Bazen fondaki müzik, bazen bir replik, bazen de bir bakış perdeden yansır ve gelir bizi gayr-i ihtiyari yakalar. Yaşanmış, yaşanan ya da yaşanacak hikayelerimize dokunur. Tam da aşkla anılan bir günde, 14 Şubat'tayken içinde aşk geçen filmlere şöyle bir göz atmak isterseniz: Hayatta bir türlü tutunamamış iki insanın hikayesini izlerken bir yandan Audrey Hepburn'un güzelliğinde kaybolmak bir yandan da aşklarını imkansız hale getirmelerine içerlemek mümkün. Başrollerde ise Manhattan sokakları, dönemin New York'unun silüeti, isimsiz kediler, ileride kült hale gelecek 'siyah elbise' var. "Kalbini vahşi olan herhangi bir şeye veremezsin. Sen ne kadar ait olursan, o da o kadar güçlenir. Kendi doğasına kaçma gücünü bulabilene kadar veya bir ağaca uçacak kadar. Sonra daha yüksek bir ağaca... İşte sonunuz böyle olacak, Mr. Bell. eğer vahşi bir şeyi sevmek için kendinize izin verirseniz öylece gökyüzüne bakakalırsınız." Selvi Boylum Al Yazmalım Başrollerde Türkan Şoray ve Kadir İnanır, yönetmen koltuğunda da Atıf Yılmaz olunca aslında fazla söze gerek yok. Defalarca akılda "Sevgi nedir" sorusuyla izlenen ve her seferinde boğazlarda sıkı birer yumru bırakmış bir film. Asya, İlyas ve bir de Cemşit'in hikayesi. Belki de Yeşilçam'da aşkın, emek verilmiş bir sevgiye yenildiği ilk film. Casablanca Severken ayrılmanın filmidir Casablanca. Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman'ın başrollerinde olduğu, arka planda savaşın varlığının hissedildiği, fonda çalan şarkıların en az replikleri kadar Vurucu olduğu filmde hatırlanacak pek çok sahne vardır elbet. Bunlardan birisi de şüphesiz: Lisa: Sana iki kelimelik, sonunu bilmediğim bir hikaye anlatayım mı? Rick: Evet. Lisa: Seni seviyorum... Kar ve Kaplan / La Tigre E La Neve Roberto Benigni, filmde şu soruyu sorar esasında: "Umutsuzluk ölümden bile kötüdür, aşk ise ölümsüz müdür?" Kar yağan bir yerde kaplan görmeleri kadar imkansızdır Vittoria için Attilio ile evlenmek. Attilio önce Irak'a gider sevdiği kadını kurtarmak için ve belki de kar ile kaplanı bir araya getirmek için. Sevmek Zamanı Başrollerini Müşfik Kenter ve Sema Özcan'ın paylaştığı, ismiyle bile etkisini hissettiren bir Metin Erksan filmi. Halil, adada boyacılık yapmaktadır. Bir gün boyamaya girdiği boş köşklerden birisinde bir kadın resmi görür ve resme aşık olur. Bir yıl boyunca her gün köşke girer ve resmi seyreder. Bir gün, köşkün sahibinin kızı olan resimdeki Meral, köşke gelir ve Halil'i resmini seyrederken görür. Meral, bu aşka karşılık verir. Oysa Halil, Meral'e değil, onun resmine aşıktır. "Bu korku sevdiğim şeye ebediyen sahip olabilmek için çekilen bir korku. Ben senin resmine değil de sana aşık olsaydım o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle. Halbuki resmin bana dostça bakıyor ve ebediyen bakacak." Hiroşima Sevgilim / Hiroshima Mon Amour Savaş, aşk, unutmaya çalışmak, unutamamak üzerine bir film. Anılar ve unutulanlar üzerine olan Hiroşima Sevgilim, Fransız Sinemasının başyapıtlarından kabul edilir. "Birkaç yıl içinde, seni unuttuğum zaman, böyle başka hikayeler geçince başımdan, aşkın unutuluşu olarak anacağım seni, unutmanın korkunçluğu olarak düşüneceğim seni. Şimdiden biliyorum bunu." Vesikalı Yarim Eski arnavut kaldırımlı, at arabalı, denizi yosun kokan, gemisi efkâr tüten siyah beyaz bir istanbul manzarasının eşlik ettiği, Lütfi Akad imzalı bir film Vesikalı Yarim. Türkan Şoray'ın pavyonda çalışan Sabiha'yı, İzzet Günay'ın manav Halil'i canlandırdığı film, imkansız aşkın hikayesidir esasında. Anlatılamayanlara, sorulamayanlara, keşkelere tanıklık yaptığımız filme eşlik eden şarkılar da acıtır canımızı. Filmin bir yerinde "Çok eskiden rastlaşacaktık" der Sabiha çok sevdiği Halil'e, sonra filmin bir yerinde "Kalbimi Kıra Kıra" çalmaya başlar. Şarkı da replik de hemen hepimizin yaşanmışlıklarına dokunur, dokunmakla kalmaz acıtır. Azrail'i Beklerken / Poulet Aux Prunes Tahran'da dönemin en iyi kemancılarından olan Nasser-Ali,Khan en sevdiği kemanı kırılınca hayattan soğuma noktasına gelir. Onun yerine hiçbir müzik aletini koyamaz ve kemanı olmadan yaşamak onun için ölümle eş değerdir. Yatağına uzanıp ölümün gelmesini beklemeye ve b,r yandan da geçmişini hayal etmeye başlar. Geçmişe gittikçe Nasser - Ali için kemanının sevdiği kadınla nasıl da eşdeğer olduğunu görürüz. WALL - E / Vol -İ Hikâye, harap edilmiş, kirli ve kuru bir dünyada başlar. Yüzyıllar önce bütün insanlar, dünyayı uzay gemileri ile terk etmiştir. Vol-İ dünyayı temizlemek için üretilmiş bir robottur. Gezegende bir başına kalan Vol-İ yüzyıllar boyunca gezinir durur. Ancak bir gün gezegene Eve adında bir arama robotu gönderilir. Vol-İ, Eve'e âşık olur; 700 yıl öncesinden kalma plazma televizyonunda 1969 yapımı Cici Kız filmini izlerken yaşadığı hislerin aynısını duyar. Vol-İ ile Eve galaksiler arası bir macera yaşamaya başlar. Roma Tatili / Roman Holiday Bir ülkenin genç prensesi olan Ann, uzun bir Avrupa seyahatine çıkar. Roma'ya vardığında ise sahip olduğu hayattan iyice sıkıldığının farkına varır. Gereksiz protokoller, sahte nezaketler ve prenses olmanın getirdiği zorunluluklardan bunalan genç prenses, doktor tarafından verilen bir sakinleştiriciyle durumu atlatmaya çalışır. Etkisini gösteren ilacın belirtileri yüzünden bir bankta sızan prenses, paparazzilik yapan Joe Bradley tarafından bulunur. Kadını evine götüren Joe, onun bir prenses olduğundan habersizdir. Ertesi sabah uyandıklarında ise tüm şehir prensesin ortadan kaybolduğu haberiyle çalkalanmaktadır. Amour / Aşk 80′li yaşlarda emekli ve eğitimli iki müzik öğretmeni olan Georges ve Anne’ın ,kendileri gibi müzisyen olan fakat uzakta yaşayan bir kızları vardır. Bir gün Anne bir kriz geçirir ve felç olur. Çift kadının felç geçirmesinin ardından bu durumla başa çıkmaya çalışmaktadır. Şimdi onca yıla yayılmış olan evlilikleri yeniden bağlılık testinden geçmektedir. Usta yönetmen Michael Haneke’nin son filmi olan yapım 2012 Cannes Film Festivali’nde ödül almıştır. Rüzgar Gibi Geçti / Gone With The Wind Amerikan Sivil Savaşı'nın hemen öncesinde, Georgia eyaletinin kırsal bir bölgesindeyiz. Scarlett, İrlanda göçmeni bir ailenin kızlarından biridir. Kardeşleri Scarlett'ten bir şeyler gizlemektedir. Ashley Wilkes isimli adam Scarlett'a aşık olsa da kuzeni Melanie ile evlenecektir. Henüz kimsenin bilmediği bu gerçek, yakın bir zamanda duyurulacaktır. Sivil savaşın gölgesinde yaşanan çok kahramanlı bir aşk hikayesini konu alan efsanevi film hem dönemin Amerikası hem de aşk halleri üzerine önemli şeyler söylüyor. Kırmızı Değirmen / Moulin Rouge Elektriğin yeni bulunduğu dönemlerin Paris’inde geçen ve Paris’in bir numaralı fahişesinin, ona kafayı takmış bir aristokratın ve serseri bir yazarın hikayesi. Aşk üzerine yeni bir şeyler yazmak isteyen bu sevimli, beş parasız ve daktilosundan başka yükü olmayan entelektüelin, bir anda yaşamadığı bir şey üzerine yazamayacağını keşfedip aşık olmaya karar verişiyle başlayan ve sonra ikilinin düellosuna dönüşecek olan bir hikaye. Barfi! / Aşkın Dile İhtiyacı Yoktur Küçük yaşta annesini kaybeden ve babası tarafından yetiştirilen Barfi, sağır ve dilsiz ama her şeye inat mutlu birisidir. Yaşadığı şehre taşınan Shruti Ghosh isimli genç kadınla tanıştığında ise daha önce hiç karşılaşmadığı duygularla tanışmaya başlar. Barfi, üç ay içerisinde başka biriyle evlenecek olan Shruti'ye ilk görüşte vurulur, Shruti de zamanla ona karşı bir şeyler hissetmeye başlar. Ancak ailesi, kızlarının 'normal' biriyle evlenmesini ve 'normal' bir hayat sürmesini istemektedir ve bu birlikteliğin gerçekleşmesine izin vermeyecektir. Yıllar sonra yolları tekrar kesiştiğinde Barfi'nin kalbinde başka biri vardır; Shruti içinse seçim yapma zamanıdır... Ah Müjgan Ah Manav çırağı Hüsnü ile mahallenin güzel kızı Müjgan’ın aşkıdır anlatılan. Eğlenceli bir şarkıyla başlar da öyle sürmez. Er geç Müjgan'ın annesi aralarına girecek ve Müjgan'ı zengin birisiyle evlenmeye ikna edecek, Hüsnü ise yoksul mahalllerinde, sevdiği kadının ardından bakacaktır. Hüsnü'nün Müjgan'ı, sevdiği kadını anlatır film boyu. O anlattıkça bizlerin gözleri dolar, içimizde bir yerler dağılır, tuzla buz olur sanki. "Yahu ben kuruntu yapmam. Bir şey var Müjgan'da. Yüzüğünü takmadı, yüzü hiç gülmedi, gazozunu içmedi. Ya Müjgan bugün güzel bile değildi. Ötesi var mı?" der sevdiği kadın gitmeden önce. Gittiğinde ise: "Semtimizin bir tanesiydi müjgan, saçları sırtına kadar sırma sırma dökülür. Elleri ufacık, gözleri dört defa lacivert. Ve her ne hikmetse o da bana gönüllüyüdü. öyle bir sevdim ki müjganı dünyamı şaşırdım, haddimi bilemedim, Evleniriz gibi geldi bana. Evimiz, yuvamız olur, ışığımız yanar, fakir soframız kurulur gibi geldi."