'Asker gitti, Müslüman vesayeti geliyor'
Abone olYazılarını yeni kitabında toplayan Murat Belge’ye göre, askeri vesayet yerine Başbakan’ın zihnindeki Müslüman vesayeti geliyor dedi
Taraf yazarı Murat Belge’nin Şirket Dağılırken
adlı yeni kitabı perşembe günü raflarda olacak. Şirket
Dağılırken, yeni kurulan Ka Kitap’ın da
ilk yayını.
Belge’nin Cumhuriyet‘ten Politika‘ya, Radikal‘den Taraf‘a kadar
farklı mecralarda yayımlanan köşe yazılarından derlenen kitap,
Türkiye’nin modernleş(eme)me ve demokrasiye ulaş(ama)ma sürecinin
kısa tarihi niteliğinde de okunabilir. Kitabı konuşmak Türkiye’yi
konuşmak gibi diyen Murat Şevki Çoban, Taraf için Murat Belge ile
konuştu.
“Türkiye’de köşe yazarlığı yapmak ister istemez insanın
kendini tekrar etmesine neden oluyor” diyorsunuz. 70’lerde
yazdıklarınızın bugün de geçerliliğini koruması neye işaret
eder?
70’lerden beri ne yazıyordum ben diye düşündüğümde... Demokrasi.
Durmadan kendimizi tekrarlıyorsak, demek ki benzer şekillerde
demokrasi eksikliği karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin siyasi ilişkiler
yapısı demokrasiyi getirmeye, yaşatmaya hevesli değil. Burada
yaşayan galiba yabancı bir gazetecinin bir sözü var: Monoton bir
gün geçirmek mümkün değil bu memlekette, her gün bir olay oluyor.
Doğru. Herhalde İsviçre’de gazetecilik yapsan sıkılırsın, bir şey
olmuyor çünkü. Yavan bir memleket. Ben bunu doğruluyorum ama biraz
düşününce... 30 senedir demokrasi eksikliğini yazıyorum.
Hiçbir şey olmadı mı?
Böyle demek tabii abartı olur. 30 senede zaten ağaç yıkılıyor, dam
çöküyor falan. Zaman bir şeyler yapıyor. Bu arada biz ne yapıyoruz?
Bu toplumu demokrasiye götürmek için...
Ne yapıyoruz?
Mesela başından beri bu hükümete iyi gözle baktım. Kanını içmeye
çalışan Kemalistlerle de kalem mücadelesi verdim. Çünkü şimdiye
kadarki en dişe dokunur şeyleri yaptılar. Ama günümüzün konusu olan
bu pakete baktığımızda... Vakit kaybı.
Ne açıdan vakit kaybetmek?
Cengiz (Çandar) yazdı: Süryanilere birilerinin gasp ettiği
kiliselerini geri vermişiz, bunun adı da demokrasi paketi oluyor.
Kürtlerle ilgili birtakım şeyler gayet yarım ağız geçiştiriliyor.
Üç tane harfe özgürlük geliyor. Ertuğrul Özkök yazmış- o da son
zamanlarda hakşinas olmaya başladı: “Güleceğim ama gülemiyorum,
çünkü geçmişte birileri bu komikliği ciddi ciddi kanunlara koymuş.”
Bu demokratikleşme değil eziyetten kurtulmak. Ama öyle bir ortamda
yaşıyoruz ki eziyet devam ettiği için bundan kurtulmak da önemli
bir şey oluyor. Ha bire eşeğini kaybedip bulan bir toplum
halindeyiz. Ama “Bunları yaptılar helal olsun” diyecek halimiz de
yok.
Türkiye’nin modernleşirken her şey hız trenine binmiş gibi
yapıldığı için yerleşemediğini yazmıştınız. “Demokratikleşme”
sürecini zamana yaymak sözkonusu olamaz mı?
Öyle bir şey varsa, eyvallah. Her şeyi bir anda yapamazsın. Andımız
kaldırıldı diye partinin penceresinden andımızı sarkıtan adamlar
var. Onları yok edemeyiz, kolay kolay ikna da edemeyiz. Nihai
çözüme ikna olmalarının yolu nedir? Andımız kalkar, üç sene geçer,
memlekette de herhangi bir şey olmamıştır... O zaman “Bir şey de
olmuyormuş” diyebilirler. Bir kısmı der. Yani zamana bırakmak
sözkonusu olabilir. Ama şu pakete bakarsak, burada Ruhban Okulu’nu,
Alevileri söyleyebilirsin... Kürtler daha karışık bir konu, bir şey
söylemek daha da zor.
Neden Kürtleri ayrı tutuyorsunuz?
Onu zor yapan neden, Türk milliyetçiliğinin Kürtlerle ilgili
konularda daha fazla ayyuka çıkması. Kürtçe okutulabilir kanunu
çıktıysa, bu önemli. Çünkü bunun gibi çok tıkalı konularda birtakım
yarıklar açmak lazım. Beni veya Türkiye‘deki Kürtleri memnun edecek
yasal değişiklikleri yaparlarsa, bu adamlar bunları üç gün sonra
asabilirler. Burası da böyle bir memleket. Özellikle o konularda
temkinli gitmelerini daha bir anlıyorum. Ama bir sürü şeyi daha
getirebilirdi bu paket.
Mesela?
Ele almadıkları, zaten hiç sözkonusu edilmemişler var. Ama Alevi
konusuna girmişler. Mesele sadece Alevileri mutlu etmek, “Dedemiz
geldi, hediye dağıttı” meselesi değil. Hakkını vermek. Adam “Cemevi
ibadethanemdir” diyor, ne karışıyorsun kardeşim? Cemevleri
ibadethanedir diye kanun çıkarsa Türkiye bölünecek mi, deprem mi
olacak? Bunu geciktirerek toplumu alıştırma mantığını anlamıyorum.
Ama andımızın kalkmış olması bile çok önemli. Allah’a şükür son 60
senedir bağırmadım “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diye... Ama
etrafımdakilerin çocuğu bağırdıkça hüzün çöküyor...
Yapılması gerekenler bağlamında bir fikir birliği var
mı?
Hükümetle bizim gibi insanlar arasında bir konsensus var mı, emin
değilim. Hükümet mesela bir laf ediyor; bir kanunla demokratikleşme
sağlanamaz diyor. Ama ardından öyle muhteşem şeyler yaptık ki,
diyor. Kardeşim muhteşem bir şey yaptığın yok, mütevazı üç beş şey
yapmışsın. Dese ki, “Bir paketle bunları halledemeyiz, merak
etmeyin biz bu işin peşindeyiz.” Biz tarihimiz gereği bir kısmı
demokrasiyi anlayan, isteyen, geldiği zaman onun içinde
yaşayabilecek bir kısmı da anlamayan, istemeyen, gelecek olursa da
sıkıntı çekecek insanlardan oluşan bir toplumuz. Demokrasiyi
isteyen insanların ne istediklerine dair bir sözsüz anlaşma
varsa... O zaman ben de bu paketi eleştirmem, hatta savunurum,
“Bugün bu kadar olabilirdi” derim. Ama bu güveni vermiyor.
Size güven vermeyen ne?
Ne paketin kendisi ne de açıklarken yanında gelenler, ne de Gezi’de
ve genel olarak muhalefete, şuna buna karşı davranışları bu güveni
veriyor. O zaman da “Geç kardeşim paket maket” demek durumunda
kalıyorsun. Paket “Orada bir demokrasi var uzakta, o demokrasi
bizim değildir” diyor.
Seçim yatırımı olamaz mı? “Bana oy ver ki, devamı gelsin”
mantığı olduğunu söyleyenler var...
Olabilir. Öyle bir taktik de güdülebilir. Ama bileyim ki oyumu
verdiğim zaman arkası gelecek. Oyumu verdiğimde olan, dindar nesil
yetiştirmekse o zaman vermeyeceğim oyumu. Ama bilmiyorum.
“Türkiye’de demokrasiden rahatsız olacaklar var” dediniz.
Kim bunlar?
Bir kere bu devleti kuranlar var, belki başlangıçta “Önce şunu şunu
yaparız, ileride İngiltere gibi bir memleket olur” diye
düşünmüştür. Mustafa Kemal de zannediyorum böyle düşündü. Ama onu
yapmak için seçtikleri yollar doğru değildi... Bir de zamanla
oturdukları yere iyice ısındılar. Bütün bu sürede de, sürü olarak
gördükleri topluma hiçbir zaman güvenmemeleri sözkonusu. Bunlara
karşı hep muhalefette kalmış İslamcı kesim var bir de.
Onlar demokrasi yanlısı mı?
İslamiyet kendi içinde demokratik ilkeler içeren bir din değil.
Genellikle dinler zaten böyle şeyleri içermez. İçeremez. Çünkü din
Allah’ın kelamını buyurur, Allah’ın kelamı da demokratik olacak
diye bir şey yok. Türkiye’de bütün toplum demokratik kültürü
yalayıp yutmadığı gibi, Müslümanlar da yutmadı. Onlar da
köşelerinde kendilerine yapılanlardan şikayetçi oldu, başkalarına
yapılanlardan şikayetçi olmadı.
Yani...
Yani şu iktidar değişikliğinde, askeri vesayet dediğimiz şey
ortadan kalktı, yerine başbakanın da zihnindeki Müslüman vesayeti
geliyor. Bu demokratikleşme yolunda adım değil mi? Bir adım ama
yeterli değil. “Ben sizin babanızım, hepinizi çok seviyorum,
bazılarınızı biraz daha fazla sevsem de idare eder, yaptığıma
karışmayın, beğenmedim demeyin...” Böyle bir tavır çok açık. Bu
zaten demokratik değil. Demokratik olmayan bir kültürde işte ancak
bu kadar demokrasi yaparsın. Bu patriyarkalizm. Bütün dinlerde
vardır, İslam’da da bol miktarda var.
AKP’li ikinci 10 yıla girerken bir “rol değişikliği”nden
bahsediyorsunuz. Açabilir misiniz bunu?
Başından beri “Takiye yapıyor” diyorlar. Bu doğru olabilir ama beni
çok fazla ırgalamadı. Ben komünistim; iktidar olsaydım, toplumda 30
yıl sonra ne olması gerektiğini çok fazla söylemezdim. Tabii
demokrat bir komünist olduğum için 30 yıl sonra olmasını istediğim
şeyi, halka sindirerek, anlatarak, özümleterek yapmak isterdim.
“Takiye yapıyor, aklında aslında şu var” diyorlar, bunu çok büyük
bir günah olarak görmüyorum. Hele böyle bir toplumda herkes biraz
takiye yapmak zorunda. Alışkanlıkları var bu toplumun.
Geride kalan 10 yıla baktığımızda ne
görüyoruz?
Özellikle dolaysız rakip, hatta tehdit olan silahlı kuvvetler bütün
teferruatıyla bir hayli etkisizleştirilmiş. Orduyu kendilerine
bağladıklarını sanmıyorum. Öyle sanıyorlarsa da yanılıyorlar. “Şu
Türkiye’de bütün kadınlar kafalarını bağlasa” diye akıllarından
geçiregeldikleri şeyleri “Şimdi biraz yapalım” der gibi bir halleri
var. Yine de bir teraziye koyup tartsam beklediğimden çok iyi
şeyler yaptılar. Daha da erken tıkanabilirdi bu yol. Belki öbür
tarafın rezistansı daha demokratik durma ve davranma ihtiyaçlarını
örseliyordur. AKP özünde bir demokrasi anlayışı, felsefesi olmayan
ama koşullardan ötürü “Şu mu bu mu” denildiğinde daha demokratik
olanını tercih etmek zorunda bir oluşum. Orduyu etkisizleştirmek
varoluşlarını devam ettirmek adına yapmaları gereken bir şeydi. Ama
bunu yaptıklarında Türkiye de daha demokratik oldu.
Demokrasi hiçbir zaman amaçlanmadı yani?
İktidar olmak istiyorlardı. Kuşatılmışlardı. Onun için bir nevi
hava deliği açtılar. Bu bizim tarihin şaşmaz olayıdır zaten. 27
Mayıs Anayasası demokratikti diye hâlâ konuşulur. Neydi
demokratikliği? “Cahil halkın oylarıyla seçilmiş kötü niyetli bir
hükümete” karşı geleneksel, aslan gibi Atatürkçü bürokrasimizin
sistemi korumasıydı. Bu bir anlamda hamhalat köylü kitlelere kentli
entelijensiya, küçük burjuvanın hayat haklarını garanti altına
almak anlamına da geliyordu. Anayasa Mahkemesi başta, Danıştay
falan pek çok yetkiyle donatıldı. Böylece iktidarın kanatları
kırpıldı, bürokrasinin kanatları büyüdü. Bunun yarattığı boşlukta
da sol hareket çıktı. Darbe yapıp yeniden iktidara gelmeyi
tasarlayan bürokratlar solu teşvik ettiği için böyle bir sosyalizm
anlayışı çıktı... Türkiye’de demokrasi devamlı amaçlanmayan bir yan
sonuç olarak var. Şikayetçi olduğum bu. “Demokrasi iyidir” diye
yola çıkan yok. Sosyalistlere de anlatamıyorsun. Sosyalizm
dediğiniz şey demokratik olmalı. Kimse o fikirde değil. Bunu
faşistler de yapabilir ki yapıyorlar. MHP, Gezi’dekilerin hakkını
savunuyor.
AKP için kullandığınız “kaba saba çoğulculuk”u sol için de
kullanabilir miyiz?
Sol için çoğulcu diyemeyiz, “kaba saba”da kalır. Bu bir yapı. Bir
tarafta genel olarak Jakoben iktidar yapısı var. Onun olduğu yerde
böyle kaba saba çoğulcu bir muhalefet olması çok normal. Sol
aslında Halk Partisi’nden boy vermiş fidanlardan, dolayısıyla da o
geleneğin dışına çıkamıyor. Siyasi yönetim ekspertiz ve aynı
zamanda popüler talepler demek. İdeali “governance,” Türkçede
yönetişim diyorlar; yönetenle yönetilenin yönetimi paylaşması. Ama
biz bu idealden epey uzağız. Popüler talepler var ama ekspertiz de
lazım.
Şu anda ekspertizden söz etmek mümkün mü?
Bir ölçüde evet. Başından beri iktidarın uzağında tutulmuş bir
kesim var. İlk olarak siyaset sahnesine çıktıklarında başlarında
Erbakan vardı ki Almanya’da eğitim görmüş, mühendis. İlk kadrolar
da öyleydi. Daha sonraki dönemde Müslümanlar her yere yayıldılar.
Güçlendiklerini hissediyorlardı, koalisyona girmişlerdi. Bitleri
kanlanmıştı tabir-i caizse. Dolayısıyla bir ekspertizle geldiler.
Ama sonuç olarak ideolojisinde dinin çok ağırlık taşıdığı bir şey
olduğu için ekspertizin kendisi de “Nasıl herkese namaz kıldırırız”
gibi yerlere kaymaya meyilli.
Başbakan için “Erdoğan’ın defterinde de demokrasi yok”
yazmıştınız. İktidara karşı umudunuzu kaybettiğiniz gibi bir
izlenim doğuyor. Sizin için kırılma noktası neydi?
İktidarı barutu tüketmiş gibi görüyorum. Yalnız, başından beri tam
istikrar görmedim ben zaten. Bir sürü şey iyi giderken kalkıp
“Öcalan’ı asmayan sensin” gibi iğrenç bir laf etti. O laf benim
“Ben artık bu adama güvenemem” dediğim andı.