Asıl sen kimsin Altaylı?
Abone olKim bu Haydar Baş haberine BTP'den sert tepki geldi. Parti "Asıl şöyle sormak lazım: Ya sen kimsin?" diye sordu.
Son zamanlarda ülkemizin varlığı ve birliğine yönelik saldırı ve
tehditler kaygı verecek boyutlara ulaşmıştır. Özellikle AKP
iktidarı ile hızlanan tavizkar politikalar neticesinde AB’ye üye
olmak, ABD ile birlikte hareket etmek, İMF politikalarını uygulamak
adına ülke çıkarları için büyük tehditler olabilecek icraatlara
imza atılmıştır.
Kıbrıs’ta uygulanan yanlış stratejiler neticesinde yavru vatanın
kaybedilmesi noktasına kadar gelinmiştir. ‘Kıbrıs sırtımızda yük’,
‘çözümsüzlük çözüm değil’ diyenlerin ‘Annan Planı’nı dayatmalarının
telaşı, bugün ortaya çıkmıştır. 500 milyar dolarlık petrol ve
doğalgaz rezervleri Rumlara ve global aktörlere teslim edilmeye
çalışılmıştır, çalışılmaktadır.
Uyum yasaları adı altında ülke bütünlüğü için tehlike arz eden
yasalar bir bir yürürlüğe girmiştir. Terör azmıştır.
Tapu Kanunu, Köy Kanunu gibi kanunlar değiştirilerek vatan
topraklarımız yabancılara pazara çıkarılmış, Hatay, Mardin gibi
bazı illerimizdeki satışlar tehdit sınırına ulaşmıştır.
İmar yasasındaki değişiklikle binlerce kilise evi açılmış,
emperyalist güçlerin sömürü vasıtası olan misyonerlik faaliyetleri
had safhaya ulaşmıştır.
Çıkarılan İkiz Yasalarla ‘self determinasyon’ kabul edilmiş,
ülkemizin bölünmesinin önü yasal olarak açılmıştır.
Özelleştirme adı altında stratejik önemi haiz ve yüksek karlı Türk
Telekom, Tüpraş gibi kurumlarımız adeta altın tepside yabancılara
sunulmuş, bankacılık sektörü yabancıların kontrolüne geçmiştir.
İşlenmemiş haliyle 3 katrilyon dolar değerindeki maden ve yer altı
kaynaklarımız yine 5-6 yabancı şirket tarafından kapışılmıştır.
Kaynayan kazan konumunda olan yakın bölgemiz Ortadoğu’da dış
siyasetimiz ABD güdümünde şekillenmekte, kırmızı çizgilerimiz git
gide silinmektedir.
Irak fiilen bölünmüştür. Nüfus oyunlarıyla özbeöz Türkmen kenti
Kerkük elden çıkmaktadır. Sırada bekleyen Suriye ve İran’a karşı
siyasi iktidar sahipleri BOP’un taşeronluğuna soyunmuş, bu oluşumun
başkentinin Diyarbakır olacağını ilan etmiştir.
Özetle, ateş çemberindeki ülkemizi badirelerden kurtaracak
şahsiyetli, basiretli, milli bir politika izlemek şöyle dursun,
adeta ateş körüklenmekte, çember daraltılmaktadır.
Üstünde durduğumuz topraklar ayaklarımızın altından kaydırılırken,
mütareke basını ve sözde muhalefet ise ‘üç maymunlar’ı oynamakta,
‘canbaza bak’ oyunu ile milletimizin dikkati dağıtılmaktadır.
İşte tam bu noktada, bütün tehditlerin altını kalın çizgilerle
çizen ve bunları savuşturacak yolları gösteren, devleti-milleti,
askeri-sivili, yaşlısı-genci, kadını-erkeği bir ve bütün, tek
yumruk yapacak yapı harcının bizzat formülü ve adresi olan,
ülkemizi süper güç haline getirecek vizyon ve basirete sahip Genel
Başkanımız PROF. DR. HAYDAR BAŞ ve BAĞIMSIZ TÜRKİYE PARTİSİ, iştahı
kabarmış, gözü dönmüş global aktörlerin önüne adeta duvar
örmüştür.
Prof. Dr. Haydar Baş ve Bağımsız Türkiye Partisi gönüllüleri,
insanımıza ülkemizin düşürülmek istendiği uçurumu ve ülkemizi
dipten zirveye çıkartacak modeli göstermiştir.
BTP güneşinin karşısında suçüstü yakalanıp paniğe kapılanlar, bu
sefer öfkeden ne yapacağını bilmez bir halde, boğa misali gördüğü
her kırmızıya saldırmaya başlamıştır. Milletimizi sindirmeye
yönelik başlattıkları pskilojik harekatın önünde tek engel olarak
gördükleri Prof. Dr. Haydar Baş ve onun şahsiyetinde BTP’yi bu
sefer balçıkla sıvamaya kalkmışlardır.
Mütareke basının bazı kalemşörleri ve yazar esnafı da maalesef bu
kampanyanın taşeronluğuna soyunmuştur.
Ülkemiz üzerinde oynanan oyunların bir adımı olan ve bu şekilde
kullanılmak istenen Hrant Dink cinayeti sonrası yaşanan gelişmeleri
iyi analiz etmemiz gerekiyor. Bu menfur cinayet sonrasında,
cinayetin arkasındaki güçler bu cinayet ile vatana millete maddi ve
manevi değerlere sahip çıkan, bağımsızlığı müdafaa eden, tutarlı ve
şahsiyetli iç ve dış politika isteyen anlayış ve düşünceleri töhmet
altında bırakmaya çalışmışlardır. Ayrıca gündem değiştirilmek
istenmekte milletimizi yakından ilgilendiren bir kısım gelişmeler
yüce milletimizin gözünden kaçırılmak istenmektedir.
Bu tam bir hedef saptırmadır
Sonrasında yaşanan gelişmelere baktığımızda; “bu cinayet kimin
menfaatine hizmet etmiştir?” sualine cevap bulmak suretiyle,
cinayetin kimler tarafından ve niçin işlenmiş olduğunu
çözümleyebiliriz.
Bu cinayet AB nin istediği tavizlerin verilmesi için bahane olarak
kullanılmaktadır.
Bu cinayet ile Kerkük meselemizin üstü örtülmüştür.
Bu cinayetin gölgesinde alelacele petrollerimizi ecnebilere peşkeş
çeken Petrol Yasası çıkartılmıştır.
301. maddeden Türklüğün aşağılanmasını suç sayan düzenlemenin
kaldırılması istenmektedir. Hâlbuki 301.madde de ifade özgürlüğü
kısıtlanmamakta, eleştirinin suç olmayacağı açıkça belirtilmekte;
yalnızca aşağılama suç olarak tanımlanmaktadır. Bu maddeden Türk
Milletinin aşağılanmasını suç sayan hükmünün kaldırılmasını
isteyenlerin hedefinin Yüce Milletimiz olduğu ortaya çıkmıştır.
Cinayet tam olarak aydınlatılmadan bir kısım medya, devletin
bağımsızlığını, ülkemizin bölünmez bütünlüğünü, maddi ve manevi
değerlerini, milletin birlik ve beraberliğini, asker ve sivilin
bütünleşmesini savunan, işgal ve sömürüye karşı çıkan, milletimizin
kalkınmasını Milli Ekonomi Modeli ile gerçekleştirmek isteyen,
devlet politikalarımız bağlamında milli duruşu vazgeçilmez kabul
edenleri töhmet altında bırakmaya çalışmıştır.
Topraklarımızın ve madenlerimizin ecnebilere peşkeş çekilmesine
asla rıza göstermeyenleri iftiralarla karalamaya
çalışmışlardır.
Misyonerliğin milli ve dini bütünlüğümüze yönelik bir tehdit
olduğunu ifade edenleri, adeta baskı altına ve kıskaca almaya
çalışmışlardır.
Halbuki kamuoyunun bugünlerde öğrendiği üzere, cinayetin
işleneceği, 17 Şubat 2006 tarihinde Trabzon Emniyeti'nin yazdığı
yazılarla ilgili bütün kurumlara bildirilmiştir. Buna rağmen
Hükümetin hiçbir tedbir almaması baş sorumlunun hükümet olduğunu
göstermektedir. Hal böyle olmasına rağmen, Güneri Civaoğlunun
yazısında da belirttiği üzere, Başbakan sorumluluktan kurtulmak,
dikkatleri başka tarafa çekmek için derin devlet tartışmasını
açmıştır. Nitekim tahkikat esnasında cinayet ile ilgili bazı
kişilerin bizzat emniyetçe görevlendirilmiş muhbirler olduğu ortaya
çıkmıştır. Bugün bu cinayette parmağı olanların, yarın bizim
aramıza da adamlarını sokarak haince töhmet ve iftiralarına zemin
hazırlayacakları aldığımız duyumlar arasındadır.
Ne tevafuktur ki aynı anda hükümetin sözcüsü olan bir kısım maaşlı
gazeteciler tarafından Genel Başkanımızın derin devletin adamı
olduğunu ima eden yazılar yazılmaya başlanmıştır.
ABD ve AB’nin Türkiyeli stratejik ortakları ve medyadaki
borazanları dillerinin altındaki baklayı çıkardılar. BTP’yi el
altından karalamaya kalkıştılar; tutmayınca, iftiralarına açık
adres eklediler.
BTP’ye ve Genel Başkanımız Prof. Dr Haydar Baş’a; “Vatana, millete,
sivile-askere, ekonomiye, köylüye-çiftçiye sahip çıkamazsınız;
çıkarsanız, iftira ve yalanlarla sizi karalarız” demeye
getiriyorlar. Ancak güneş balçıkla sıvanmaz.
Tezgahlanan hunharca cinayetlere ve iftiralara bakıldığında;
BTP’nin “devlet-millet ve sivil-asker birliğinin sağlanması
kaçınılmazdır, şarttır, zaruridir, bu birlik ve bütünlüğe mecburuz”
şeklindeki kanaati ve imanının ne kadar hayati ve ne kadar doğru
olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.
İftira sahipleri ve hunharca cinayeti iftira furyasına dönüştürmeye
çalışan odaklar; besledikleri medyalarda BTP’yi “devletin partisi,
askerin partisi” diye güya halk nezdinde karamaya çalışırlarken,
Türk askerine de “Bu adamlar Müslüman, dinci, tarikatçı, illegal
faaliyetleri yok ama niyetleri şu… ” gibi mesajlar vererek gönül
bulandırmaya çalıştılar, çalışıyorlar.
Bu oyun da tutmadı, tutmaz; BTP’yi “Türkiye’nin kurtuluşu için
devlet-millet ve sivil-asker bütünlüğü şart” inancından kimse
kopartamaz.
BTP Genel Başkanı, “tarikatçı” ithamlarına hukuk şamarı atmış ve
yıllardan beri milyarlarca TL tazminat kazanmıştır.
Hatta Prof. Dr. Baş, Türkiye’de ilk defa TCK. 163. maddeden haksız
itham sebebiyle devletten tazminat kazanmış bir hukuk adamıdır.
Hükümetin beslemesi bir medya tetikçisi, “Kim bu Haydar Baş” diye
soruyor.
Haydar Baş, vatanına, milletine, dinine, devletine, bayrağına,
sancağına, medeniyetine, köylüsüne-çiftçisine, amirine-memuruna
sahip ve sadık, proje ve çözüm sahibi Bir Türk oğlu Türk’tür. Prof.
Dr.Haydar Baş, laik demokratik sosyal bir hukuk devleti olan
Türkiye Cumhuriyetinin tam bağımsızlığına, devletin ülkesi ve
milleti ile bölünmez bütünlüğüne hayatını adamış; toplumun milli ve
manevi değerleri ile Anayasanın Genel Esaslar kısmında yer alan
ilkelere, demokratik kurallara ve kişi haklarına uygun olarak yüce
milletimizin birlik ve beraberliği için ilmi, fikri ve fiili
mücadele veren, devletinin ve milletinin menfaatlerini öne alan bir
yaklaşım ile çözümler üreten bir bilim adamı ve siyasi liderdir.
Prof. Dr. Baş bilime, ekonomiye, insan haklarına, dünya barışına ve
iletişime bulunduğu katkılardan dolayı şeref ve liyakat ödülleriyle
taltif edilen ve tüm dünyaya açık olan seçkin bir şahsiyettir. Aynı
zamanda Milli Ekonomi Modeli adlı bilimsel teziyle, ekonomi
alanında, sahasının uzmanı ekonomistler tarafından baş tacı
edilerek Nobel ödülüne aday gösterilen ve bütün dünyanın kabul
ettiği ünlü bir ekonomisttir.
Asıl şöyle sormak lazım: Ya sen kimsin?
Türk oğlu Türk’üm demek yerine, “Türkiyeliyim diyenlerden
misin?!
Yoksa Ermeni sopası kaldıranlardan mısın?!
Kim adına siyasi tetikçilik yapıyorsun?
Besleme medyadaki özel maaşlı siyasi tetikçi, “Televizyonlarda
yaptığı konuşmalar, normal bir siyasi partinin sonsuza kadar
kapatılmasını gerektirecek cinsten…” diyor.
Prof. Dr. Baş’ın hangi cümlesi, hangi ifadesi hukuk dışı… Hukuk
dışı bir tek cümlesi dahi yoktur, olmaz, olamaz…
Böylesi bir “hukuk dışı” iftirayı atanlar, iddialarını ispat etmek
zorundadırlar.
İspat edemezler ise, insanlıktan uzak ve şereften yoksun bir fiili
işlemiş olurlar.
Nazlı Ilıcak, hukuk dışı bir itham ile Prof. Dr. Baş’ı “Fetullah
Gülen’in can düşmanı” diye ilan ediyor.
Ilıcak, hangi akla hizmet ederek “hukuk dışı” biçimde halkın
arasına kin ve nefret tohumları ekmeye kalkışıyor, Prof. Dr. Baş’ı
birilerinin düşmanı göstermeye çalışıyor.
Prof. Dr. Baş, 7’sinden 70’şine akıllısı ile delisiyle bu milletin
tamamının sahibidir.
Prof. Dr. Baş’ın düşmanlarından bahis açılacak ise; onun
düşmanları, Yüce Türk milleti ve Türk vatanı üzerinde iştah
kabartan işgalcilerdir, ecnebilerdir.
Prof. Dr. Baş, söz konusu bu işgalcilerin içerideki taşeronların
ayıkmaları için çalışmaktadır, dua etmektedir. Türk milleti de bu
noktada, Prof. Dr. Baş ile aynı dua ve aynı kıbleyi
paylaşmaktadır.
Sayın Ilıcak, Prof. Dr. Baş’ın karşısına kendince “düşman üreterek
ve koyarak” hangi odaklara hizmet etmektedir?!
Prof. Dr. Baş, “misyonerlik ve dinler arası diyalog”un, ecnebi
işgaline zemin hazırlayan “sömürge yöntemleri”nden ve Vatikan
projelerinden olduğunu ispatlayan bilgi ve belgelere dayanarak,
akademik olarak inceleyen ve eserleriyle bunu ortaya koyan bir
fikir adamıdır. Hiçbir Türk evladı, Prof. Dr. Baş’ın bu
çalışmasından rahatsızlık duymamıştır, duymaz da…
Artık bu oyunlar bozulmuştur, Yüce Türk Milleti bu cinayetin
arkasındaki elleri görmektedir. Milletimiz, siyaset alanında
BTP’nin Vatanın ve Milletin tek sahibi ve çözümün adresi olduğunu
birkez daha fark ederek BTP ile bütünleşmiştir.