Asılacak oğlunu babasına seçtirdiler!
Abone olDönemin İstiklal Mahkemeleri'ni anlatan Prof. Mete Tunçay'dan ürpertici örnek: Asılacak oğlunu babasına seçtirdiler!
Taraf Gazetesi'nden Neşe Düzel'in ünlü tarihçi
Profesör Dr. Mete Tunçay'la yaptığı söyleşinin
üçüncü bölümünde Cumhuriyet'in kuruluşunda yaşanan birbirinden
ilgi çekici olaylara yer verildi. Cumhuriyet dönemi İstiklal
Mahkemeleri'nin dehşet saçtığını anlatan Prof. Tunçay, o dönemde
"biri eski bakan,iki İtihatçı mahkum oldular. Halkın içine
mahkum olarak çıkamayız deyip karara itiraz edince tekrar
yargılanıp asıldılar" diye konuştu.
Tunçay'dan bir başka ürpertici örnek: İstiklal Mahkemesi
iki asker kaçağı kardeşi yargılıyor. Babaya 'Biri asılacak, biri
askere gidecek. Hangisini asalım, seç' diyor...
İşte Düzel'in Tunçay'la yaptığı röportajın üçüncü bölümünün tam
metni:
Takrir-i Sükun Kanunu, Cumhuriyet’te neyin bitişidir ve
neyin başlangıcıdır?
Cumhuriyet’in ilanı o kadar önemli bir şey değildir. 29 Ekim 1923
sembolik olarak tabii önemlidir ama… Cumhuriyetin ilanının bir
hafta öncesiyle bir hafta sonrası arasında hiçbir fark yoktur. Ama
Takrir-i Sükun’un üç gün öncesiyle üç gün sonrası arasında dehşet
bir fark vardır.
Takrir-i Sükun’un öncesiyle sonrası arasında ne fark
var?
Bu kanunun uygulanmasıyla her şey, bütün hayat değişiyor.
Cumhuriyetin kimliği belirleniyor. Meclistekiler kuzu gibi oluyor,
hükümet ne isterse yapıyor. Takrir-i Sükun öncesinde daha
özgürlükçü olan cumhuriyet, Takrir-i Sükun Kanunu’ndan sonra
diktatöryal bir cumhuriyet oluyor. Eleştiriler yapabilen bir basın
varken, gazeteciler Diyarbakır’daki İstiklal Mahkemesi’ne
gönderiliyor. Hatta o sırada genç bir politikacı olan Avni Doğan’a
da savcılık görevi düşüyor. Avni Doğan, İçişleri Bakanı’na mektup
yazıyor. Ben o mektubu Türk Tarih Kurumu’nun Atatürk Merkezi’nde
buldum ve kitabımda kullandım.
İstiklal Mahkemesi Savcısı mektupta ne
diyor?
İçişleri Bakanı’na özetle şunu diyor. ‘İsmet Paşa bu adamların
asılmasını, cezalandırılmasını istiyordu. Ama Atatürk’ten başka bir
haber geldi. . Bunların affedilip işlerine dönmeleri isteniyor.
Maalesef aramızdan bazıları sanıklara bunu açıkladı. Size
yalvarırım, yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal. Biri
cumhurbaşkanı, diğeri başbakan. ‘Ne söylerseniz onu yapacağım ben’
diyor. Ve, Atatürk’ün istediği oluyor. Gazeteciler özür dileme
telgrafı çekiyorlar ve affediliyorlar. Bizde cumhuriyet lafı,
demokrasiyle birlikte düşünülür ya.... İşte bu doğru değildir.
Cumhuriyet sadece devlet başkanlığının, saltanatın babadan oğula
geçmediği bir sistemdir. İyi ki Atatürk’ün çocuğu yoktu...
Cumhuriyetin kuruluşundaki İstiklal Mahkemeleri tam olarak
ne tür mahkemelerdi?
Milli Mücadele sırasında asker kaçaklığını önlemek için
milletvekillerinden kurulan mahkemelerdi önce bunlar.
Yakaladıklarına bazen sopa atar bazen de ibret-i alem olsun diye
bir, ikisini asarlardı. Takrir-i Sükun’dan sonra kurulan İstiklal
mahkemeleri ise tam bir felaket oldu. Cumhuriyet devrimlerini ilan
etme cesareti zaten bu mahkemeler kurulunca gösterildi. İşe,
şapkayla başlandı. Rakamlar, saat, alfabe değiştirildi.
Şapka nedeniyle çok kişi asıldı mı?
Türkiye’nin her yerinden 20-30 kişi asıldı. 1926 yılına
gelindiğinde… İzmir’de Atatürk’e suikast teşebbüsü ortaya
çıkarıldı. kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy dahil olmak üzere
muhalefet tutuklandı. Mahkeme Başkanı, Karabekir’i serbest
bıraktıran Başbakan İsmet Paşa’nın bile tutuklanmasına karar verdi.
Atatürk araya girdi de İnönü kurtuldu. İstiklal Mahkemeleri’nde
korkunç şeyler yaşandı.
Atatürk’ün haberi olmadan İsmet Paşa tutuklanabilir
mi?
Haberi olmadan olmaz tabii.
İstiklal Mahkemeleri’nde neler yaşanıyor peki?
Mesela biri bakanlık yapmış olan iki İttihatçı sanık on beş yıla
mahkum oluyorlar. ‘Biz memleketin içine sanık ve mahkum olarak
çıkamayız. Mahkumiyet kararına itiraz edelim’ diyorlar. İtiraz
üzerine yargılama yenileniyor ve bunlar bu kez idama mahkum edilip
asılıyorlar. Kısacası bu süreç, İttihat Terakki’nin hesabını görme
sürecidir. O sırada yurt dışında olan Rauf Orbay da Atatürk’e
suikast girişiminden on yıla mahkum oluyor. Ülkeye Atatürk’ün
vefatından sonra dönüyor. İsmet Paşa bütün bu eski muhalifleri
topluyor ve Rauf Bey Londra sefiri, Kazım Karabekir de tekrar
milletvekili ve Meclis Başkanı oluyor.
Halk, İstiklal Mahkemeleri hakkında neler
düşünüyordu?
Herhalde halk dehşet duyuyordu.
İstiklal Mahkemeleri hakkında fikirlerini söyleyebiliyorlar
mıydı?
Hayır söyleyemiyorlardı. İstiklal Mahkemeleri’nin, İskilipli Atıf
Hoca örneğinde olduğu gibi ‘zulüm’ denebilecek icraatları var.
Hoca, ‘Frenk Taklitçiliği ve Şapka’ isimli bir kitap yazıyor ve bir
sene sonra şapka devrimi yapılıyor. Adamı bir sene önceki
kitabından ötürü asıyorlar. Mesela… Bir adamın iki çocuğu asker
kaçaklığından yargılanıyor. İstiklal Mahkemesi, adama,
‘oğullarından birini idam edeceğiz, birini de askere göndereceğiz.
Hangisini asalım, seç’ diyor.
Hangi evladın idam edileceği kararını babaya mı
verdiriyorlar?
Evet. Adamın bayıldığı anlatılıyor.
Atatürk’ün en çok çekindiği kişi kim?
Karabekir’den de, Orbay’dan da çekineceğini sanmıyorum.
O zaman niye muhalefeti bu kadar sert bir biçimde tasfiye
ediyor?
Onların arkasındaki halktan çekindi. Terakki Perver Fırka’nın
tüzüğünde, ‘bizim partimiz efkar ve itikat-ı diniye saygılıdır’
diye bir laf vardı. Bu, irticaya destek olarak gösterildi ama
Terakki Perver Fırka aslında liberal bir hareketti. Kazım
Karabekir, bazen Cuma’ya gidiyor olsa da, M.Kemal kadar Batı’ya
açık biriydi. Cebesoy, kendisiyle ilgili Nutuk’ta anlatılanları
yalanlar.
Atatürk, Nutuk’ta Cebesoy için ne diyor?
‘Ankara istasyonuna omuzunda flintayla çeteci kılığıyla geldi. Koca
cephe komutanı Çerkez Ethem’in maiyetine girmiş gibiydi’ diyor.
Cebesoy, Atatürk’ün ölümünden sonra yayınladığı anılarında, ‘Bu
tamamen yalan. Beni Moskova’ya niye sürdüler biliyor musunuz? Kazım
Karabekir Paşa’yla ben, Milli Mücadele için İstanbul’a karşı
Doğu’da mücadele etme azmindeydik. M. Kemal ise İstanbul’la
ilişkileri yumuşak olan İsmet Paşa’yı ve Fevzi Çakmak’ı kullanmayı
tercih etti. Biz olduğumuz sürece M. Kemal İstanbul’la uzlaşamazdı’
diyor.
Sizce bunlar gerçek mi?
Ben bu iddiayı inanılır buldum. Kazım Karabekir kendi anılarında,
Cebesoy kadar ileri gitmedi. O, Atatürk için sadece, ‘Onu,
Sakarya’da mareşal yaptılar. Aslında o, Sakarya’da ‘çekilme’ emri
vermişti. Fevzi Paşa, çekilmeyi erteletti ve sabaha Yunanlılar
çekildi. Bizimki mareşal oldu’ diyor.
Bazıları Nutuk’a, tartışılmaz, mutlak bir metin gibi
bakıyor. Niye sizce?
Nutuk, ne yazık ki 1919-1938 dönemine bir temel çerçeve getirdi. Bu
çok sakıncalı şey. Nutuk’a inanacak olursak, Karabekir nankör ve
hain biri. Halbuki Karabekir, ‘Milli mücadelenin ilk zaferi,
Doğu’da benim sağladığım zaferdir’ diye yırtınıyor. Ama Nutuk’ta
Milli Mücadele sanki Birinci ve İkinci İnönü’yle başlıyor.
Ordu, Atatürkçü bir kurum ve herkesin de Atatürkçü olmasını
istiyor. Atatürkçülük nedir?
Atatürkçülük, toplumun Batı’daki gibi bir toplum olması için,
modernleşmesi için gerekirse toplumun zorlanmasını savunan bir
anlayıştır. Çünkü doğrunun ve iyinin ne olduğunu onlar bilirler.
Mesela başı örtmek geriliktir. Onun için başı örtmeyeceksin ve başı
örtülü karısı olanı orduda tutmayacaksın. Atatürkçülüğe göre, dini
gizli yaşayabilirsin ama ibadetini görünür hale getirmeyeceksin.
Cumaya gitmeyeceksin. Namazını evinde kılacaksın. Düşünün… İsmet
Paşa öldükten sonra, onun mütedeyyin bir tarafının olduğu
anlaşıldı. İsmet paşa dini, hiç kullanmadı. Bir yere gittiğinde,
‘Biraz Allah’tan, Peygamber’den bahset denildiğinde,
‘Allahaısmarladık diyeceğiz ya’ dedi.
Atatürk, cumhuriyeti bir tek parti rejimi olarak kurdu. Tek
parti rejimi ile Atatürkçülük arasında nasıl bir bağ
var?
Aynı şey. Bulgaristan’da, ‘Dimitrov, Bulgaristan’ın yetiştirdiği en
büyük adamlardan biridir’ diye yazıyordu. Tarihçi arkadaşıma,
‘Bizde olsa hemen ‘en’ kelimesi kullanılır. Siz neden en büyük
demediniz?’ diye sordum. ‘Olmaz’ dedi. ‘Dimitrov’a en büyük
demekle, bu Jivkov eşeğin biridir mi demek istiyorsun?’ dedi. Bu
cevabı, bana müthiş bir aydınlanma oldu.
Nasıl bir aydınlanma?
Çünkü sonradan gördüm ki, Atatürk’ün büyüklüğü, İsmet Paşa’ya
muhalefet olarak ortaya atılıyor ilk defa. İsmet Paşa,
cumhurbaşkanı olunca, doğal olarak paraya pula kendi resmini
koyduruyor. Muhalifler, ‘Atatürk büyüktü sana ne oluyor?’ demeye
başlıyorlar. ‘Atatürk büyüktü’ demek, ‘sen büyük değilsin’ demek
oluyor. Bir süre sonra İsmet Paşa ve Halk Partisi uyanıyor ve
‘tabii Atatürk büyük ve bizim partimizi o kurdu’ diyorlar. Böylece
bir açık artırma ve Kemalizm ululaması başlıyor.
Atatürkçülük’de demokrasi, insan hakları yok. Bugün
Atatürkçülük dediğimizde ‘demokrasisiz’ bir yapıdan mı söz
ediyoruz?
Evet.
Atatürk’ün kurduğu ‘tek parti’ rejimini ordu bugün hala
savunuyor mu?
Resmen savunmuyor ama… Orduda, ana muhalefette ve yüksek
bürokraside paylaşılan bir anlayış bu. Kökeni ne olursa olsun,
ister din eğitimi almış, İmam Hatip’i bitirmiş olsun, ister din
eğitimi almamış olsun, üniversiteye hak edenin girmesi gerekir. Ama
İmam Hatipliler daha çalışkan çocuklar diye korkuyorlar ve onları
bastırmak istiyorlar. Ülkedeki hakimiyetlerini sürdürmek için de,
‘biz kontrol etmezsek, dinciler her şeyi değiştirir’ diyorlar.
Ordu, Atatürk’ün ölümünden sonra onun bazı konuşmalarını
sansür etti mi?
Meclis’te yapılan konuşmalar örtülemezdi ama en azından bazıları
öne çıkarılmadı. Mesela Milli Mücadele’nin İslam milletinin
mücadelesi olduğu gibi sözlerini öne çıkarmadılar. Aslında çok
ilginç bir şey var ve bunun üzerine hiç gidilmedi. 1940 yılına
kadar Halk Partisi’nin Güneydoğu’da teşkilatı yoktu.
Bugün de milletvekili yok… CHP Doğu’da niye
örgütlenmedi?
Başlangıçta Urfa teşkilatı varmış ve kapatılmış. Düşünün, ülkede
tek parti var ülkenin bir bölümünde örgütlenmiyor. Milletvekilleri
oralara tayin ediliyor. Mesela Selanikli olan Naci Yücekök Muş
milletvekili yapılmış. Adam Muş’u görmemiş. Bütün bunlar, Kürtleri
kontrol etmek için yapılıyordu. Orada parti teşkilatı olsa,
partinin kongresine ve Meclis’e Kürtler gelecek.
Atatürk Kürtlere özerklik vermekten ne zaman
vazgeçiyor?
Atatürk, Kürtlere, mahalli muhtariyet vermekten söz ediyor.
Kendisinin yeteri kadar güçlü olduğunu anlayınca, bundan
vazgeçiyor. Mesela Atatürk’e, ‘Doğu’ya okul mu yapalım, yol mu’
diye soruyorlar. ‘Yol yapın, ordu girebilsin’ diyor. Nitekim yol
yapılıyor Doğu’ya. Atatürk, Doğu’da bir hayli bulunmuş.
Diyarbakır’da evi var. Kürtleri yakından tanıyor. Mustafa Kemal’in
özelliği ne diye hep düşünmüşümdür.
Özelliği nedir sizce?
1919’da Samsun’a indiğinde böbrek sancıları tutuyor ve Havza’da
kaplıcalara gidip bir ay kalıyor. O sırada ‘memleketin sahiplerine’
mektup yazıyor. Mustafa Kemal, kimin, memleketin sahibi olduğunu
biliyor. Doğu’daki Kürt beyleri, şeyhler de var mektup yazdıkları
arasında. ‘Efendi hazretleri sizinle şurada teşerrüf etmiştik. Ben
o hatırayı hep zihnimde taşıyorum’ türünden mektuplar yazıyor.
Yani…
Bu memleketi hareket ettirecek manivelalar kimlerin elinde Mustafa
Kemal biliyor. Onun bu memlekete hakim olması şaşırtıcı değil.
Hangi ipi çekeceğini biliyor o. M. Kemal, bir taraftan da dehşet
küstah biri. Fikrinizi sorup, özgür cevap verdiğinizde hakaret
ediyor. Ancak ona boyun eğenlere yaşam hakkı tanıyor.
İsmet paşa boyun eğdi mi?
Herhalde. Eğmediği zaman başbakanlıktan atıldı.
İsmet Paşa’nın orduyla ilişkileri neydi?
O da ilginç. Bir, iki yıl önce çıkan güncesini okurken biraz da
irkildim. Büyük Taarruz’u yazıyor ve kendisinin neler yaptığını
anlatıyor. Cephe komutanı adam. Biz, bunu o kadar Atatürk’e mal
etmeye alışmışsız ki… Aslında Atatürk, Nutuk’ta 19 Mayıs öncesini
hiç anlatmıyor. Atatürk’ün Sadrazam İzzet Paşa’nın kabinesinde
bakan olmak istediği dönem bu.
Atatürk’ün iki yönü var. Bir siyasetçi, bir de asker yönü
değil mi?
Evet ama, siyasette de asker gibi davranıyor, önce karşısındakini
bölmeye çalışıyor. Karşısındaki cepheyi bölüp, bir kısmını esir
alıyor, öbür kısmını da ortadan kaldırıyor. Mesela sol muhalefete
karşı bunu yapıyor. Yeşil Ordu diye bir cemiyet kuruluyor. Atatürk
Yeşil Ordu’yu bilmediğini söylüyor ama doğru değil. Bunu başından
beri biliyor. Yeşil Ordu’cuların bazılarına, ‘bırakın bu Yeşil
Ordu’yu, siz düpedüz komünist olun’ diyor. Türkiye’de Büyük Millet
Meclisi döneminde 17 Ekim 1920’de ilk kurulan parti Türkiye
Komünist Fırkası’dır. Yeşil Ordu’yu önce bölüyor, sonra yok
ediyor.
Bu ülkede asla kaldırılmayan, memurların dokunulmazlığını
sağlayan bir ‘geçici’ yasa vardır. Bu cumhuriyetin koyduğu bir yasa
mıydı yoksa Osmanlı’dan kalma bir yasa mıydı?
Osmanlı’dan kalma bir yasadır bu.
Neden memurlar, hukukun dokunamayacağı bir konumda
tutuldu?
Geleneksel yönetimin gereği olmalı bu. Bugün modernlikten
bahsederken, çağdaş demokrasinin temel ihtiyacı olarak, ‘şeffaflığı
ve hesap verebilirliği’ öne çıkarıyoruz. Ordu için bu çok
zordu.
Devlet görevlilerin işlediği bilinen ama bu suçlardan
yargılanmadığı olaylar oldu mu?
Atatürk’ün son zamanlarında yaverliğini yapan biri vardı.
İstanbul’da metresini öldürdü. Deli raporuyla serbest bırakıldı.
Birkaç ay sonra da milletvekili seçildi. Bundan daha iyi örnek olur
mu?
Bugünkü devlet ve hukuk anlayışımızla cumhuriyetin
kuruluşundaki anlayışlarımız arasında farklar var
mı?
Cumhuriyet’in kuruluşunu, hep bitmiş tükenmiş, işgal altına girmiş
bir ülkenin ayağa kalkması diye düşünmek lazım ama… Atatürk’ün
zamanında da liberalizm olabilirdi. Tam tersi, Osmanlı
Meşrutiyeti’nin ve Birinci Türkiye Millet Meclisi’nin havasından ve
o kavramlardan geriye gidildi. Kürt isyanı falan bahane edildi.
Şunu bilmek lazım. Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası’ndakiler
mürteci değillerdi. O fırka sürdürülebilirdi. Ama çok kötü bir
sistem olan terk parti sistemi tercih edildi. Zaman zaman bu
sıkıntıyı Atatürk de hissetti.
Neyi Hissetti?
1930’da Fethi Okyar’a ‘benim gençliğim Abdülhamit istibdadına karşı
mücadeleyle geçti. Şu hale bak. Bugün gözümü kapatacak olsam,
arkamda bırakacağım şey bir diktatörlük manzarası’ dedi.
‘Başka türlü olamazdı’ deniliyor. Olamaz
mıydı?
Biraz daha cesur davranabilseydi... Halktan korkmasaydı,
olabilirdi. Ama halkın geri olduğunu düşünüyor.
Halktan korkuyor mu?
Karışık bir duygu içinde. Herhalde hem hakir görüyor, kızıyor, hem
de endişe ediyor. Mayıs 1919’da Kaplıca’dayken tuttuğu defterde,
‘Ben bu kadar okumuş yazmış, yüksek fikirlere erişmiş bir adamım.
Şimdi kendimi halkın derekesine mi indireceğim? Yok… Yapmam gereken
şey, halkı benim seviyeme getirmek’ diyor. Halkı kendi seviyesine
getirmek, o kadar kolay yapılacak bir şey değil. Bunu yaptığında,
diktatörlük falan oluyor işte o zaman. Ama şunu da söylemek
gerekir. M.Kemal’in hakikaten büyük bir prestiji var toplum
üzerinde. Sürekli dayak yemiş bir toplum, ilk defa zafer kazanmış
bir komutanı çok seviyor. Toplum ona tapıyor.
Son soru… Darbecilik neden bizim ordunun yerleşik bir
parçası haline geldi?
Sonuç veriyor da ondan. Uzun yıllar Harbiye Nazırı olan Mahmut
Şevket Paşa’nın Babıali Baskını’yla 1913 yılında İttihatçılar
tarafından sadrazam yapılması çok önemlidir. Babıali baskını,
darbecilerin 1960 darbesinden önceki, ilk elbiseli provasıdır.
Sonra 1960 oldu ve arkası geldi. Ama bundan sonra darbelerin
yapılamayacağı görülüyor. Çünkü darbelerin eskisi gibi sonuç
veremeyeceği anlaşılıyor.