Asker babası olmak!
Abone olGazeteci Arda Zentürk, bir asker babası. Zentürk'ü duygulandıran neydi, niçin ağladı?
Yazı: Ardan Zentürk
Kaynak: Star
İstanbul, dün, benim gibi, erken saat gezginlerini biraz boz-bulanık karşıladı... Pazar sabahları binlerce yıllık kentimin sokaklarında bir başıma dolaşmak... Biliyorum, bu kent, insana herşeyi kıskanarak verir... Bahar aylarının keyfini sürmeye hazırlanırken, bazen, böyle bir hazan mevsiminin gri sabahında da bulabilirsiniz kendinizi...
Arabamın CD’sinden yayılan o unutulmaz Sezen Aksu şarkısı...
‘Uzanıp Kanlıca’nın orta yerinde bir taşa
Gözümün yaşını yüzdürürüm Hisar’a doğru
Yapacak hiç bişey yok gitmek istedi gitti
Hem anlıyorum hem çok acı tek taraflı bitti
Bi lodos lazım şimdi bana bi kürek bi kayık
Zulada bir kaç şişe Yakut yer gök kırmızı
Söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp’
Bir sevgiliden ayrılmanın o, yaşamasını bilene hediye olan tarifsiz anaforunu bu kadar güzel anlatabilen bir başka şarkı var mı...
...Ve bu şarkıyı roman gırtlağıyla söyleyen Kibariye...
Şarkı beni, Boğazköprüsü’nün tam orta yerinde, kendim için hazırladığım yalnızlığımın sessiz-sakin labirentlerinde yakaladı...
Gözümden yanaklarıma süzülen o bir damla yaş...
Garip...Yüreğimdeki yangın yerini söndüreli hayli zaman olmuşken bu neyin kavrulmasıdır...
Ne demişti oğlum Adnan Özgür...
‘Kışın en soğuk gününde burada nöbet tutmak koymadı da baba, o İstanbul’dan ayrı kalmak yok mu...O bir türlü tamir olmuyor... Nöbet yerimden uzaktaki otobanın sesini duyabiliyorum... O yolun İstanbul’a uzandığını da... Sen söylerdin, ben inanmazdım, o şehir evladını hep geri çağırıyor...’
Asker babası olmak işte böyle bir şey...
Kibariye’nin sesiyle şekillenmiş bir Sezen Aksu şarkısını Köprü’nün orta yerinde dinlerken gözünden yaş, İstanbul’u özleyen oğlun birden hatırına geldiği için süzülüveriyor...
...Veya bir sabaha karşı,yüreğinde garip bir sıkıntıyla uyanıp, pencereden yağan kara bakarken, o şimdi ne yapıyor diye düşünmekten geçiyor...
Hani... Günlerdir gazete ve televizyonlarda bir haber var ya... Operasyon hazırlığı başlığıyla süslenen, canlı bağlantılarla pofpoflanan o haber... Ne zaman onlardan birine denk gelsem, içimde tarif edilmez bir sıkıntı...
Evladı askerde olan anlar o sıkıntının ne olduğunu... Bir de... O evladı bir gün cepheye sürmek zorunda kalacak komutanı...
Oğlum asker... O’nu millet kucağına bırakıp evimin yalnızlığına döneli hayli zaman oluyor... Her sabah ezanında o ve silah arkadaşları için dua ederek uyanıyorum yeni güne... Ne operasyon haberlerini takip edebiliyorum ne de şehit haberlerine bakabiliyorum...
Sevgili yaşam yoldaşıma bakıyorum... Oğlu bir trene binip birliğine teslim olmak üzere Haydarpaşa’dan hareket ettiği günden bu yana, gözlerinin derinliklerinde endişelerin şavkıyla her geçen gün biraz daha suskun... Artık sadece kendi evladımız için değil, onunla birlikte silah altında olan binlercesinin anasıymış gibi konuşuyor zaman zaman...
Sizler... Kuzey Irak’a operasyon, sınırda yığınak, birlikler intikal etti başlıklarını uzaktan izliyor olabilirsiniz...
Ama ben biliyorum bu ülkenin yüzbinlerce ana-babasının göğüs kafesini dar eden o çarpıntısını... Veya memleketin bir köşesinde, şehit evladın tabutuna sarılmış bir ananın bir babanın, kardeşin içine düşen o kor ateşi...
Ben biliyorum...
Evladın askerde olmasının ne demek olduğunu...
Şimdi askerlerimiz dünyanın en kritik sınır bölgelerinden biri olarak kabul edilen, güney sınırlarımızın her karışını kontrol altına almak için bölgedeler...
Daha düne kadar çocuktular... Şimdi geçilmez birer sıradağ gibi oradalar... Onları ne zaman görsem, hemen beynimde, Nazım Hikmet’in Afyon Kocatepe’deki Mustafa Kemal’in portresini çizen o unutulmaz satırları...
‘Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.
Bir gün görev düştüğünde, kendi evladın dahil hepsinin, birer Mustafa Kemal olduğunu görmek...
Dualarınızı, o çocukların üzerinden eksik etmeyin...
Kaynak: Star
İstanbul, dün, benim gibi, erken saat gezginlerini biraz boz-bulanık karşıladı... Pazar sabahları binlerce yıllık kentimin sokaklarında bir başıma dolaşmak... Biliyorum, bu kent, insana herşeyi kıskanarak verir... Bahar aylarının keyfini sürmeye hazırlanırken, bazen, böyle bir hazan mevsiminin gri sabahında da bulabilirsiniz kendinizi...
Arabamın CD’sinden yayılan o unutulmaz Sezen Aksu şarkısı...
‘Uzanıp Kanlıca’nın orta yerinde bir taşa
Gözümün yaşını yüzdürürüm Hisar’a doğru
Yapacak hiç bişey yok gitmek istedi gitti
Hem anlıyorum hem çok acı tek taraflı bitti
Bi lodos lazım şimdi bana bi kürek bi kayık
Zulada bir kaç şişe Yakut yer gök kırmızı
Söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp’
Bir sevgiliden ayrılmanın o, yaşamasını bilene hediye olan tarifsiz anaforunu bu kadar güzel anlatabilen bir başka şarkı var mı...
...Ve bu şarkıyı roman gırtlağıyla söyleyen Kibariye...
Şarkı beni, Boğazköprüsü’nün tam orta yerinde, kendim için hazırladığım yalnızlığımın sessiz-sakin labirentlerinde yakaladı...
Gözümden yanaklarıma süzülen o bir damla yaş...
Garip...Yüreğimdeki yangın yerini söndüreli hayli zaman olmuşken bu neyin kavrulmasıdır...
Ne demişti oğlum Adnan Özgür...
‘Kışın en soğuk gününde burada nöbet tutmak koymadı da baba, o İstanbul’dan ayrı kalmak yok mu...O bir türlü tamir olmuyor... Nöbet yerimden uzaktaki otobanın sesini duyabiliyorum... O yolun İstanbul’a uzandığını da... Sen söylerdin, ben inanmazdım, o şehir evladını hep geri çağırıyor...’
Asker babası olmak işte böyle bir şey...
Kibariye’nin sesiyle şekillenmiş bir Sezen Aksu şarkısını Köprü’nün orta yerinde dinlerken gözünden yaş, İstanbul’u özleyen oğlun birden hatırına geldiği için süzülüveriyor...
...Veya bir sabaha karşı,yüreğinde garip bir sıkıntıyla uyanıp, pencereden yağan kara bakarken, o şimdi ne yapıyor diye düşünmekten geçiyor...
Hani... Günlerdir gazete ve televizyonlarda bir haber var ya... Operasyon hazırlığı başlığıyla süslenen, canlı bağlantılarla pofpoflanan o haber... Ne zaman onlardan birine denk gelsem, içimde tarif edilmez bir sıkıntı...
Evladı askerde olan anlar o sıkıntının ne olduğunu... Bir de... O evladı bir gün cepheye sürmek zorunda kalacak komutanı...
Oğlum asker... O’nu millet kucağına bırakıp evimin yalnızlığına döneli hayli zaman oluyor... Her sabah ezanında o ve silah arkadaşları için dua ederek uyanıyorum yeni güne... Ne operasyon haberlerini takip edebiliyorum ne de şehit haberlerine bakabiliyorum...
Sevgili yaşam yoldaşıma bakıyorum... Oğlu bir trene binip birliğine teslim olmak üzere Haydarpaşa’dan hareket ettiği günden bu yana, gözlerinin derinliklerinde endişelerin şavkıyla her geçen gün biraz daha suskun... Artık sadece kendi evladımız için değil, onunla birlikte silah altında olan binlercesinin anasıymış gibi konuşuyor zaman zaman...
Sizler... Kuzey Irak’a operasyon, sınırda yığınak, birlikler intikal etti başlıklarını uzaktan izliyor olabilirsiniz...
Ama ben biliyorum bu ülkenin yüzbinlerce ana-babasının göğüs kafesini dar eden o çarpıntısını... Veya memleketin bir köşesinde, şehit evladın tabutuna sarılmış bir ananın bir babanın, kardeşin içine düşen o kor ateşi...
Ben biliyorum...
Evladın askerde olmasının ne demek olduğunu...
Şimdi askerlerimiz dünyanın en kritik sınır bölgelerinden biri olarak kabul edilen, güney sınırlarımızın her karışını kontrol altına almak için bölgedeler...
Daha düne kadar çocuktular... Şimdi geçilmez birer sıradağ gibi oradalar... Onları ne zaman görsem, hemen beynimde, Nazım Hikmet’in Afyon Kocatepe’deki Mustafa Kemal’in portresini çizen o unutulmaz satırları...
‘Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.
Bir gün görev düştüğünde, kendi evladın dahil hepsinin, birer Mustafa Kemal olduğunu görmek...
Dualarınızı, o çocukların üzerinden eksik etmeyin...