Aselsan ABD'nin ambargosu altında
Abone olOrdu için yazılım ve üretim yapan Aselsan, ABD'li firmaların ambargosu altında. ABD'li firmalar MSB'yi tehdit ederek, Aselsan'ı bitirmek istiyorlar. İşte iddialar...
ASELSAN’a on yıl danışmanlık yapan emekli Tuğgeneral Aytekin Ziylan, Aksiyon Dergisi'ne çarpıcı açıklamalarda bulundu... Ziylan, savunma sanayiinde tasarımı ve teknolojisi bize ait olmayan projelerin Türkiye’ye bir fayda sağlamayacağı inancını taşıyor. Savunma sanayii, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası ABD’nin silah ambargosu ile karşılaştığımız zaman aklımıza gelmişti. Aradan geçen 30 yıla rağmen bu alanda zaman zaman kayda değer gelişmeler sağlanmış olsa da bugün gelinen nokta kimseyi tatmin etmiyor. Savunma sanayii sektörü, Murat Bayer’in müsteşar olmasıyla yeni bir yapılanmaya girdi. Bazı projeler iptal edilirken bazıları yeniden ele alınıyor. Gelen mesajlar tasarıma ağırlık verileceği yönünde... Dünya devlerinin kıyasıya mücadele ettiği savunma pazarında Türkiye’nin etkili olup olmayacağını zaman gösterecek. 1990-2000 yılları arasında ASELSAN’a danışmanlık yapan emekli Tuğgeneral Aytekin Ziylan, ASELSAN dışında ele gelir bir savunma firmamız olmadığı görüşünde. Ziylan Paşa’ya göre savunma sektöründe bize özgü tasarım yapmadan ve teknoloji geliştirmeden uluslararası pastadan pay kapmak mümkün değil. -Türk savunma sanayiinde bugüne kadar sağlanan ilerleme tatmin edici mi? Bernard Lewis, “Türkler Avrupalılardan bir şey öğrenmeyi ilk kez İkinci Viyana Kuşatması’ndaki başarısızlıktan sonra düşündü” diyor. O zamana kadar Osmanlı İmparatorluğu en büyüktü. Bu yenilgi üzerine “Avrupalılardan bir şey öğrenelim” diyorlar. İşe ordudan başlıyorlar. Avrupa’nın silah sistemlerini almaya karar veriyorlar. Ancak ya silahı alıyorlar ya da o silahı yapan ustaları. “Avrupalılar bu silahı yapma yeteneğini nasıl kazandı, biz de bilimsel araştırma yapalım, teknoloji geliştirelim” demiyorlar. Hazır teknolojiyi alıp üretim yapıyorlar. Bir şeyi kullanmaya başladığımızda onun teknolojisine sahip olduğumuzu zannediyoruz. TÜRKSAT uydularımız oldu, uydu teknolojisine sahip olduğumuzu zannettik. Halbuki sadece kullanıcıyız. Ne zaman mühendislerimizin geliştirdiği bir uyduyu uzaya göndereceğiz, işte o zaman uydu teknolojisine sahip olacağız. Hiç unutmam, Süleyman Demirel, Türkiye’de ortak üretim yapacak bir Japon otomobil fabrikasının açılışında ne kadar önemli bir teknolojiye sahip olduğumuzu anlatıyordu. Aslında Demirel de biliyordu ki orada yapılacak olan sadece üretim. Teknoloji geliştirme falan yok. Ülkemizdeki yabancı yatırımın çoğu böyle. Hatta son zamanlarda üretim alanlarından hizmet alanlarına doğru kaymış durumda. -Savunma sektöründe de öyle mi? Savunma sektöründe de durum farklı değil. Savunma sanayiinde bugün ASELSAN dışında araştırma geliştirmeye dayalı ürünü olan başka önemli bir şirket yok. Zaten geçmişteki büyük projelere baktığımızda önemli bir kaynağın “ortak üretim” yoluyla yabancı şirketlere gittiği görülüyor. Bunların çoğundan geriye dört duvar kaldı. İşte 1683’te de yapılan o değil miydi? -1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra bir gelişme olmadı mı? ASELSAN dışında olmadı. Var olanlar ise münferit şeyler. Zaten olsaydı, hâlâ ordumuzun ihtiyaçlarının yüzde 80’ini dışarıdan karşılıyor olmazdık. Türkiye’nin yapması gereken savunma harcamaları var. Bu harcamalar ulusal bir savunma sanayiinin kurulmasını zorunlu kılıyor. Türk savunma sanayii kendi ordusunun ihtiyaçlarının yarısını karşılayabilecek konuma gelse -ki bu yaklaşık 2,5-3 milyar dolarlık bir ciro demek- o zaman uluslararası düzeyde de rekabet gücüne kavuşur. -Kimi zaman FNSS gibi firmaların yurtdışına zırhlı araç sattığına yönelik haberler çıkıyor... Olumlu. Ama yetersiz buluyorum. FNSS yabancı ortaklı bir şirket. Platform üretiyor ve Türkiye’de platform üretim işçiliği çok ucuz. Bu nedenle özel bir projede hakikaten iyi bir potansiyel yakaladılar. Ancak ihracatın bu tip bazı özel projelerden bağımsız olarak, sürekli olabilmesi gerekiyor. Bunun için de özgün ürün ve teknoloji geliştirmek şart. Yoksa çok fazla katma değer oluşturamıyoruz. -Ülkemizdeki teknoloji geliştirmeye yönelik Araştırma- Geliştirme (Ar-Ge) projelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Gelişmiş ülkeler gayri safi milli hasılalarının yüzde 2-3’ünü Ar-Ge’ye ayırıyor. Türkiye’de bu binde 6. Bunu yüzde 1’e çıkarmak hedefleniyor. Ancak o da şüpheli. Şahsen bu oranın yükseltilmesini de yeterli bulmuyorum. Aynı zamanda, gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi teknolojiyi geliştirecek şirketlerimizi kamu alımlarıyla desteklememiz şart. -Hava Kuvvetleri Komutanlığı için uçak ihtiyacı doğdu. Bu ihtiyaç milli menfaatlere uygun olarak nasıl karşılanmalı? Avrupa ülkeleri nasıl bir yöntem izliyor? Uçak bir ana silah sistemidir. Ana savunma sistemlerini ayırmak lazım. Avrupa ülkelerinde gemiler, uçaklar, elektronik ve kara araçları için birer milli ana yüklenici vardır. Her ana sistemin bir tane firması vardır. Bazen iki tane olabilir. Dolayısıyla Avrupa ülkelerinde savunma sanayiinin alt sektörlerinde ana yükleniciler dört beş tanedir. Herhangi bir sisteme ihtiyaç duyulduğu zaman savunma bakanlığı ihtiyaç duyulan sistemin ana yüklenicisini çağırır. -Ana yüklenicinin milli firma olması şart mı? Şart. Teknik açıdan, idari açıdan, gizlilik ve güvenlik açısından şart. Avrupa’da, ABD’de ve İsrail’de de öyle. Genel olarak sanayinin, özelde savunma sanayiinin gücü, ulusal teknoloji yeteneğinin düzeyine bağımlıdır. -Avrupa’da bunu yasalar mı öngörüyor? Yasalar öngörmüyor, izin veriyor. Çünkü başka yolu yok. Savunma sistemleri ticaretinde serbest ticaret kuralları geçerli değil. Ülkeler savunma sistemlerini istedikleri şirketten alabilir. Aslında ülkeler; teknolojik düzeylerini yükseltmek için savunma sanayini bir araç olarak kullanıyor. Savunma sanayii dışındaki sanayii kollarında serbest ticaret kuralları geçerli olduğu için bir hükümet kendi milli şirketini destekleyemez veya desteklemekte zorluk çekebilir. -Bir savaş uçağı için gerekli yazılım ihtiyacını günün teknolojisine göre karşılayacak bir ana yüklenici firma var mı Türkiye’de? Bu soruya yalnızca “evet” veya “hayır” diye cevap vermek zorunda olsaydım, büyük bir gönül rahatlığıyla evet derdim. Diğer Türk yazılım şirketlerinin başarılarını basından takip ediyorum ama ASELSAN’ı içinden tanıyorum. Bu şirketimizin sahip olduğu yazılım mühendisliği gücünü biliyorum. Bu nedenle “teknik potansiyel” açısından rahatlıkla “evet” cevabını verirdim. Ama bu kadar basit değil. Şimdi bir savaş uçağı çok farklı düzeylerde ve karmaşıklıkta yazılım gruplarından oluşuyor. Örneğin uçağın manevra kontrol yazılımı ile uçağın donanım teknolojisi ve tasarımı iç içe girmiş durumda. Yani o yazılımı yazmak veya değiştirmek için uçağın tasarımcısı kadar bilginiz olması gerekiyor. Benzer şekilde uçağın yapacağı görevlerin kontrolünü sağlayan bilgisayar üzerindeki yazılımlar da aynı özelliğe sahip. Uçağınızın üzerinde bir kamera veya bir elektronik harp cihazı varsa bunların içinde de ayrıca kendi yazılımları var. Bu nedenle uçak örneğinde tek bir yazılımdan ve tek bir yazılım firmasından bahsedemeyiz. Ancak, şu olabilir: En üstte, sistem entegrasyonu düzeyinde, uçak donanımı tasarımcısıyla çalışacak bir ana entegratör firma ve bunların altında, alt fonksiyonlara ilişkin yazılımları geliştirecek alt yükleniciler olabilir. Görev bilgisayarı ayrı bir firmada olabilir. Faydalı yük dediğimiz, uçağa bağlanacak diğer cihaz ve sistemlere ilişkin yazılımlar elbette ilgili firmalarda geliştirilecektir. Bu alanlarda firmalar ülkemizde mevcut. Teknolojik yetenek veya yazılım geliştirme disiplini açısından yeterli birçok firma var; ama ülkenin bunlara verdiği özgün geliştirme projesi yok veya çok çok az. Özgün proje olmayınca bilgi birikimi de olmuyor. Bu firmalar beş sene güdümlü projelerle desteklenseler, bilgi birikimi için bu firmalara fırsat verilse, ben eminim altıncı senede ihracata başlayacaklar. Görebildiğim kadarıyla elektronik alanında Türkiye’de bu süreçten geçmiş ASELSAN’dan başka büyük sayılabilecek şirket yok. ASELSAN şu andaki deneyim ve bilgi birikimi ile birçok sistemi yapabilecek seviyede. -İhtiyaçlar nasıl belirleniyor? Milli Savunma Bakanlığı, ASELSAN’ı çağırıp ihtiyacı anlatır. Bunun nasıl karşılanacağı konuşulur. ASELSAN’dan 2000’de ayrıldım. Saydık 115 ürün yapılmış, 95’i Türk mühendisinin tasarımı. Bunların hepsi ileri teknoloji ürünleri. Bir yabancı firma ufak ve hafif elektronik harp kestirme cihazı aramak için Kore’ye gitmiş. Koreliler o firmaya “Bunlar için ASELSAN’a git bak” demiş. Aslında ASELSAN, bizim bu işi başarabileceğimizin en güzel örneği. -Sizin söylemleriniz serbest piyasa ekonomisine aykırı olarak anlaşılmıyor mu? Türkiye’yi toplumsal refahı yüksek bir ülke haline getirmek istiyorsak, bilim ve teknolojiye yatırım yapmak lazım. Araştırma geliştirmeye önem vermek gerekir. Devlet milli şirketlerden alım yaparak da destekler ulusal sanayiini. Ulusal sanayi, ulusal teknoloji ile gelişir ancak. Bütün sanayileşmiş ülkeler kendi ulusal şirketlerini desteklemişlerdir. Gümrüklerle onları korumuşlardır. Ancak sanayileştikten sonra “gelişme için serbest rekabet şarttır” sözünü söylemeye başlamışlardır. -Savunma Sanayii Politikası ve Stratejisi Belgesi’nde yerli firmalar konusunda bir ayrıcalık tanınması öngörülmüyor mu? Bazı somut tedbirler ilk defa o dokümana girdi; ama uygulanmıyor. O dokümanda savunma sistemleri üçe ayrılıyor. Birincisi gizli olması gereken sistemler, bu sistemleri mutlaka kendin yapacaksın. İkincisi kritik teknoloji ve sistemler. Bunları şimdilik ortak üretebilirsin. Ancak orta ve uzun vadede sen yapacaksın. Üçüncüsü diğer sistemler. Bu yapıldı doğru; ama “gizli ve kritik teknolojiler” hangileridir, Milli Savunma Bakanlığı her yıl yayınlamalıdır. Şunlar gizli bunlar kritiktir denilmeli ki belge çalışsın. Bu denmediği için belge uygulanmıyor. -Neden ilan edilmiyor? Yabancı şirketler bastırıyor. Siz bunu yaparsanız, biz malımızı kime satacağız. MSB’yi korkutmuşlar. Mesela ATAK helikopterinin görev bilgisayarının yazılımı gizli olması gereken bir sistemdir. Uçakların içinde radar ikaz almaçları var. Bu, uçağa yönelmiş bir füzeyi pilota haber verir. Kendisi otomatikman tedbir alır. Şimdi bu radar ikaz almacını yapan yabancı bir firma onun içine küçük bir virüs koyabilir. O virüsü yalnız o bilir ve onu da bulmak imkansız derecede zordur. O virüsü ileride kendisi bir kod göndererek aktif hale getirirse senin o radar ikaz almacın çalışmaz. Gelen füzeyi haber vermez. Dolayısıyla bu sistemin ve bu sisteme ait teknolojilerin gizli olması gereken sistem olarak beyan edilmesi lazım. İngiltere, Falkland Savaşı’nın ilk günlerinde çok sayıda uçak kaybetti. Araştırıp baktılar ki İngiliz uçaklarının radar ikaz almaçları sadece Sovyet bloku ülkelerinin füzelerini düşman olarak algılıyor. Arjantin’in elinde ise batı füzeleri var. Uçaklar, Arjantin füzelerini dost görüp tedbir almayınca kolayca düşürülüyordu. İngilizler 14 günde sistemlerinde gerekli değişikliği yaptı. Ondan sonra uçak zayiatları azaldı. Birinci Körfez Savaşı’nda Saddam’ın elinde çok güzel silahlar vardı. Çok iyi hava savunma sistemleri vardı. Hiçbirini çalıştıramadı. Bir tek uçak düşüremedi. Çünkü Batı’dan aldığı sistemleri Batılılar körletti. Dolayısıyla ilk Körfez Savaşı’nda Saddam’ın uçaksavar sistemleri, elektronik atış kontrol sistemlerini kullanamadı. Radarla değil, görerek ateş etmeye kalktı. Radarları açtıkları an radar ikazını alan uçak, “radara giden füzeyi” yolluyor, uçaksavar mevziini yok ediyordu. Amerikan Kongresi’nde yapılan konuşmalar var. Diyorlar ki, “Biz kredilerle başka ülkelere sattığımız silahların yazılımları içine birer tane virüs koyalım. İleride onlar bu silahları bizim amacımızın dışında kullanamasınlar. Ben ABD’nin istemediği bir ülkeye karşı uçağımı kullanmak istersem, ABD buna karşı geleceği için bir kod göndererek o silahı çalıştırmayabilir. Yazar Alvin Toffler “Savaş ve Savaş Karşıtı” kitabında ABD’de konuştuğu generallerin kendisine “Biz herhangi bir uçağı herhangi bir boylamı geçmesi halinde düşecek şekilde önceden ayarlayabiliriz” dediğini yazıyor. Dolayısıyla yazılımı kendimiz yapmamız lazım. Mesela ATAK Projesi’nde görev bilgisayarını TÜBİTAK’taki bir ekip yapacaktı. Ben onları tanıyorum. Fakat ABD “Hayır vermiyoruz, hazır alacaksınız” diye dayattı. -Savunma sanayii projelerinde yerli, yabancı şirket ayrımının yapılması gerektiğini düşünüyormusunuz? Bana göre ayrılmalı, ama ayırmıyorlar. “Türk Kanunları ile kurulmuş her şirket Türk şirketidir, milli-yabancı diye ayrılmaz” diyorlar. Aslında 20 Haziran 1998 tarihli “Savunma Sanayii Politikası ve Stratejisi” dokümanının ilk taslağında ayrılmıştı. Sonra itirazlarla milli kelimeleri çıkarıldı. Gizli olması gereken sistemler, “milli şirketlerce yapılır” denmiyor da, “uygun milli gizlilik dereceli tesis güvenlik belgesi” olan şirketlerce yapılır deniyor. EMEKLİ TUĞGENERAL AYTEKİN ZİYLAN KİMDİR? 1984’de Tuğgeneral rütbesi ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı MEBS Daire Başkanlığı görevi yapan Aytekin Ziylan, emekli olduğu 1990’dan beri ASELSAN’da danışman ve Askeri Uzmanlar Birimi Başkanı olarak çalıştı. 2000’de ASELSAN’dan emekli olan Ziylan, halen Uluslararası Muhabere Elektronik Derneği’nin Türkiye Başkanı. Bilim Teknoloji Politikaları Araştırma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi olan Ziylan, aynı zamanda Ulusal Strateji Dergisi Yayın Kurulu’nda görev yapıyor. Kaynak: Asiyon Dergisi