12 Eylül 1980 yılında yapılan askeri darbenin yaraları iyileşmiyor. Binlerce insanın gözaltına alıp tutuklandığı, işkence tezgâhlarından geçirildiği, idam edildiği 12 Eylül’ün asker mağdurları yaşadıklarını Aktüel’e anlattı… Üçüncü Yol Davası’na dahil edilen teğmenler tek tip elbiseyi protesto ediyorlardı. Sanıklar tek tip elbiseyle götürüldükleri mahkeme salonunda kıyafetlerini parçalayarak iç çamaşırlarıyla kaldılar. HER ASKERİ DARBE YERİ GELDİĞİNDE KENDİ ÇOCUKLARINI DA AFFETMEDİ Askeri darbe deyince; akıllara ilk önce hapishane, acı, korku, ölüm, kaos gelmesinin bir anlamı var elbette… Bilinen hiçbir askeri darbe yoktur ki içinden çıktığı topluma huzur getirsin… Darbe, toplumun her bireyinin az ya da çok hayatını değiştiriyor. 28 Şubat 1997 post-modern darbesini saymazsak, 12 Eylül askerî darbesi tarihimizdeki son kanlı darbe. Demokrasinin duraklatıldığı her dönemde sivillerin yanı sıra “askeri darbelerin asker mağdurları” da oluyor. “Rugan Ayakkabılı Teğmen” adlı romanın yazarı avukat Haluk İnanıcı da bunlardan biri. İnanıcı, 12 Eylül 1980 askerî darbesi sonucu, sol görüşlü olması nedeniyle ordudan atılmış yüzlerce teğmenden biri. İnanıcı’nın 12 Eylül öncesi ve sonrasında tutunmaya çalışan teğmenleri anlatan kitabı “Rugan Ayakkabılı Teğmen”, biraz da o günleri dile getirme isteğiyle yazılmış. Romanın üç ana kahramanı; deli dolu Sinan, Alevi olduğu için ordudan atılan Hasan ve her şeyi doğru yapmaya çalışan Hikmet. İnandırıcı karakterlerinin kurgu olduğunu ama her birine tanıdığı gerçek insanların ilham kaynağı olduğunu söylüyor. Kitap, TSK’yı içeriden bir gözün anlatması itibarıyla ilginç. Özellikle 12 Eylül askerî darbesiyle yüzleşmeye hazırlandığımız ve sorumlularının yargılanmasının tartışıldığı şu günlerde, geldiğimiz noktaya ışık tutması açısından da önemli. 30 yıl önce her biri askerî öğrenci, genç subay olan günümüz generallerinin mantığını anlamak açısından iyi bir kaynak. “O dönem herkes muhalifti!” Peki dönemin koşulları nasıldı? 1981 yılında gözaltına alınan ve sonra TSK’dan re’sen emekli edilen şimdilerde yayıncılık yapan Mustafa Aksoy içinde bulundukları ortamı şöyle anlatıyor: “O dönemde herkes bir şekilde muhalifti. O muhaliflerden bir tanesi de bendim. 78-79 yıllarını yaşayıp da muhalif olmamak ya da olayların kıyısında durmak çok mümkün değildi. Sisteme muhaliftim. Her gün 20- 30 kişi ölüyordu, buna da muhaliftim. Yargılandım ve beraat ettim.” Subaydı figüran oldu Eski teğmen Aksoy’un da dediği gibi toplumun çok hareketli olduğu, sosyal patlamanın gözle görülür duruma geldiği o dönem, sivil halk gibi asker nüfusu için de bir aydınlanma ve muhalif olma dönemiydi… Muhalefet etmek toplumsal dinamiklerin dayattığı bir durumdu sanki… Asker içindeki sol görüşlüler de sivil halk gibi, 12 Eylül darbesinin ilk hedeflerinden oldular. Yıllarca asker olmak, “vatanı korumak” üzere çalışan birçok subay gözaltına alındı, işkence gördü, sonra da ordu ile ilişikleri kesildi. Bu onlar için gerçek bir travmaydı. O ana kadar gelecek kaygısı olmayan, iyi eğitim almış, saygın bir mesleği seçmiş genç insanlar birden bire işsizler ordusuna katılıp, sivilleştirildiler. İlk şoku atlattıktan sonra birçoğu önce ekmek parasının peşine düştü, memuriyetten men edildikleri için, farklı alanlara yöneldiler. Kimileri pazarlamacılık yaptı, kimileri ticaret yapmaya çalıştı, kimi aileye ait kasap dükkânında çalışmaya başladı. Figüranlık yapan da var aralarında. O dönem ordu mensubu olup solcu olmak ne demekti? Soruyu Haluk İnanıcı yanıtlıyor: “Solcu subaylar asker dövmezdi. Onların birliklerinde çavuşlar, onbaşılar da asker dövemezdi. Görev yaptıkları birliklerde kantinde hırsızlık yapılmazdı. Askerlere kötü mallar satılmazdı. Yani bir komutan olarak baktığında bunlar kötü şeyler değil. Ama bakış açısı değiştiğinde her şey sorun olmaya başlıyor. Bütün darbeci ordularda aynı şey oldu. Önce dışarıda düşman bellediğini temizlersin, sonra içeride ne var diye bakarsın. Askerî ideolojiyi toplum yönetiminden mümkün olduğunca uzak tutmak gerekir. Ama bazıları da şunu çok iyi biliyordu; darbe yasa dışı, toplumları geri götüren bir şey. Bazı subaylar bu bilinçle farklı davranış modelleri arıyorlar. Mesela işkence emri geldiğinde yapmıyor; ‘kanuna aykırı, yazılı emir gönderin’ diyor. Hâlâ böyle subaylar var.” HANGİ DARBEDE KAÇ KİŞİ ORDUDAN ATILDI 27 MAYIS 1960: 147 öğretim üyesi üniversiteden, 235 general ve amiral ile 4 bin 171 subay ordudan uzaklaştırıldı. 12 MART 1971: 600 kadar subay ordudan atıldı. 12 EYLÜL 1980: Resmi rakamlara göre 153 teğmen, 216 üsteğmen, 26 yüzbaşı ve 2 yarbay, toplam 397 subay, 176 astsubay, 447 askeri öğrenci ordudan atıldı. Toplamın aslında 3 bin dolayında olduğu da söyleniyor. 28 ŞUBAT 1997: 569 askeri personel ile 639 sivil memur atıldı. RAHMİ YILDIRIM (51) “Tazminat davasını kazandım” “Üçüncü Yol Davası” kapsamında yargılanan Yıldırım, ağır işkence gördü. Gazetecilik yapan Yıldırım’ın yayınlanmış kitapları var. “Gerçekte solcu olduğumuz için TSK’dan atıldık. Atılmakla kalmadık. Tutuklandık, sorgulandık, yargılandık. Beraat ettik. Açılan davalarda galiba sadece beş kişi mahkûm oldu. Ben 1990 yılında beraat ettim. Haksız tutuklamaya tazminat davası açtım, kazandım.” “30 yıl önce yaptıklarınız adil miydi?” Teğmenken ordudan atıldı. Sosyalist olduğu için atılmayı bekliyordu. 90 gün sorgulandı. “Bir Genelkurmay sözcüsünün çıkıp adil yargılanma hakkından söz etmesi bu ülke için devrim niteliğinde. Sormak gerekiyor. 30 yıl önce yaptıklarınız adil yargılama mıydı? O zaman yaptığınız hukuk facialarının, adil yargılama ihlali olduğunu açıklayın lütfen!” HALUK İNANICI (51) Sosyalist mücadele içinde daha aktif rol alan teğmen Ömer Yazgan üç arkadaşıyla birlikte 29 Ocak 1983 tarihinde İzmit Cezaevi’nde idam edildi. Yazgan idam edilen ilk teğmen oldu. “Atılan subaylar için işkence merkezleri kuruldu” Askerî yönetim toplum içindeki muhalefet eden unsurları yakıp yıkarken aynı zamanda kendi içindeki sol görüşlü personeli de tek tek temizlemeye başlar. Askeri yönetim kendi yetiştirdiği öğrencilerine, subaylarına da diğerlerinden farklı muamele göstermez. Kendilerini birer vatansever olarak gören ama vatan haini ilan edilen teğmenler için gözaltına alınma süreci gerçekten şok edici olur: “12 Eylül’de gözleri bağlı sorgu yapıldı. Hiçbir ceza kanununda gözleri bağlı beş gün bir odada bekleteceksin, gözleri bağlı sorgu yapacaksın, işkence yapacaksın, dayak atacaksın yazmaz. Bazı subaylar hiç yapmamaları gereken şeyleri yaptılar. Hatta onlara söylenenden daha ağırını uyguladılar. 12 Eylül’de çok büyük işkence merkezleri kuruldu ve başlarında subaylar vardı. O dönem atılan bütün subaylar işkence merkezi hâline gelen; İstihbarat ve Dil Okulu’ndan geçirildi” diye özetliyor durumu İnanıcı. Yapılan sorgular, işkenceler öyle bir boyut aldı ki bazıları buna dayanamadı; kimileri bileklerini keserek kimileri başka yöntemlerle intihara teşebbüs ettiler. Jandarma Teğmen Ahmet Erdoğdu kendisini ranzaya asarak intihar etti. Jandarma Üsteğmen Ahmet Şener Cizre’de hudut bölge komutanıyken bir çatışma esnasında vuruldu. Hastanede yattığı süre boyunca yüksek rütbeli komutanlar tarafından ziyaret edildi, o bir kahramandı. Ama kadere bakın ki taburcu edildiğinde, re’sen emekli edilmiş vatan haini olduğu tescillenmişti. Gözaltına alınmak, yargılanmak için çok ileri eylemler yapmak gerekmiyordu. Ufak tefek her muhalefet eden cezalandırıldı. Öyle ki; kendisini sosyal demokrasiye inanan biri olarak tanımlayan Sadrettin Soner de gözaltına alınmaktan, ordudan atılmaktan kurtulamadı. Soner; “Askeri düzen içinde yaşıyorduk, ne zaman ne yapacağınız belli, herhangi bağlantıya girmemiz mümkün değildi” diyor. Askerlerin yargılandığı en büyük dava olan; toplam 81 teğmenin dâhil olduğu “Üçüncü Yol Davası” sonuçlandığında sadece üç teğmen ceza alır, diğerleri beraat eder. Ki bu davaya dâhil edilen teğmenler en keskin muhalefeti gösterenler ve dolayısıyla en kötü muamele görenler olur. Şimdi gazetecilik yapan ve “Üçüncü Yol Davası”nda yargılanan Rahmi Yıldırım o dönem neler yaşadığını şöyle anlatıyor: “Atılmalar bildiğim kadarıyla 1981 yılı başında başladı. Ya doğrudan üçlü kararname ile ayırma sicili düzenleniyor ya da önce sorgulanıp sonra ayırma işlemi yapılıyordu. Ben Eylül 1982’de Urfa Suruç’ta hudut bölük komutanıyken gözaltına alındım. Ankara’da kontrgerilla karargâhı olarak bilinen İstihbarat Okulu’nda bir ay sorguladılar. Sorgucular doğrudan Kenan Evren’e bağlı olduklarını söylüyorlardı. Bu bir korkutma değildi, gerçeğin ifadesiydi. Konsey, sorguları günü gününe izliyordu. Sorgular işkenceliydi. Dışa yansıyınca işkenceyi hafifletmişlerdi. Bu ilk sorgunun ardından göreve iade edildim. Göreve başlayamadan re’sen emeklilik işlemi tebliğ edildi. Ve tekrar gözaltına alındım.” “Falaka, elektrik, askı…” Rahmi Yıldırım için ikinci gözaltı dönemi ilkini aratacak türden olur: “İkinci kez gözaltına alındıktan sonra Bursa Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüm. Burada 50 gün kadar ağır işkenceyle sorgulandım. Psikolojik baskı, yıldırma, tehdit, kaba dayak ve hakaret, gözleri bağlayarak sorgulama, soğuk su şoku, aç susuz ve uykusuz bırakma, falaka, elektrik, askı… Sorgunun ardından tutuklanarak Gölcük Cezaevi’ne kondum. Gölcük’ten Mart 1983’te İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürdüler. Burada da 50 gün süreyle ağır işkenceyle sorguladılar. Bu kez Metris Cezaevi’ne koydular. Mayıs 1983’te Metris’ten İstanbul Gayrettepe’ye, Ekim 1983’te Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götürüp ağır işkenceyle sorguladılar. Beş seferde toplam 150 gün sorgulandım. Mayıs 1985’te serbest kaldım. Metris’teki yaşam başlı başına işkenceydi. Tek tip elbiseye direniş nedeniyle rutin dayak, açlık grevleri, iki yıl ziyaretçiyle görüşememek, hastaneye gidememek, hatta mahkemeye çıkamamak vs…” Mustafa Aksoy ise olanlara biraz daha soğukkanlı bakıyor: “Ben işime son verildi diye bakıyorum. Ayrıca unutmamak gerekir sadece askerler, öğrenciler değil yüz binlerce insan içeriye alındı. Eğer birini suçlamam gerekiyorsa TSK’yı değil darbeyi suçlarım. Bizim çocuklar yaptı diyen adamları unutmamak lazım. Bu adamlar geçmişte da aynı şeyi tezgâhladılar. ‘Asker gelsin’ diyen parlamenterler de vardı, kapılarına gidip ‘Hadi şu işe el koyun’ diyenler de. Asker yaptı demek işin kolaycılığı. Neden insanlar sesini çıkarmadı? Neden maliye, siviller karşı çıkmadı? Neden ertesi gün tüm sendikalar Selimiye önünde kuyruğa girip teslim oldular. Neden sokağa çıktıklarında sayıları yüz binleri bulan insanlar koşarak gidip teslim oldu? Ben yaşadım, gördüm Selimiye’de kuyruğa girenleri. Sonuçta Türkiye’nin diğer kurumları nasılsa TSK da öyle. O dönem Türkiye Cumhuriyeti tekrar dizayn edildi. Ben isterim ki 12 Eylül yargılansın ama buna inanmıyorum.” Asker hukuku öğrendi 12 Eylül’ü yapanlardan hesap sorulur mu, sorulmaz mı, göreceğiz. Fakat artık bir şeylerin değiştiği aşikâr. Eski asker, şimdinin hukukçusu Haluk İnanıcı içinde bulunduğumuz süreci şöyle değerlendiriyor: “Türkiye Cumhuriyeti’ni Türk ordusu kurdu. Bu kurucu misyon beyinlere işlenmiş. Her durumda Türk toplumunu, Türk devletini koruma kollama görevinin kendisinde olduğunu düşünüyor. Hâlâ toplumun kendisini yönetebileceğine, kendi sorunlarını çözebileceğine inanamıyor. Öğrenmemiz gerekenleri hep birlikte öğrenmeye başladık aslında. Her subay, komutan hatta başbakan bile emir verse hukuka aykırı yapacağı bir işlemin bir gün hesabının sorulacağını çok iyi biliyor artık.” MUSTAFA AKSOY (53), YAYINCI “Ben 12 Eylül mağduru değil muhatabıyım” Askeri okula girme nedenini, “yatılıydı, parasızdı ve devlet okuluydu” diye özetleyen Aksoy görevi başındayken gözaltına alındı. Ailesi kapı kapı dolaştığı hâlde 90 gün sorgulanan Aksoy’dan küçük bir haber dahi alamadı. Günlerce gözleri kapalı bir şekilde sorgulandı, dayak yedi… “O dönemdeki, işçi sendikaları nasıl muhatapsa, o dönemdeki örgütlü sivil toplum yapılanmaları nasıl muhatapsa ben de kendimi muhatap olarak düşünüyorum. Mağduriyet ise muhataplığımın bedelini ödememdir. Birileri çıkıp mağduriyet edebiyatı yapıyor, o dönemde inandığın, doğru olduğunu düşündüğün bir şey yaptın bedelini ödedin. Mağduriyet edebiyatı yapmayı doğru bulmuyorum. Tamam, ağır bir bedel ama o dönemde herkes bedel ödedi. Sendikacısı, öğretim üyesi, polisi hepsi ödedi. Sol bu işin muhatabaydı, darmadağın edildi, hâlâ kendisine gelemiyor.” Askerin yönetimi ele geçirmesiyle birlikte sokaklar asker ve askeri araçlarla doldu. Üst üste yapılan operasyonlarda binlerce kişi gözaltına alındı.