Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Önceki akşam çok küçük bir gazeteci grubu ile son ayların en tartışılan konusu olan “Atatürk” filmini seyrettim.
Bu gördüğünüz Sofya’daki dan sahnesi, Atatürk filminden, tanıtım filmindeki kısa sekanstan sonra ilk fotoğraf.
Çok etkileyici ve güzel bir sahneydi ve ilk defa siz görüyorsunuz.
Şöyle söyleyeyim, bu filmi şimdiye kadar, müdürlük düzeyinde birkaç kişi dışında devletten kimse seyretmedi.
Yapımcıları bile büyük ekranda ilk defa bizimle birlikte seyrettiler.
İkinci olarak bu filmi seyretmeye hangi psikoloji ile gittim onu anlatayım.
Çok önyargılı gittim.
Çünkü bu ülkede doğru dürüst bir “Atatürk filmi” yapılacağına olan inancımı her gün biraz daha kaybediyordum.
Hele hele son 30 Ağustos’ta Instagram’da paylaşılan “Atatürk fotoğraflarını” görünce umudum tamamen gitmişti.
Dijital teknolojinin imkanları sonuna kadar kullanılarak öyle bir Atatürk ikonası yaratıldı ki…
İtiraf edeyim, benim de hoşuma gidiyordu, ama bunları görünce bu beklentinin sinemaya nasıl yansıtılacağını kafamda canlandıramıyordum.
İkincisi…
Bu kadar kutuplaşmış bir ülkede yapılan filmi iki tarafa da beğendirememek, hatta bırakın eleştirilmeyi, linç edilmeyi göze almak demekti.
Atatürk’ü Atatürkçülere, Abdülhamid’i, “Büyükelçi tokatlayan Abdülhamid” dizileriyle büyülenen “Sultan Abdülhamidcilere", kısaca her iki tarafa da anlatmak bana göre imkansızdı…
Filmin yapımcısı, ilk halini küçük ekranda babasına gösterdiğinde, ondan aldığı ilk tepki şu olmuş:
“Atatürk bunu yapmaz…”
Ayrıca Can Dündar’ın, yaptığı Atatürk belgeseli dolayısıyla yediği dayak hala gözümün önündeydi.
Kısaca, senaristin işi zordu, yönetmenin işi zordu…
Bana öre işi en zor olan kişi ise Atatürk rolünü oynayacak aktördü…
“Çok önyargılıymışım…”
Çünkü Atatürk filmini yapanlar bu işi başarmış.
Hem de çok iyi başarmış.
Filmde şahsen,
(*) Atatürk hakkında bilmediğim birçok şeyi öğrendim.
(*) Bazı sahnelerde onun insani tarafına hayran oldum.
(*) Bazı sahnelerde küçüklüğümden beri onun kişiliğine duyduğum hayranlık fazlasıyla okşandı.
(*) Onun liderlik vasfının nasıl adım adım oluştuğunu sosyolog gözlüğümle daha ilgiyle izledim.
(*) Ama filmden çıkarken son izlenimim şuydu:
“Çocukluğumdan beri bu insana olan hayranlığım hiç haksız değilmiş…”
Ağladım. Dört beş yerinde ağladım.
(*) Bazı sahnelerinde içimdeki “Evladı Fatihan” uyandı.
(*) Bazı sahnelerinde, babamın kulaklarımdan hiç gitmeyen, “Oğlum burası bizim son vatanımız. Başka gidecek yerimiz yok” Rumeli göçmeni vasiyetini hatırlattığı, Kızılelmacılığı reddeden yurtsever yanımı gururlandırdığı anlarda ağladım.
Salondan ayrılırken hakim içimdeki en askın duygu şuydu:
“Bu filme ihtiyacım varmış…”
O nedenle bu film hakkında önceki akşam öğrendiklerimi ve beni etkileyen sahneleri anlatmak istiyordum.
Biraz uzun olacak…
Ama ilginizi çekeceğini sanıyorum…
Filmin maliyetini, yapımcıları Saner Ayar ve Hakan Karamahmutoğlu’nun ağzından ilk defa işittik:
16.5 milyon dolar…
Hollywood için belki küçük, ama Türkiye, hatta Avrupa için büyük bir rakam.
Bu para nasıl çıkarılacak kafamda pek canlandıramadım.
Film önce dünyanın en gözde yapım şirketi olan HBO’ya teklif edilmiş.
Onlar da sıcak bakmışlar.
“Streaming pazarındaki” kriz nedeniyle HBO Türkiye’ye girmekten vazgeçince, ABD dışındaki ülkelerin çoğunda yerli yapımları durdurunca vazgeçilmiş.
Bunun üzerine Türkiye’ye gelen Disney devreye girmiş.
Ancak Disney de HBO gibi streaming konusunda finansal zorluklar yaşamaya başlayınca onlar da yerli yapımları durdurmuşlar.
İşte bu gelişmelerden sonra yapımcılar, cesur bir düşünceyle filmi bütün dünyada vizyona sokma kararı almışlar.
Film iki bölümden oluşuyor. Biz dün akşam birinci bölümünü seyrettik. Atatürk’ün çocukluğundan, Çanakkale Savaşı’nı başladığı günlere kadarki bölümdü bu.
Filmin ilk bölümü Cumhuriyet’in kuruluşunun 100’üncü yıldönümünde, 29 Ekim akşamı Fox TV’de gösterilecek.
Sonraki takvimi ise şöyle:
(*) 3 Kasım’da Türkiye’de sinemalarda ve Kasım ayında 30 ülkede vizyona girecek.
(*) İkinci film 5 Ocak’ta ve ardından yine 30 ülkede vizyona sokulacak.
(*) 2024 Yazında her iki film de Fox TV’de yayınlanacak.
(*) Ayrıca 6 bölüm halinde yayınlanması için Amazon ve Netflix’le de görüşmeler yapılıyormuş.
Yapımcılardan öğrendiğim en ilginç bilgi şuydu.
Filmin özellikle Çanakkale sahneleri sinemacıların “Magic Light” dedikleri, ışığın en güzel olduğu iki 45 dakikada çekilmiş olması.
Bu anlar, güneşin doğuşu ve batışı sırasındaki “45’er dakikalık” sürelermiş.
Bunun için oyuncular gece yarısından sonra hazırlanmaya başlıyormuş. Deneme çekimleri yapılıyormuş. Ve o 45 dakikada ise gerçek çekimler yapılıyormuş.
Filmin savaş sahnelerinde asker olarak 3 bin gerçek insan rol almış.
Christopher Nolan’ın “Dunkerk” filmindeki savaş sahnelerini izleyen bir insan için, başka bir filmdeki savaş sahnelerinden tatmin olmak imkansız gibi bir şeydir.
Atatürk filminde “Dijital çoğaltma” tekniği kullanılmamış.
Onun yerine 3 bin ayrı kişi asker olarak rol almış.
Dijital olarak kurgulanan iki sahne, Çanakkale’deki İngiliz savaş gemileri ile Sirkeci garındaki trenmiş.
Filmde bin 500 gerçek silah kullanılmış.
Hayatım boyunca Atatürk’ün giyim tarzını çok beğendim.
Elbiselerin kumaşları, kesimi, dikimi, özellikle ceket yakalarındaki Napoli tarzı ince işçilik hep dikkatimi çekti.
Ama hepsinden fazla dikkatimi çeken yanı kravatları ve kravatı bağlama şekliydi.
Hayatımda kravatı onun kadar güzel bağlayan kimseyi görmedim.
O nedenle filmde gözüm hep onun giysilerinin üzerindeydi.
Hemen söyleyeyim çok başarılıydı.
O dönemin, daha kalın kumaşlarını elde etmek için Avustralya’dan özel yün getirtilmiş.
Bu yün Kayseri’de iplik haline getirilmiş.
Uşak’ta boyanmış…
Bu ipliklerden kumaş üretilmiş, İstanbul’da dikilmiş.
Dikkatimi çeken bir başka şey ise filmde kravatın birçok sahnede biraz gevşek bağlanmış olduğuydu.
Oysa onun fotoğraflarında hep sıkı bağlanmış kravatlar görüyorduk.
Kostümlerin tasarımcısı Gamze Kuş.
Şimdi geleyim filmin kendisine ve onu yapan insanlara…
Bana göre bu filmde en ağır işi yüklenen kişi Atatürk rolünü oynayan Aras Bulut’tu…
Önünde şu zorluklar vardı.
Atatürk gibi efsaneleşiş, dokunulmazlık kazanmış, insani yanı biraz geride bıraktırılmış tarihi bir karakter söz konusuydu.
İkincisi; bu rol için geçmişte dünyada Lawrence Olivier, Kenneth Branagh gibi dev Shakespeare oyuncuları, Sean Connery gibi dev isimler layık görülüyordu.
Türkiye’de ise halktın neredeyse yüzde 80’inin kafasında bir Kıvanç Tatlıtuğ imajı vardı.
Yapımcı ve yönetmen ise bu işi 33 yaşında genç bir insana vermişti.
İtiraf edeyim, geçen ilkbaharda filmin ilk fragmanı yayınlandığında düş kırıklığına uğramıştım.
Fragmanda filmin ilk sahnesinde Atatürk’ün Çanakkale’de siperlerin üzerine tırmanışı gösteriliyordu.
O sahne bana çok teatral gelmişti ve içimden “Olmamış” demiştim.
Yanılmışım.
Aras Bulut bu işi çok iyi başarmış.
Filmin yapımcısı, senaristi, yönetmeni ile birlikte tarihçilerle aylarca süren konuşmalar yapmış.
Ama en önemlisi yönetmenin onu kenara çekip söylediği şu söz olmuş:
“Aras Atatürk’ü oynamaya çalışma. Onun altında ezilirsin. Sen bu filmde, senaryoda yazılan 'Mustafa’yı oynuyorsun. Onu oynamaya çalış.”
Bence de çok yerinde bir uyarı.
Filmden sonra yemekte Aras Bulut’la sohbet ettik.
Kızım Gülümsün televizyon yapımcısı. Ondan sık sık işitirim. Aras Bulut yapımcı çevrelerinde çok sevilen ve beğenilen bir aktör.
Üzerine aldığı işin zorluğunun farkında…
“Çünkü kendi kafamda da öyle güçlü bir Atatürk var ki” diyor…
Bütün başarısına rağmen bazı fanatik Atatürkçü'lerden, "Atatürk de eleştirilmeli" diyen liberallerden bol bol eleştiri alacağını da biliyor.
En çok zorlandığı sahneleri sordum.
“Duygusal anlarında çok zorlandım. Annesine bakışı, kız kardeşi ile ilişkileri, yalnızlıkları, anlık öfkeleri” dedi.
Bu arada Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’yi Mehmet Günsur’un, annesi Zübeyde Hanım’ı Songül Öden’in, Enver Paşa’yı Sarp Akkaya’nın, Madame Corinne’i Esra Bilgiç’in oynadığını da ekleyeyim.
Çok haklı.
Çünkü efsaneleşmiş bir kişiliğin klişe yanlarını oynamak o kadar zor değil.
Ama onun altındaki insani taraflarına gelince…
En büyük zorluk da, Atatürk hayranları olarak onun bu en derin insani yanlarını görmeye hazır mıyız…
Çok emin değilim…
Atatürk’ün bizim kadar endişeleri, arzuları, zaafları olduğuna, en önemlisi de muzip bir tarafının bulunduğuna, arkadaşları ile askeri elbise ile ilk fotoğrafını çektirirken, bugünün liselisi bir çocuk gibi onlara takılmalarına…
Filmden sonra verilen yemekte filmin yönetmeni Mehmet Ada Öztekin yanımda oturuyordu.
Onunla uzun uzun sohbet ettik.
Meğer benim Türk sinemasında en sevdiğim filmlerden biri olan “Kaybedenler Kulübü’nün” senaristiymiş.
Ben o filmi “Big Lebowski” filmi gibi defalarca seyretmiş ve hep aynı keyfi almıştım.
Senaryosuna hayran olmuştum.
Oradan, Atatürk gibi bir filmin yönetmenliğine geçiş, gerçekten ilginç bir kariyer güzergahı…
Bu film teklif edildiğinde onun da görüşü benimkinin aynıymış.
“Bu ülkede bir Atatürk filmi” yapmak imkansız değilse bile çok zordur.
Dediğim gibi altından başarıyla kalkmış.
Filmin ilk 20 dakikası bana “Kuşkularımda haklıymışım” duygusunu verdi.
Atatürk’ün çocukluğunun, babası Ali Rıza Efendi ve annesi Zübeyde Hanım ile ilişkilerini anlatıldığı bölüm biraz teatral kalıyordu.
Ama Atatürk’ün Manastır Askeri İdadisi’nden mezun olduktan sonraki bölümünde gerçek Mustafa Kemal kişiliğini görmeye başlıyoruz.
Merak etmeyin film hakkında çok ayrıntılı bilgi verip seyretme zevkinizi bozmayacağım.
Ama tamamen şahsi birkaç duygumu aktaracağım.
Filmde beni en etkileyen sahneleri etkilenme sırasına göre yazacağım:
(*) Kız kardeşi Makbule’nin, gönlünü aldığı sahne… Orada kız kardeşine öyle bir sarılışı ve özellikle burnunu iki parmağı arasına sıkıştırması var ki…
Kız kardeşi olan büyük erkek çocukları çok iyi anlar onu…
Ağlattı beni…
(*) Sofya’daki dans sahnesi: Sofya’da davete yeniçeri kıyafeti ile ve bilerek geç gelmesi, herkesi şaşırtması, orda Dimitrina Kovaçev ile tanışıp dans etmesi, birlikte operaya gidişleri, Carmen dinleyişleri…
Atatürk de Sultan Abdülhamid gibi opera tutkunuydu…
(*) Trablus’ta, İtalyanlara karşı birlikte savaşacağı Arap aşiretlerinin liderlerinden öğretmen Ömer Muhtar’la yaptığı sohbet ve onun “Hadi gel, yarın ölüm göndereceğimiz çocuklarla birlikte yemek yiyelim” dediği sahne…
(*) Ve Trakya’da Çanakkale Savaşı öncesi, soğuktan donma noktasına gelen askerlere yaptığı “Size ölüm ve zafer vadediyorum” konuşması…
Çok ağladım o sahnelerde…
Filmde Atatürk’ün hayvan sevgisi de çok etkileyici ve duygusal biçimde anlatılıyor.
Çocukken Selanik’te bir akşam eve sokakta bulduğu kedi yavrusunu getirmesi.
Sofya’da bulduğu köpek yavrusunu yanına alması.
Adını Alp koyması ve onu Çanakkale Savaşı’nda bile yanında götürmesi…
İnsan Atatürk’ü insana daha da sevdiren görüntülerdi…
Emeği geçen herkesin ellerine sağlık…
Şimdi biraz da ilk gösterim dışı kulis bilgilerini vereyim.
Disney Plus, diziyi yayınlamama kararı aldıktan sonra Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy devreye girmiş.
Önce Bakanlık Danışmanı Tayfun Topal yapmış.
Sonra Türkiye’de Fox’un Türkiye’deki iki yapımcılarla görüşmüş.
Arkasından Disney’in Türkiye’deki iki yöneticisi Cenk Soner ve Mehmet İcağasıoğlu, Bakan’ın Bodrum’daki evine davet edildi.
Ortadaki en büyük mesele, filmin dijital haklarıydı.
Daha önce Disney tarafından satın alındığı için öteki dijital kanallarda da yayınlayamayacaktı.
Bakan’ın girişimleriyle de filmin dijital hakları serbest kalınca Amazon ve Netflix’le görüşme yolu da açıldı.
Beni en şaşırtan ve sevindiren gelişme ise filmin galasının İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılmasının kararlaştırılmasıydı.
AKM’nin 2200 kişilik en büyük salonunda 23 Ekim’de dev dijital ekranda gösterimi yapılacak.
Bu arada Kültür ve Turizm Bakanlığı “Film Mirasım” adlı bir uygulamayı devreye soktu.
Atatürk’e ait bütün belgesel nitelikteki filmler bugünün teknolojisi ile renklendirilerek ve temizlenerek bu uygulamaya kondu.
Meraklısı olan herkese duyururum.
Son sözüm şu.
Umarım bu film ülkemizde Atatürk ve 100 yıl önce bize bıraktığı Cumhuriyet üzerinde ortak bir duygu beraberliğinin oluşmasına katkıda bulunur.