Atatürk'ü son kez gören o kadın kimdi?
Abone olAtatürk'ün Anıtkabir'e sevki sırasında yüzünü gören son 6 kişinin içinde imamın karşı çıkmasına karşın bir kadın vardı... İşte o kadının hikayesi...
Atatürk'ün naaşının taşınmasında teknik
sorumlu olan Cafer Tanyeri'nin 61 yıl sonra ortaya çıkan notlarına
göre, Atatürk'ün yüzünü son gören 6 kişi içinde sürpriz bir kişi de
vardı:
İmamın "Namahremdir" sözlerine aldırmayan bir Türk
kadını...
Atatürk’ün naaşının Etnografya
Müzesi’nden Anıtkabir’e taşınmasında teknik sorumlu olan Cafer
Tanyeri, belki de hayatının en önemli 6 gününü kendi el yazısıyla
kaleme aldığı 11 sayfalık notta anlattı. Hürriyet'in haberine göre
61 yıl sonra ortaya çıkan bu notlara göre, Atatürk’ün yüzünü son
gören 6 kişi içinde sürpriz bir kişi de vardı: Kefenleme
sırasında sütunların arasından çıkan ve imamın “Namahremdir”
sözlerine aldırmayan bir Türk kadını...
1953’ün 4 Kasım’ı...
Günlerden çarşamba...
Atatürk’ün naaşının bulunduğu Etnografya Müzesi’ndeki hareketlilik
sabah 08.00’de başlıyor. Naaşı çıkarma işinden sorumlu Ankara Erkek
Teknik Yüksek Öğretmen Okulu ile Yapı Enstitüsü öğretmen ve
öğrencilerinin önünde, eski Millet Meclisi Başkanı Abdülhalik
Renda, eski Katib-i Umumi (Cumhurbaşkanlığı Genel Katibi) Kemal
Gedeleç’e soruyor:
“Protokolü imza eden, eskilerden, kimler
var?”
“Galiba sizinle ben” diyor Gedeleç ve devam
ediyor: “Şükrü (Saraçoğlu) hasta imiş, Refik (Saydam) gitti
(öldü), Fevzi Çakmak gitti, Nevzat Tandoğan gitti, Celal (Ata’nın
yaverlerinden) gitti. Dediğim gibi ikimiz kaldık. Protokolü ikimiz
imza edeceğiz.”
Bu konuşmayı uzun bir sessizlik takip ediyor. 15 sene içinde bu
kadar çok arkadaştan ayrılmanın meydana getirdiği üzücü bir
sessizlik. Saat 09.30. Önde Meclis Başkanı Refik Koraltan ile
Başbakan Adnan Menderes, hemen arkalarında Genelkurmay Başkanı Nuri
Yamut ile Renda, onların arkasında sırayla eski ve yeni Katib-i
Umumiler, Ankara Valisi Kemal Aygün ve Belediye Reisi Atıf
Benderlioğlu. Ağır ağır merdivenleri çıkarak muvakkat kabre doğru
ilerliyorlar. Bir dakikalık saygı duruşu yapılıyor. Herkesin
yüzünde büyük bir heyecan. Benderlioğlu, Menderes’e yaklaşıp izin
istiyor ve ekip başına işareti veriyor:
“Açınız.”
430 KİLOGRAMIN SIRRI
Beyaz mermerler yavaş yavaş kaldırılıyor. Bütün
bakışlar derinliği 120 santimetre kadar olan bir çukur ve bu
çukurun üstündeki kızıl renkli toprak tabakasına çevriliyor.
Lahidin yan duvarları sökülüyor. Mermerler duvara öyle kaynamış ki.
Balyozla parçalanan beton duvarın demir armatürü ancak oksijen
kaynağı ile kesiliyor. Sıra toprağın alınmasında. Kalınlığı 40
santimetre olan toprak, evvelce hazırlanan torbalara dolduruluyor
ve müzenin yan odalarına taşınıyor. Anıtkabir’e konulacak. Toprağın
altında çok paslanmış, sactan üç kapak görünüyor. Demir bir şasi
üstüne konmuş ve kaynak yapılmış kapaklar büyük bir titizlikle
oksijenle kesiliyor ve dışarı çıkarılıyor.
İşte Ata’nın tabutu...
Çevrede sanki kimse nefes almıyor! Sadece bir kenarda oturmuş yaşlı
gözlerle çalışmaları izleyen, Ata’nın kardeşi Makbule Atadan’ın
hıçkırıkları duyuluyor. Tabut üstündeki atlas bayrak iyice
yapışmış, köşeleri siyaha dönüşmüş ve rutubetten çürümeye yüz
tutmuş... Herkeste bir an önce Ata’yı görme arzusu...
Birkaç öğrenci, oldukça geniş olan çukura iniyor. Bir demir şasi
üzerine oturtulmuş tabutu yukarıya çekmek için şasinin dört
ucundaki halkalara caraskalın kancaları takılıyor. Ve tabut ağır
ağır yukarıya çekiliyor...
Bütün eller Ata’ya uzanıyor. Tabut oldukça ağır. Kulaktan kulağa
'430 kilogram' lafı dolaşıyor. Yorumlar anlamlı:
Ata’nın kişiliğinin ağırlığı...
HERKES AĞLIYOR
Atlas bayrak yırtılmasın diye yavaş yavaş üzerinden çekiliyor.
Altından yeşilimsi bir küf tabakası ile örtülü sanduka çıkıyor.
Küfler temizlenmek üzereyken Makbule Hanım ayağa kalkıyor,
sendeleyerek tabuta kapanıyor ancak kendisinin duyabileceği
sözlerle tabuta sarılmaya, öpmeye başlıyor ve hıçkıra hıçkıra
ağlıyor. Saatlerdir gergin olan sinirler bir anda boşalıyor. Devlet
büyükleri de gözyaşlarını tutamıyor. Gizlemek için arkalarını
dönseler de mendillerinin ıslak uçları kendilerini ele veriyor.
Başbakan Adnan Menderes, çok yorgun ve bitkin görünen Makbule
Atadan’ın koluna giriyor ve birlikte kapıya doğru yürüyorlar.
ATLAS BAYRAK VE
ÇİÇEKLER
Cafer Tanyeri o dönem naaşı çıkarma işinden sorumlu Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nda hoca. Protokol müzeden ayrıldıktan sonra sıra Tanyeri ve ekibine geliyor. Zaman dar, bütün işlerin o gün tamamlanması lazım, zira ertesi gün katafalk halkın ziyaretine açılacak. Ekip elini çabuk tutuyor. Tabutun rutubetten çatlayan veya aralanan tahtaları onarılıyor, cila ve vernik sürülüyor. Limon küfü rengindeki okside olmuş kulplar silinip keçelerle parlatılıyor. Boş mezarın üstüne ağaçtan bir podyum yapılıyor, tabut da onun üzerine konuluyor. Üzeri de Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğretmen ve öğrencilerinin özel olarak işledikleri yeni bir atlas bayrakla örtülüyor. Ve Tanyeri’nin çizdiği projeye göre çiçeklerle donatılıyor.
TABUT İÇİNDE TABUT
Sonraki gün... Ata’nın tabutu açılacak. Ata’nın vefatından sonra
tahnit işiyle uğraşan doktor, asistan ve hazırladıkları rapor
aranıyor. Doktor ölmüş fakat Ankara’da yaşayan asistanı Münevver
Hanım bulunup getiriliyor ve protokolün yanına oturtuluyor. İçeride
çok az kişi var. Tam bir sessizlik hâkim. Tabutun kapağı yavaş
yavaş kaldırılıyor. O da ne? Tabutun içinde kurşuni renkte bir
başka tabut var. Çinkodan yapılan bu ikinci tabut, tahta tabutun
içine kenarlarından bir parmak aralıkta oturtulmuş. Herkeste, şimdi
ne olacak kaygısı... Okul öğretmenlerinden Sami Sert, elinde sac
kesme makasıyla verilecek emri bekliyor. Protokolden biri kulağına
bir şeyler fısıldıyor. Sami Bey elindeki makası bırakıp bir matkap
alıyor ve çinko tabutun her yanında birer küçük delik açıyor ve
içini kokluyor. Yüzündeki ifadeden naaşın bozulmadığı anlaşılıyor.
Bu sefer makasın ucunu yaklaşık 2 milimetre kalınlığında olan
levhaya daldırarak baş taraftan ayak ucuna doğru kesmeye başlıyor.
Levhanın üç boyutu kesildikten sonra bir yana yatırılıyor, aynı
anda havayı etere benzer çok keskin bir ilaç kokusu kaplıyor. En
üstteki çürümeye yüz tutmuş iki kontraplak parçası kaldırılınca
altından çok dikkatlice sıkıştırılmış ince testere talaşından
oluşmuş bir tabaka çıkıyor. Ata hâlâ görünürde yok! Talaşlar
yumuşak fırçalarla temizlenince Atatürk meydana çıkmaya başlıyor.
Evvela burnu, alnı, yanakları ve çenesi... Sessizliği her an kalp
krizi geçirecekmiş gibi renk değiştiren Münevver Hanım’ın çığlığı
bozuyor. Bir anda yerinden fırlayan Münevver Hanım, Ata’nın meydana
çıkan yüzüne kapanarak ağlıyor. 15 yıl önce toprağa verilen Atatürk
mışıl mışıl uyuyormuş gibi duruyor. İşlemler geç saatlere kadar
sürüyor. Ata yeni yapılan tabuta yerleştiriliyor.
'SON BİR KEZ
GÖREYİM'
Ve büyük gün geliyor. Cafer Tanyeri yanında öğretmen arkadaşı Ömer
Er olduğu halde önce evinden imamı alıyor. Ardından Numune
Hastanesi’nden iki yardımcı ile birlikte müzenin yolunu tutuyor.
Müze girişindeki birinci hole iki masa konuluyor. Atatürk tabuttan
çıkarılıp diğer masaya konuluyor. İmam kefenleme işini bitirmeden
önce o an görevli 5 kişi Atatürk’ün yüzünü son kez görmek için
açıyor. İmam, iki yardımcısı ve iki öğretmen gözyaşlarıyla Ata’yı
seyrederken sütunların arasından bir kadın geliyor: “Ben de
görmek istiyorum, ne olur; son bir kez göreyim, ne olur?”
diyerek ekibin arasına giriyor. İmamın “Olmaz,
namahremdir” sözleri duyulmuyor bile. Ve Atatürk’ün yüzü
ebediyete kadar örtülüyor.
ÇALIŞANLARDAN BİRİ MİYDİ?
Peki Atatürk’ün son gördüğü 6 kişi içindeki o Türk kadını kimdi? Cafer Tanyeri notlarında bu anı, “Ne büyük rastlantıdır ki Atatürk’ün son gördüğü 6 kişi içinde onun çok değer verdiği bir de Türk kadını vardı” sözleriyle anlatıyor. İsim vermiyor. Oğlu Yücel Tanyeri şu yorumda bulunuyor: “Herhalde orada çalışanlardan biri, müstahdem bile olabilir yani. O cesareti kendinde bulup atıldığına göre ortaya... Önemli birisi olsaydı babam zaten zikrederdi onu.” Bazı kaynaklarda müzede asistan olan Halide İntepe’nin de Atatürk’ü son görenler arasında olduğu yazıyor. İntepe bir röportajında şunları söylüyor: “Tabut kapanmadan en son gittim baktım. Başı yana doğru eğikti. Yüzü hiç bozulmamıştı. Azıcık sakalları çıkmıştı. Hani insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya, öyle aralıktı gözleri... Ama bir ölü yüzü yoktu. Uyuyor gibiydi...”