Asker emretti, ben de yazdım
Abone olMehmed'in Kitabı kitabından dolayı mahkemelik olan ve beraat eden gazeteci Nadire Mater, bugün bianet.org sitesinde, askerin emri ile yazı yazan bir gazeteciyi anlattı.
Yaptığı röportajları topladığı Mehmed'in Kitabı ile mahkemelik
olan ve beraat eden gazeteci Nadire Mater, yazarı olduğu internet
sitesinde bir gazetecinin Genelkurmay'dan aldığı emirle yazdığı
köşe yazısını irdeledi. Nadire Mater'in bianet.org sitesinde kaleme
aldığı sitesinde olayın kahramanı olan gazetecinin adını ve
gazetesini açıklamadı. Mazeret olarak da basın dünyasında bu tipte
çok gazeteci olduğunu gösterdi. Mater'in yazısı: Günlerden bir gün
genç bir muhabir beni aradı. O anda benimle ilişkisi olmayan,
ilişkisi kurulamayacak bir konuda benden görüş istiyordu. Gazeteci
olarak, haberi yapmayı haberin konusu olmaya tercih ettiğimi
bildirerek teşekkür ettim, görüş veremeyeceğim için de özür
diledim. Öyle ya; bu durumda kamuoyunun benim görüşlerimi beklediği
falan da yoktu. Günün ilerleyen saatlerinde genç muhabirin
aramaları sürdü, en sonunda iş, benim bu konuyla bağlantımın
genelkurmay raporlarında yazıldığına geldi. İş değişmişti; hazır
muhabir bu bağlamda görüşümü almaya çalışıyorsa, tabii ki
vermeliydim... - Bu Genelkurmay raporunu bana fakslar mısınız? -
Fakslayamam. - Neden? - Çünkü, ben görmedim. - Peki, görmediğiniz
bir rapora dayanarak nasıl haber yapıyorsunuz? - Şefim/müdürüm
biliyor. - Tamam, raporu ondan alıp fakslayın. - Aslında onda da
yok rapor. - Teşekkür ediyorum, bu durumda görüş vermem de
gerekmiyor galiba... Görüş vermedim. Gazetenin yöneticilerinden
birini aradım, konuyu aktardım ve bu raporun ne olduğunu sordum.
Bilgisinin olmadığını ama araştıracağını söyledi. Sahiden
araştırmış ki, sonraki gün gazetede bu haber yer almadı. Ancak,
günün ilerleyen saatlerinde gazeteyi tesadüfen yeniden elime
aldığımda şok olmasam da şaşırdım doğrusu. Aslında, pek de
okumadığım bir yazar "haber"i köşesinde yazmıştı. Doğrusu hem
enteresandı, hem de değildi. Yazara köşesinde yayınlamasını da pek
beklemeden bir mesaj attım. Birkaç gün geçti, ses yok. Bitmedi. Tam
o günlerde, bir ikisini yeni tanıdığım yedi sekiz kişi, bir akşam
yemeğinde bir araya geldik. Gecenin ilerleyen saatlerinde aramıza
bir kişinin daha katılacağı söylendi. O gelecekti. Ve geldi.
Tanıştık. Mesajımı almıştı, cevap da verecek, hatta köşesinde
yayımlayacaktı ama henüz fırsat bulamamıştı. Bu şaşırtıcı
karşılaşma ona bir "iyilik" de yaptırdı. Esasında, pek de bir araya
gelmesi beklenmeyen iki gazeteciydik. Yazısının, "haber" olarak
yazdığı gazetede nasıl "değerlendirilmediğini" de öğrenince, zaten
bu "iyilik" kaçınılmaz olmuştu sanki. "Beni askeriyeden aradılar bu
konuyla ilgili. Biliyorsunuz, gazetecilik hız mesleği, tek kaynakla
yetinmek durumunda kaldım." Özür mü diliyordu? Tabii ki hayır.
Şöyle bir baktığımı hatırlıyorum. - İsterseniz, bunu aynen
yazabilirsiniz. - Çok da gerekmiyor, bu tür durumların pek haber
değeri kalmadı bence. Şimdi yazdım işte, gazeteyi ve yazarı
belirtmiyorum. Ne fark eder, o kadar çoklar ki... Ona gönderdiğim
mesajı da elbette köşesinde yayımlamadı. Öyle ya; o köşe ne benim
annemin ne de babamın malıydı!