Asmalı Konak nasıl bitecek?
Abone olYönetmen Çağan Irmak, finaline yaklaşılan ve yavaş yavaş gerilmeye başlayan Asmalı Konak dizisinde adeta 'yer yerinden oynayacağını' söyledi.
Türkiye toplumu öylesine uzun yıllar klişe tekerlemelerini tekrarladı, hayatı şemalarla anlayıp genel geçer döşeklerde öyle uzun süre yan gelip yattı ki; şimdi artık birazcık yeni, sıra dışı, sınırları zorlayan; "kibrit çöpü" tabuları yıkan her şeyi en kıymetlisinden bir armağan gibi algılıyor, sarıp sarmalıyor. Televizyonda, müzikte, sinemada; eğlencelik her alanda şimdi artık entelektüel birikimlerini, bastırılmış devrimciliklerini, eleştirel bakış açılarını popüler kültür diline tercüme edebilenlerin zamanı. Türk televizyon tarihinin en sevilen, en fazla izlenen, üzerine en çok konuşulan dizisi "Asmalı Konak"ın yönetmeni Çağan Irmak da bu yeni tip televizyon eylemcilerinden. Konuştukça tanıyoruz. 31 yaşında, üretken ve eleştirel. Yaptığı her şeyi anlamlandırmaya, felsefesini yapmaya çalışıyor. Önüne büyük hedefler koymuş ve tatminsiz. Ama ne hırstan gözü dönmüş ne de başarı sarhoşu. Sadece zor bir şeyi deniyor: Mediyokrasinin, ortalamanın tam ortasında, yani televizyonda farklı bir dil tutturmayı. Kendi deyimiyle: "Başka türlüsünü yapamadığı için..." Sizi kim, nasıl keşfetti; nerelerdeydiniz? Abdullah Oğuz ilk filmim "Günaydın İstanbul Kardeş"i seyredince beni aradı ve benimle bir şey yapmak istediğini söyledi. Sonra o olmadı, ben kendi yazdığım şeyleri çekmeye devam ettim. Ne çektiniz mesela? "Çilekli Pasta" diye bir facia. Daha bebek yönetmendim ve insanlar bana Yasemin Kozanoğlu olmazsa bu filmin de olmayacağını söylediler, ben de kabul etmek durumundaydım. Ve ciddi bir facia oldu. Fakat hâlâ fanatikleri olduğunu görüyorum bu filmin. Nasıl yani? "O kadar kötü bir filmdi ki kült film" oldu, öyle mi? Biraz şeye saldırıyordu, Özal sonrası döneme; yükselen değerleri, birilerinin sınıf atlama çabalarını, bazı insanların medya tarafından paramparça edilişini eleştiriyordu. Bunun ardından hiç gösterime girmeyen bir festival filmi çektim, "Bana Şans Dile" diye. Türkiye için çok erken bir filmdi. Cinnet geçirip sınıfı rehin alan bir "teenager loser" (10'lu yaşlarda kaybetmiş bir çocuk) herkesi bir itiraf oyununa zorluyor. Siz de Özal sonrası kuşağın parlak çocuklarındansınız. Hayır, ben hiç kendimi orada görmüyorum. Hep böyle eleştirel miydiniz? Ben kendimi hiçbir yere koyamadım. Mesela bu "Asmalı Konak"ın başarısını da hiçbir şekilde önemsemiyorum. Çünkü bu bir televizyon işi. Peki, bunu içinizde nasıl dengeliyorsunuz? Bir tarafta televizyon gibi ticari bir "araç", diğer tarafta asıl yapmak istediğiniz bağımsız, sanatsal sinema filmleri. Televizyon faturaları ödüyor. Faturalarınızın tutarı yüksek olmalı. Tabii, "Faturalarımı ödüyor" derken yaşatıyor beni. Çünkü sinema filmi yaparken para nedir düşünmüyorum bile, hatta para almıyorum. "Asmalı Konak" bu mu sizin için yani? Ben televizyonun da bir ahlakı olduğuna inanıyorum. "Asmalı Konak" çok ahlaklı bir işti. Enseme dövmesini kazıdığım bir iş. Siz kamera hareketlerine de takıksınız, değil mi? Çok hareketli bir kamera kullanıyorsunuz. Ben kamera hareketi yapmıyorum aslında. Ben koşan bir insanla koşuyorum, yürüyen bir insanla yürüyorum. Görüntü yönetmenimiz Selahattin Sancaklı'ya teşekkür etmeliyim. Kamera benim için başrol oyuncusuydu. Bir anlatıcıydı. O her yerde oluyordu. Bir dolabın, bir perdenin arkasındaydı. Seyirciye fısıldıyordu. Gizli olayları gözetliyor ve kaçıyordu. "İlk kez biz bir TV dizisinde oral seks sahnesi çektik" Ve kameranın bu her şeyi görüyor oluşu dizide hem bir müstehcenlik hem de o coğrafyaya, o konağa sıkışmışlık duygusunu artırıyordu, değil mi? Evet. İkinci bölümde Dicle muska koyuyordu yastığın içine.Yastığı kestirdim jiletle, kamerayı oraya soktum. İpek de (Tuzcuoğlu) yastığın ucunu kaldırınca bu tam bir vajina gibi oldu. Tam ortasına muskayı koydu. Tam bir mahremiyet oldu. İşte ben "Asmalı Konak"ı nasıl çekeceğimi, nasıl bir dizi olacağını o zaman anladım. Bu müstehcenlik hep oldu bu dizide alttan alta, değil mi? İlk kez bir dizide oral seks sahnesi çektik biz. Sonradan biraz daha temkinliydiniz ama. Hayır, ilk ateşleri tutuşturduk, Mardin'de İpek'i soyduk ama bir yerden sonra artık Seymen ile Bahar'ın iki senelik bir evlilik ilişkisini anlatıyorduk ve artık olmuyordu demek ki. Çekimler bittiğinde ayrılık zor oldu mu? Özellikle çocuklardan ayrılmak çok zor oldu. Çünkü onlar anlamıyorlar, bizi suçluyorlardı gidiyoruz diye. 4 Nisan benim doğum günümdü. Ve ekip benim için konağa bir oda orkestrası getirdi ve bana konser verdiler. Bundan sonraki diziniz ne olacak? Benim yazdığım "Çemberimde Gül Oya". "Dişlerimi gösterince kaşar Yeşilçamcılar susuyorlar" Televizyonda büyük paralar dönüyor, sonra Yeşilçam'ın deyim yerindeyse "kaşarlanmış" teknik ekipleri, oyuncu kadroları... Onlara söz dinletmekte zorlanmıyor muydunuz bu yaşta? Zaman zaman. Ama o zaman ikinci kimliğimi ortaya çıkarıyorum. O çok acıtıcı bir kimlik, çok karanlık, kuytu ve sinsi bir köşede. Çok sivri ve keskin dişleri olan bir kimlik. Ben bile bazen ürküyorum ondan. Onu zincirinden koparıp salıveriyorum ortalığa. O zaman susuyorlar. Bu başarıyı tahmin etmiş miydiniz? Ben daha önce yaptığım işlerde bir grup seyircinin benim yaptıklarıma tutkuyla bağlanacağını görmüştüm. Ama başarı nedir ki? Bu başarı değil ki, olması gereken bir şey. Bunu çok sık söylüyorsunuz. Acaba bunun büyük bir başarı olduğunu kabul etseniz, bunun önünüzü tıkayacağından korktuğunuz için kendi kendinize telkinde mi bulunuyorsunuz? Yeni trend kendini dünyanın merkezi olarak hissetmek ama ben bu adamlara Mevlana'nın Mesnevi'sini okumalarını öneriyorum. Hepimiz okyanusta birer damlayız. Ben de bir damlayım ama büyüyeceğim. Ben başka türlüsünü yapmayı beceremiyorum. İnsanların "başarı" dedikleri şey, benim için olması gereken. "Dizide sınıf çatışmalarının derinine insek seyirci kitlemizi kaybederdik" Nurgül Yeşilçay'ı ben birkaç kez dizinin dışında da gördüm; aynı Bahar. Nurgül'ü çok mu serbest bıraktınız oyunculukta? Yoksa çok mu etkilendi Bahar karakterinden? Ben onu serbest bıraktım. Çünkü onun kendi tavrı Bahar'a zaten çok uyuyordu. Feodalitenin içine böyle yırtık dondan çıkar gibi giren bir kız harikaydı. Onunla tanıştığım zaman Bahar'dı zaten o ve fazla söylenecek bir şey yoktu nasıl oynaması gerektiği konusunda. Bir de "Asmalı Konak" anıtı yapıldı Ürgüp'te. Televizyon dizisi gibi geçici bir şey için anıt dikmek çok postmodern bir şey değil mi? Bu anıt bize oradaki belediyenin bir teşekkürüydü. Ürgüp'e kattıklarımızdan ötürü bir teşekkürdü. Ama Ürgüp de bize çok şey kattı. Orada kendi karakterimizle yüzleştik, kendimizi bir kez daha aynada gördük. Çok uzun süre kaldınız orada. Zor oldu mu bu? Evet. Hayatımda ilk kez geçen sene film festivaline gidemedim. Ben de orada bir senaryo yazdım: "Mustafa Hakkındaki Herşey". Şimdi bu senaryoyu çekeceğim. Çevreye zarar verdiniz mi? Hayır. Biz bu konuda çok titizdik. Ama bizden önce bazı film ekipleri zarar vermişler. Bunları dinledikçe ben yüksek tansiyon hastasıyım zaten- fenalaşıyordum. Özgün bir sinema diliniz olduğu kanaatinde misiniz? Evet. Ben özgün bir sinema diline sahibim, bu gümbür gümbür bir dil. Ben bir gün "Braveheart" (Cesur Yürek) gibi bir filmi de çok güzel çekeceğimi biliyorum. "Gümbür gümbür bir sinema dili"ne sahip olduğunuzu söylüyorsunuz. Bunu Ürgüp'teki o doğa görüntülerinde çok iyi kullanıyordunuz. Altına da klasik müzik döşüyordunuz. Fakat bunun dışında "Asmalı Konak"ın senaryosunda, sizin o kullandığınız görkemli klasik müzik eserlerine ve sizin o "gümbür gümbür" dilinize denk düşen çok fazla olay yoktu. Bana klasik müzik evrenin, doğanın, uzayın sesi gibi geliyor. Türk pop müziğini, diğerlerini aşağılıyorum. Doğaya gelince: Doğa insandan ayrılamaz, insan doğadan. Ürgüp coğrafyası bozuk bir şehir ama Seymen'in de karakteri bozuk. Ürgüp rahatsız eden bir yer ama Seymen de arızalı bir tip. Dizideki birçok karakter arızalı. Hayır, şunun için söyledim bunu: O klasik müzik eserleri 1600'lerden başlayarak kapitalizmin yükselişine paralel üretilmiştir ve bütün o görkemleri, armoni ve partisyonları dönemin sınıf çatışmalarını, devrimleri, geçici uzlaşımlarını, umutlarını içerir. Ama "Asmalı Konak" bu sınıf çelişkilerini dondurmuş. Seymen'in otoritesi kabul ediliyor önünde sonunda. Dicle bile yapılanları kabullenip konağın sistemine entegre oluyor. Bu sınıf çatışmaları, yapılmayacak şeyler değil aslında. Ama bunlar televizyonda biraz daha tatlı su çatışmalarına dönüşmek zorunda. Ancak bu kadar lüks olabiliyoruz. Bu çatışmaların biraz daha derinine insek seyirci kitlemizi kaybederiz. Fakat 52'nci bölümde feci bir sınıf çatışması geliyor. Dedikleriniz oluyor o zaman. Gümbür gümbür yerinden oynuyor o konak. O eksik bulduğunuz çatışma feci geliyor. Klasik müziğe bu düşkünlüğünüz cuk oturmuş Ürgüp'e. Galiba bu müzik uyuyor oraya. Claude Lelouch da yıllar önce Ürgüp'e gelmiş, dev bir orkestrayı peri bacalarının içine yerleştirmiş ve "Tüm Bir Yaşam" adlı filminin en görkemli sahnesini orada çekmişti. Claude Lelouch en sevdiğim yönetmenlerdendir. Bu tam kan, barut ve ateş bir röportaj oldu. Kaynak :Milliyet