Asker bakanları tekme tokat dövdü!
Abone olTürkiye'nin önemli hukukçularından Sami Selçuk, Kenan Evren'in yargılanamayacağını iddia etti...
Türkiye'nin önemli hukukçularından Sami Selçuk, Vatan gazesinden Mine Şenocaklı'ya verdiği ropörtajda Kenan Evren'in yargılanması ile ilgili çarpıcı bir iddiada bulundu. Ancak Selçuk'un 12 Eylül döneminde yaşananlarla ilgili anlattığı acı hatıraları iseyürek sızlattı.
İşte o ropörtajın satırbaşları...
Türkiye'de en çok darbenin karşısında tavır alanlardan biri benim. Çünkü 27 Mayıs'ta askeri darbenin çirkin yüzünü yaşadım. O gün askerdim ve Ankara'da Harbiye'nin kapısında nöbet tutuyordum. Oraya getirilen bütün siyasetçilerin, milletvekillerinin, bakanların dövüldüğüne tanık oldum... Bakanların hepsi ayrım gözetilmeden dayak yedi! Onun için darbelerin hep karşısında oldum. Evren ve arkadaşlarını da her zaman eleştirdim. Keşke yargılanabilselerdi. Ama olanaksız. Çünkü Anayasa'nın geçici 15. maddesi kapsayıcı bir af hükmüdür. Halk affetmiştir Evren'i...
Evren ve arkadaşlarını her zaman eleştirdim. Hatta en güçlü dönemlerinde bile. Basında yayımlanan o yazılarımı herkes görebilir. Darbe yapmak ve onu izleyen dönemlerde yargıyı oyuncak ve araç olarak kullanarak suçlarına ortak etmek, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu'nu devlet dairesine dönüştürerek yurttaş ve birey Atatürk'ün vasiyetnamesine ihanet etmek gibi eylemlerini hep eleştirdim. Keşke yargılanabilselerdi. Ama olanaksız.
Anayasa'nın geçici 15. maddesi kapsayıcı bir af hükmüdür. Af yasaları sadece suçlarla ilgili olur. Bu madde ise suçları, mali ve hukuki sorumlulukların bütününü ortadan kaldırıyor. Bir kez af çıktı mı geriye dönülemez. Dönülürse, böyle bir devlete ve hukuka güvenilemez. Kaş yapayım derken göz çıkarılmasına izin verilemez. Bu durumda Evren hakkında dava açılması söz konusu olamaz.
ATATÜRK'E EN BÜYÜK ZARARI EVREN VERDİ!
Evren benim de hiç hoşlanmadığım insanlardan biridir. Ama hoşlanıp hoşlanmamak başka bir şey. Kanımca Atatürk'e de en büyük zararı veren Evren'dir. Çünkü Atatürk'ü çok kullandı. Yanlış bildiği için de Atatürk'ü hem küçülttü hem de çirkinleştirdi. Atatürk, en büyük darbeyi Evren'den almıştır. Onun için Evren'i hiç tutmam. Gelecek kuşakların ve tarihin de onun hakkında çok olumsuz yargıda bulunacağına inanıyorum. Şimdiden başladı zaten. Onun için kesinlikle onu kurtarmak için söylemiyorum bunları. Ama hukuk açık, dava açamazsınız. 15. madde öyle diyor.
PİNOCHET YARGILANDI AMA...
Pinochet hakkında dava açıldı ama Şili Anayasası'nda 15. madde yoktu. 12 Eylül darbesini yapan Evren ve arkadaşları kendilerini garantiye aldılar. Hazırladıkları Anayasa halkın önünden geçti. Anayasa'nın bu hükmü, bir af hükmüdür. Konu kapanmıştır. Hiçbir biçimde dava açamazsınız. Dava açmak hukuk açısından son derece yanlış. Ama özel olarak Evren hakkındaki görüşlerimi sorarsanız, devlet başkanı iken bir olay dolayısıyla 8 sayfa mektup yazdım ona. O zaman Yargıtay üyesiydim ve çok ağırdı yazdıklarım. Yani böyle bir adamı sevdiğim için söylemiyorum. Hukuk böyle diyor. Kimileri diyecek ki adamı kolluyor. Kollamıyorum kimseyi.
YANLIŞLIKLA DÖVÜLEN BAKANLAR OLDU
Ben 27 Mayıs 1960'ta askerdim, darbenin çirkin yüzünü yaşadım. Nerede askerdim biliyor musunuz? Darbenin yapıldığı gün Ankara'da Harbiye'nin kapısında nöbetçiydim. Oraya getirilen bütün siyasetçilerin dövüldüğüne tanık oldum.
İçeri girerken dövdüler hepsini. Milletvekilleri, bakanlar dâhil, getirdikleri bütün siyasetçileri dövdüler. Yaşadım bunu, gördüm.
Bakanların hepsi. İstisnasız. Hatta kimisi yanlışlıkla dövüldü.
Merhum Şemi Ergin de dövüldü. "Bu hep bizden yana tavır aldı" dediler dayak attıktan sonra. "Affedersiniz" deyip içeri soktular kendisini. Onun için darbenin hep karşısında oldum. Ve 1999 Yargıtay konuşmamda da darbeleri tel'in ettim. "Büyük ağabeyleri istemiyor Türkiye!" diye. O ünlü kitaba yollama yaparak.
DARBECİLER BENDEN HOŞLANMAZ
Onun için darbeciler benden hoşlanmaz. Benim o konuşmam üzerine genelkurmay bildiri yayınlamaya kalkacaktı. Bunu daha sonra öğrendim. Böyle düşünenlere hep şunu söyledim: "Ben bir bilim adamıyım. Hukuktan hiç ödün vermem!" Ve o konuşmayı engellemeye çabaladıklarını da biliyorum. O dönemde kimileri konuşmama karşı bildiri yayınlamak üzere Cumhurbaşkanı'na gittiler. Sayın Demirel önledi onları. "Hayır" dedi. Bunu iki gazeteci yazdı o dönemde: Can Dündar ve Hasan Cemal.
İÇ HİZMET YASASI'NIN 35. MADDESİ
Sütten ağzı yananların yoğurdu üflemeleri bir bakıma doğal. Ama buna gerek yok. Çünkü bu madde darbelerin gerekçesi olamaz. Hemen her ülkede ordunun görevi, yurdu ve anayasayla kurulmuş rejimi ve yönetimi (cumhuriyet) korumaktır. Ancak buna karar verecek makam ordu değil, siyasal otoritedir. Siyasal otorite "Yurt, cumhuriyet tehlikede, görev başına!" diyecek orduya. Ordu bu konuda kendi kendine karar veremez. Karar mercii değildir. Karar mercii ordu olursa siyaset yapmış olur. Bu zaten suç ve yasak. Nitekim zaman zaman siyaset bunu demiştir: Sıkıyönetim, olağanüstü durum gibi. Bu nedenlerle maddenin yanlış yorumlarla darbeye dayanak yapılması kabul edilemez.
27 NİSAN MUHTIRASI ASKERİ BİR SUÇTUR
27 Nisan e-muhtırası askeri bir suçtur. Askeri savcı onu takip edebilir. Çünkü siyaset yapmaktır bu ve bir suçtur. Askeri Ceza Yasası'nın 148. maddesine girer. Onu kendi içinde askeri savcının takip etmesi gerekirdi. Ama askeri savcılar buna benzer suçları takip etmezler çoğu zaman. Çünkü amiri o komutanlar. Bağımsız değil ki askeri savcı. Normal savcı el koyamaz.
HUKUKTA EN AĞIR ÖNLEMDİR TUTUKLAMA
28 Şubat'ta eğer bir darbe girişimi varsa, ki bunu ben bilmiyorum, o ayrı bir konu. 28 Şubat'ın mahiyetini öğrenmek lazım. "Darbeye teşebbüs müdür, sadece siyasi demeç mi vermedir, dışa yansıyan bir davranış var mıdır?" Bunları ancak toplanan kanıtlar gösterebilir. O konuda değerlendirme yapmam yanlış olur.
TOLON VE BAŞBUĞ TUTUKLU MU YARGILANMALI?
Kişilerle ilgili konuşamam ben. Ama tutuklamanın ilkeleri belli. 100. madde yargıca diyor ki, "Bir, kaçma tehlikesi varsa. İki, kanıtları yok etme ya da karartma, değiştirme tehlikesi varsa. Üç, tanıklar üzerinde baskı yapma tehlikesi varsa... Bu üç noktayı değerlendirerek tutuklama kararını sen vereceksin. Tutuklama senin kararına bağlı!" Dikkat edin, "Tutuklamak zorundasın" demiyor. Hatta dahası da var, darbe teşebbüsü, soykırım gibi konular söz konusuysa bunlar için de "Tutuklama nedeni varsayılır" demiyor, "varsayılabilir" diyor. Yine "Sen takdir et" diyor. Yani hiçbir zaman tutuklama zorunluluğu yok. Ben yargıç olsam, tutuklamayı son derece istisnai biçimde uygularım. Bir genelkurmay başkanının ya da bir kuvvet komutanının kaçabileceğini asla ve kat'a düşünemem.
Yargılamaya itiraz ettikleri yok zaten, oraya kadar gelmişler, Türk yargısına güvenirler herhalde. Çağırıyorsunuz, "Tamam gelirim" diyor. Nereden geliyor? Avusturalya'dan! Siz de hemen içeri alıyorsunuz. Bu insan niye kaçsın? Onun için bu kuşkuları yargının bir an önce gidermesi, "Ben tutukluyorum, çünkü gerekçem güçlü" diyebilmesi lazım. Ama böyle bir güçlü gerekçeyi bilmiyorum ben. Bu insanları neden tutukladıklarını da kesin olarak bilmiyorum.
HRANT DİNK ELİMİ ÖPMEYE KALKTI!
Siyasallaştırma terimini kullanamam, ama şunu diyebilirim, yargı şu anda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapısı nedeniyle beklenen bağımsızlığı kazanamadı. Bir kez hâlâ Adalet Bakanı, bu Kurul'un başkanı. Ben şunu savundum, Adalet Bakanı Kurul'a girsin ama Kurul'da kesinlikle oy hakkı olmasın, görüşünü söylesin. Müsteşar kesinlikle Kurul'dan çıksın. Ama hiç biri olmadı.
HSYK'NIN YAPISI BAĞIMLILIK DOĞURUR
Bağımlılık doğurur. Bu kadar yalın. Ama ben tek tek şu olayda böyle bağımlı davrandılar diyemem. İçinde olsam bunu da söylerdim.
HRANT DİNK DAVASI
Bir kere Hrant Dink davası, her gün gördüğümüz milyonlarca yanlış yargılamanın örneklerinden biridir. Çünkü çok uzadı. Oysa kanımca son derece basit bir olaydır. Hrant Dink'e, Yargıtay'ın vermiş olduğu o hükümlülük kararı da yanlıştı. Ve ben o konuda Hrant Dink'in kendisine de yazılı imzalı görüş verdim, yargıya sunması için. Sonra değerli Hrant Dink'le Paris'te karşılaştık, elimi öpmeye kalktı. "Yok! Bu benim yansız hukuksal görüşümdür" dedim. O kesinlikle suçsuzdu. Suç oluşturduğu söylenen yazısında Türklüğe hakaret yoktu. Eğer dikkatli okursanız, o yazıda açıkça tam tersini öneriyor Hrant Dink. "Biz birbirimizi zehirliyoruz, Türklerin kanını zehirledik" diyor. Orada bir benzetme yapıyor. Masum bir benzetme... Edebiyatı iyi bilenler bunu da gayet iyi bilirler. Ben çok şaşırdım bu sonuca.
5 yıl oldu Hrant Dink öldürüleli. Bu davanın bu kadar uzaması çok yanlış. Büyük hata. Hrant Dink olayı benim kanaatimce duruşma açılır açılmaz bir oturumda bitebilirdi. Yeter ki duruşmada bütün kanıtlar önünüze gelsin, bir çırpıda karar verirsiniz.
TUTUKLU VEKİLLER!
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Lamı cimi yok, tutuklu vekiller serbest bırakılmalı" diye bir açıklama yaptı. Lamı cimi yok diyenler, bunu içtenlikle, inançla söylemişlerse yargıyı suçlamalarına gerek yok. Anayasa'nın 14. maddesine yollama yapan ayrıksı cümleyi 83. maddeden kaldırırlar, yargıyı da rahatlatırlar, olur biter.
Anayasa'nın 83. maddesi kimi suçlarda dokunulmazlığı benimsemiyor. Lamı cimi yok diyenler bu gece, "ve seçimden önce soruşturmasına başlanmış olmak kaydıyla Anayasa'nın 14. maddesindeki durumlar" cümlesini kaldırmalılar. Kimse de yargıyı suçlamasın. Yargının gözünde bu madde karşısında sokaktaki insan ile milletvekili arasında bir ayrım yok. Onu niye kaldırmıyorsunuz, görmezden geliyorsunuz? Yargının burada bir suçu yok. Bu demeç olması gereken hukuk açısından doğru. Olan hukuk açısından yanlış. Hatta boş ve üzülerek belirteyim ki ucuz bir söz.
Çünkü dokunulmazlık işlemeye başlar. Onları içeriden çıkartmanın yolu 83. maddedeki bu cümleyi kaldırmaktır. Boş sözlerle oyalanmak değil. İsterlerse elbette... Buna bütün partiler de olur verir. AK Parti de verirse bir çırpıda oybirliği ile çıkar bu yasa değişikliği. Ne halk oyuna gitmeye gerek kalır ne de başka bir şey.
ÖZEL GÖREVLİ MAHKEMELER HİLE-İ ŞERİYE ÖRNEKLERİ
Özel görevli mahkemeler, hile-i şer'iye uygulamasının, olması gereken hukuku dolanmanın örnekleridir. Eski devlet güvenlik mahkemeleri, adı değiştirilmekle kaldırılmış olmaz. Bu gece kaldırılmaları gerekir. Yargının bu kurumdan kurtulması zorunludur.