Atatürk yine polemik konusu oldu
Abone olStar yazarı Engin Ardıç'ın Atatürk'ün üvey babası ve kardeşlerini yazması, Yeni Şafak yazarı Ahmet Kekeç'i isyan ettirdi. Kekeç, "Biz yazsak bizi asarlardı" dedi...
Star'dan Engin Ardıç, Atatürk ile ilgili yazdığı bir yazı ile
yeni bir polemiğin başlamasına neden oldu. İslamcı yazarların
yazmaya cesaret edemediği konuları rahatlıkla yazan Ardıç'ın
yazısını değerlendiren Yeni Şafak Yazarı Ahmet Kekeç, isyanını şu
sözlerle dile getiriyor...
'Biz yazsak asarlar'
Yeni Şafak yazarı Ahmet Kekeç, Star gazetesi yazarı Engin Ardıç'ın
Atatürk'ün üvey babası ve kardeşlerini açıklayan köşe yazısını,
'Biz yazsak asarlar' diye yorumladı ve Ardıç'ın ayrıcalıklı yönüne
dikkat çekti.
Herşeyden önce, insandı...
Refikimiz, niçin "İnsan Atatürk'ü" sevdiğini anlatıyordu. Onun da
bir anası, bir babası, kardeşleri vardı; bildiğimiz, tanıdığımız,
dokunduğumuz bir dünyaya doğmuştu. Kurtarıcı, yalvaç,
Cumhuriyetimizin kurucusu, en büyük asker, en büyük komutandı da,
herşeyden önce insandı. İNSAN. Bir üvey babası vardı, mesela. Çünkü
Atatürk, babası Ali Rıza Efendi'yi küçük yaşta kaybetmişti. Zübeyde
Hanım, Ragıp Efendi'yle bir evlilik yapmıştı.
Bunları bilmiyoruz.
Bunları öğretmediler bize.
Engin Ardıç'ın da isabetle vurguladığı gibi, bize Atatürk'ü sevmeyi
değil, onu putlaştırıp tapmayı öğrettiler. Ardıç, "sekiz yaşında
üvey baba eline düşmüş ve bu yüzden anasını bir daha hiç
affetmemiş, evden kurtulmak için Selanik'ten Manastır'a yatılı
okula gitmiş, çocukluğu çok mutsuz geçmiş ve kronik uykusuzluk
çeken, bu yüzden içki içen bir Atatürk'ü" kendine çok daha yakın
buluyor ve daha çok seviyor; ne güzel!
Ben, hem İnönü'yle cedelleşmelerinden birinde, küsüp kütüphaneye
kapanan, kaprisli, çocukça huysuz, kahveyi kahveye, sigarayı
sigaraya ulayan Atatürk'ü, hem de "Nutuk"taki Atatürk'ü kendime çok
daha yakın buluyor ve seviyorum.
Ne yazık ki Nutuk'u her derde deva bir "kutsal kitap", Anıtkabir'i
Kâbe, Atatürk'ü de bir tür "ikona" haline getirdiler. Bunu biz
söylemiyoruz, Ardıç yazıyor yine. Biz yazsak asarlar. Engin'in,
ayrıcalığı yoksa da, meşruiyeti var. İçki içiyor (!) örneğin, ne
bileyim...
Bir ara, Nutuk'u, seyirci huzurunda, Atatürk'ün okumuş olduğu "reel
süre" içinde okuyarak, bir tür, benzetmek gibi olmasın da, "hatim
indirmekle" övünüyorlardı.
Halit Kakınç çok kızmıştı buna.
Kızmakta haklıydı.
Her fırsatta "dogma"lara karşı olduklarını söylüyorlardı, ama
Atatürk'ün görüşlerini dogmalaştırmaktan geri kalmıyorlardı.
Bir zamanlar, çok değil bundan yirmi yıl önce filan, insanları
düşüncelerinden, inançlarından, aidiyetlerinden dolayı sigaya
çekmek ayıplanırdı: "Ben Atatürkçüyüm" demek de, Kemalizmi bir din
ve "biricik düşünce sistematiği" saymak da aynı ölçüde ayıplanacak
ve kınanacak bir durumdu. Hiç unutmuyorum, Emre Kongar, "Gelin bir
Atatürk enstitüsü kuralım, Atatürkoloji kürsüsü oluşturalım" dediği
için, bugün insanların Kemalizme bağlılığını test eden çevrelerce
tefe konulmuştu.
Söylemeyi bile zaid addediyorum; Kemalizmle bir alıp vermediğim
yok. Varsın o da bir renk, bir çeşitlilik, bir "hoşluk" olarak
yaşasın.
Benim itirazım, Kemalizmi "çağdaşlaşma"nın olmazsa olmaz koşulu
sayan "sözde ilerici" kesime. Kemalizm öyle bir çağdaşlaşma
mikyasıdır ki, ondan sapmalar başladığı an ülke geriye gitmiş,
bütün "çağdaşlaşma" kurgusu altüst olmuştur.
Örneğin, 1950, Kemalizm'den sapmanın, dolayısıyla "geriye gitme"nin
miladıdır bu kesime göre. "Geriye gidiş"in miladı olan 1950, aynı
zamanda Türkiye'de "çok partili parlamenter sistem"in başladığı
tarihtir, dikkat!
Bu düşünceyi seslendirenler, aslında yalnızca Atatürk'e ve
Kemalizmin altın çağına olan özlemlerini değil, böylece
demokrasiye, çok sesliliğe, "hukuk"a duydukları nefreti dile
getirmiş oluyorlar.
Bir de, ibretlik bir kavramlaştırma mantıkları var,
"çağdaşlık-çağdışılık", "ilericilik-gericilik" gibi...
Oysa, resmî tasavvurun "ilerici-gerici" sınıflandırması tarih
boyunca (hep) düz bir "pozitivist" mantığa yaslandı; bu nedenle,
asıl gericiliği (belki de), temel referanslarını 1930'lardan alan
ve bu çağın yeniden tesis edilmesi arzusundan beslenen doktrinde
aramak gerekiyor...
Yazı: Ahmet Kekeç
Kaynak: