasım''da Dolmabahçe Sarayı''nda büyük tören salonunda bir katafalka konulan Atatürk''ün Bayrağa sarılı tabutunun önünden üç gün üç gece saygı geçişi yapmıştı. 19 Kasım sabahı, Sarayın dış kapısı önündeki top arabasına konularak törenle Sarayburnu''na getirilen Atatürk''ün tabutu, burada Zafer Torpidosu''na alınarak Moda açıklarında duran Yavuz Zırhlısı''na naklediliyordu. ŞEHİR AYAKTAYDI... Bu duygulu töreni aktaran Anadolu Ajansı haberi, "Daha gün ağarmadan şehir ayakta... Evinden fırlayan sahile ve Beşiktaş''tan Sarayburnu''na kadar inen yollara doğru koşuşuyor" diye başlıyordu. ''''İşte Büyük Ölünün Ankara''ya nakil merasimi daha başlamadan bedbaht İstanbul sokaklarının kısa bir tablosu...'''' anlatılan haberde, Dolmabahçe Sarayı''ndaki muhabir ise buradaki ortamı anlatıyor ve cenaze namazını şöyle bildiriyordu: "Ailesinin talebi ile Büyük Ölünün namazı kılınmak suretile hususi merasim yapılıyor. Tekbir Türkçe verilmiş, namazı, İslam Tetkikleri Enstitüsü Direktörü Ordinaryüs Profesör Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırılmıştır." Atatürk''ün naaşı, en yakın silah arkadaşlarından on iki tümgeneral tarafından, eller üstünde, vakur adımlarla taşınarak top arabasına konuluyordu. Sarayburnu''na getirilen naaş, "genç subayların elleri üzerinde, Zafer Torpidosu''na geçirilerek, hazırlanan hususi mevkie yerleştiriliyordu.'''' Buradan Moda açıklarında bekleyen Yavuz Zırhlısı''na nakledilen naaş, İzmit''e doğru yola çıkarılıyordu. GÖZYAŞLARI ARASINDA Mustafa Kemal Atatürk, sağlığında devrimlerini anlatmak, çok sevdiği yurttaşlarının durumunu yakından görmek, onların sorunlarını dinlemek için geçtiği yollardan; gecenin yaslı sessizliğini bozmamaya özen gösterircesine ilerleyen şimendiferin çektiği özel trenle Başkent''e doğru sonsuza dek gidiyordu. Trende bulunan A.A muhabiri, Bilecik''ten, Eskişehir''den, Polatlı''dan, Etimesgut''tan haberler yazdırıyordu... ''''Atatürk''ü hamil bulunan tren İzmit''ten gözyaşları ve hıçkırıklar arasında geçmişti. Tren meşalelerle aydınlatılmış bütün istasyonlarda birer dakika duruyordu, gözleri yaşlı halk, büyük Ata''sına son vazifesini yapıyordu.'''' Tren Eskişehir''e sabahın 3''ünden sonra ulaşıyordu; istasyonda binlerce insan vardı. Kadın, erkek, genç, ihtiyar herkes, ''Atamız gitme, Atamız nereye gidiyorsun'' diye inliyor, ellerini onun arkasından uzatarak titriyordu. Tren bu matemli havanın içinden geçerek, Ata''yı Ankara''ya götürürken; binlerce Türk hala Ankara''ya doğru bakarak hıçkırıyor''''du. Etimesgut''ta, şafakla beraber Atatürk''ün naaşını selamlamaya gelen tayyareler gözükmüştü ve geniş kavisler çizerek trenin üzerinde uçmaya başlamışlardı. Alacakaranlıkta hattın iki tarafına dizilen halk yığınları görünüyordu... Herkesin boynu büküktü. ANKARA CADDELERDE Ankara, 20 Kasım sabahı, erken saatlerinden itibaren ebedi şef Atatürk''ün aziz naaşlarını selamlamak için caddelere ve yollara dökülmüştü. ''''Onu, daima her dönüşünde en büyük bayram sevinci içinde şevk ve heyecanla karşılayan, bağrına basan Ankara, bu defa fanilerin duyabileceği acıların ve ıstırapların kahredici matemiyle bekliyordu. Büyükler büyüğünü hamil hususi tren, saat onu on geçe ağır ağır istasyona giriyordu.'''' Herkes O''nu selamlıyordu. HERKES ORADAYDI ''''Hususi tren, istasyona girerken Reisicumhur İsmet İnönü, yanında Meclis Reisi Abdülhalik Renda, Mareşal Fevzi Çakmak, vekiller olduğu halde tabutun bulunduğu vagona doğru ilerliyordu. Vagondan, yol esnasında tabuta refakat etmiş olan Başvekil Celal Bayar, Orgeneral Fahrettin Altay ve Riyaseti Cumhur erkanı iner inmez, Reisicumhur İsmet İnönü ve vekiller vagona çıkarak Atatür''ün aziz naaşını selamlıyorlardı.'''' Vagondan indirildikten sonra 12 general tarafından top arabasına konulan naaş, TBMM''ye götürülüyordu. MATEM GÖKLERE YÜKSELİYORDU Atatürk''ün naaşı, ''''40 erin ve 12 mebusun omuzları üzerinde'''' taşındıktan sonra katafalkın içindeki kaideye konuluyordu. Üzerine al atlas bayrağın örtülmesinden sonra, tazim geçişine başlanıyordu. ''''Bir sel halinde Büyük Şef''in tabutu önünden akıp giden bu halk safları arasında zaman zaman zaptedilemeyen bir feryat yükselmekte ve hiç kimse gözyaşlarını tutmak kudretini kendinde bulamamakta idi.'''' YÜREKLER İNLİYORDU Atatürk''ün naaşı, 21 Kasım 1938''de geçici ''''istirahatgahı'''' Etnografya Müzesi''ne götürüldü. Top arabası ağır ağır hareket ettiğinde uzaktan top sesleri yankılanıyordu; ''''Riyaseti Cumhur Bandosu''nun ağır ağır çaldığı Şopen''in matem havası göklere yükseliyor''''du. ''''Atatürk''ün tabutu müzeye gelinceye kadar bütün güzergah boyunca birikmiş ve acıdan, ıstıraptan yoğrulmuş olan ve sessizce inleyen halk kütlelerinin arasından geçti.'''' Atatürk''ün naaşı, Anıtkabir''e nakledildiği 10 Kasım 1953 tarihine kadar, geçici kabri Etnografya Müzesi''nde kaldı. YENİÇAĞ