İktidar olanların muktedir olamamaktan yakındığı Türkiye’de
asker-sivil, siyasetçi-bürokrat ilişkilerinde normalleşmeye mi
gidiliyor? Sessiz sedasız başlayıp, 4 saatte biten ve askeri
yapının üst kademesinde dikkate değer değişimlerle sonuçlanan
Yüksek Askeri Şura bunun işareti olarak okunabilir mi?
Yakın tarihe kısa bir ufuk turu yapanlar, saatler süren gergin
MGK toplantılarında siyasilere dikte ettirilmeye çalışılan
kararları, bunlar gerçekleşmediği zaman DGM, Anayasa Mahkemesi vb.
yapıların devreye girerek siyaseti yeniden dizayn etme
hareketlerini, bu süreçte medyanın nasıl araçsallaştırıldığını
hemen hatırlayacaktır.
Eminim 20. yüzyıl Türkiyesini yaşayan herkes, her yıl Ağustos
ayı geldiğinde ülkenin sanki seçim sonucu bekler gibi YAŞ
kararlarına kilitlendiğini, kısa sürede Genelkurmay Başkanı ve
kuvvet komutanlarının isimlerinin hafızalara kazındığını
söyleyecektir. Şüphesiz yılların birikimiyle devlet bürokrasisinin
en üst kademelerine kadar gelen komutanların görev ve yetki
alanları dahilinde bilinmesi ve kamuoyunca da takdir edilmesi
önemli ve değerli bir husustur. Örneğin 15 Temmuz hain darbe
girişimine karşı gösterdikleri dik duruş ve canlarını ortaya
koyarak verdikleri mücadeleyle tarihe altın harflerle yazılan başta
şehit ve gazilerimiz olmak üzere tüm askeri kadrolarımız, emniyet
güçlerimiz ve vatandaşlarımız gibi övgünün en büyüğüne
layıktır.
Onların verdiği bu kahramanca mücadele sayesinde başta Türk
Silahlı Kuvvetleri olmak üzere devletin kurum ve kuruluşları,
kadrosu devlette, ipleri terör örgütlerinin ellerinde olan zevattan
ayıklandı, ayıklanmaya da devam ediyor. Son hain temizlenene kadar
da bu sürecin devam ettirilmesi, vatan, millet sevdalısı tüm toplum
fertlerinin beklentisi…
Konumuza tekrar dönecek olursak, geçmiş dönem Türkiyesinde
darbeci geleneğin de etkisiyle görev ve yetkilerini aşarak siyaseti
şekillendirmeye, hizaya sokmaya, siyasetçileri iç ve dış politika
meselelerinin dışında tutmaya, siyasal aktörleri sadece ekonomik
alana -o da son derece kısıtlı ölçülerde- hapsetmeye çalışan
bürokratik elitin olduğu tartışılmazdır. Topluma hesap vermek
durumundaki siyasiler bir sonraki imtihanlarına (seçimler) kadar
icraat yapabilmek, eserler ortaya koyabilmek için görevlerinin yanı
sıra bir de bu yapılarla mücadele etmek durumunda kalırlardı.
Merhum Menderes’ten itibaren Türk siyasetinde sıkça ifade edilen
“iktidar olduk ama muktedir olamadık” söylemi, esas itibariyle bu
sıkışmışlığın en yalın anlatımı olarak değerlendirilebilir.
Bu durumdan yavaş da olsa çıktığımızın emarelerini çok şükür ki
görmeye başlıyoruz. Askeri ve sivil
bürokraside demokratikleşme yolunda sessiz sedasız atılan adımlar
ve son karar vericinin milletin oylarıyla işbaşına gelmiş siyasiler
olduğunu idrak etme yönünde olgunlaşan bir duruş olduğu
görülmektedir. Son YAŞ kararları ve sonrasında yaşanan (daha da
önemlisi yaşanmayan) gelişmeler, kurum ve kurallarıyla işler bir
yapının oluşması adına mutluluk vericidir.
Bundan sonrası yüreği vatan aşkıyla çarpan, hukuka saygılı,
iplerini devlet dışı hiçbir oluşuma kaptırmamış, demokrasiye bağlı,
ülkesini büyütmeyi şiar edinmiş, liyakat sahibi bürokratik
kadrolarla yola devam edip, büyük ve güçlü Türkiye’yi inşa edecek
tuğlaları aralıksız olarak dizebilmektir.
Sözün özü istikamet üzere olunduğu müddetçe “hasta adam”
özlemlisi iç ve dış mihrakların işi bundan sonra yaş!