Arslan'ı Star'dan Ataklı kurtarmış
Abone olAyşenur Arslan yazı dizisinin son bölümünde Star'daki kabus dolu günlerinden nasıl kurtulduğunu yazdı. Arslan, kendisini Star Grubu'ndan kurtaran Ataklı'ya minnettar.
Ayşenur Arslan'ın uzun bir süredir Radikal 2 için kaleme aldığı
"Medyanın Yakın Tarihi" adlı yazı dizisi tamamlandı. Arslan,
TRT'den başlayıp, sırasıyla Güneş, Nokta, ATV, Star ve NTV'deki
anılarını kaleme alırken bir bakıma memleketten medya
manzaralarını da gözler önüne sermiş oldu.
Ayşenur Arslan'ın belki de en çok sıkıntı yaşadığı Star Grubu'ndan
kurtuluş öyküsüyle tamamladığı yazı dizisinin son bölümü en az
ötekiler kadar ilginç:
Melih Cevdet kim? Kenya nere?...
3 Kasım seçimlerinden sonra Can Ataklı Star'ın anchorman'i oldu.
Mete Çubukçu yakın tarihin bütün savaşlarını izledi.
Star, 30 yıllık medya serüveninin en zor durağı olmuştu. O duraktan
beni "kurtaran"sa, hayatımda tanıdığım en ilginç insanlardan biri,
Can Ataklı'ydı!
29/08/2004 (68 defa okundu)
AYŞENUR ARSLAN
Star Haber 24'e, program yapıp boşluk doldursun diye çağırmıştım
Can Ataklı'yı. Yakın dostu Rauf Tamer de, "Kuruma bir kez gir,
gerisi sonra gelir" diye yüreklendirmişti o dönemde. Can Ataklı,
işte böyle, bir geldi pir geldi! 3 Kasım seçimleri sonrası Star
İcra Kurulu, ana haberi Can Ataklı'nın sunmasını kararlaştırdı ve
kararı bana "tebliğ" etti.
Ülker Pınarbaşı ve ben, Star'da öyle şeyler yaşamıştık ki, doğrusu
bülteni kimin sunacağı bile ilgilendirmez olmuştu bizi.
Can Ataklı işe başladı. Ama bir sorunu vardı: Ücreti... Habire
odama gelip, "Koskoca Can Ataklı'ya bu para verilir mi!" diye
yakınıp duruyordu. Sonunda bir gün, dayanamayıp patlamıştım: "Can,
farkında mısın bilmiyorum ama sen bunları, senin aldığın parayı
almayan yöneticine, 'koskoca' Ayşenur Arslan'a söylüyorsun!"
"Haklısın ama" demişti, "Ben ekrana çıkıyorum. Bir adım, tanınmış
bir yüzüm var. Benden öncekilere bu kadar vermiyorlardı
herhalde."
Aslında belki de haklıydı. Çünkü medya patronları, yatırımlarını
hep ekran yüzlerine yapmamış mıydı! Onlara, milyon dolar transfer
paraları, -en azından 2000 krizine kadar- yüz bin doların altına
inmeyen maaşları verirken, "mutfaktakileri" hep unutmamış
mıydı!
O yüzlerin yanıbaşındakiler. Cephelere gönderilen, kızgın sıcak ya
da dondurucu soğuk altında saatlerce olay peşinde koşan
muhabirler/kameramanlar, montaj odasında gün ışığını unutanlar...
Hepsi bir kalemde silinip, her şey tek bir "yüz"ün hesabına
yazılmamış mıydı! Ve o "yüz"ler de sonunda, gerçekten kendilerini
başarının tek sahibi zannetmeye başlamamış mıydı! "Koskoca" Can
Ataklı'nın ne eksiği vardı sanki! Haklıydı vallahi! Ne yazık ki,
geçmişte olduğu gibi o günlerde de trajikomik olan, yalnızca bu
değildi. Ekranda, gizli bir savaş yaşıyorduk.
Önce Can Ataklı'nın sunduğu bizim bülten geliyordu ekrana. Hemen
ardından da Reha Muhtar'ın sunduğu, "hayatın içinden" benzeri bir
adı olan program.
Hem Reha hem de yönetim, bültenimiz hiç olmasa ne kadar
sevineceklerini hiç saklamıyordu. Bültenimizin süresi de kısaldıkça
kısalıyordu. Bir gün, dayanamayıp, yönetime yazdığım bir yazıyla
isyan etmiştim! "Yarım saatlik 'ana' bültenimizde şu haberleri
veremedik: Recep Tayyip Erdoğan'ın Brüksel temasları, Kenya'daki
çifte saldırıdaki gelişme, Melih Cevdet Anday'ın ölümü, Mustafa
Sarıgül'ün CHP'ye geçme kararı... Star seyircileri, bu haberlerden
haberdar olamadı belki, ama neyse ki, daha sonra, Telli Baba'nın
erkek değil kadın olduğunu öğrendi! Sevgilisini bir başka kadınla
görünce ortalığı birbirine katan kadınla tanıştı!.. Vs, vs, vs.
Üzüntümü ve mesleğim adına hayal kırıklığımı ifade edecek kelime
bulamadığım için, sadece 29 Kasım 2002 'durum özetini' aktarmakla
yetiniyorum.."
Aslında, bugün geri dönüp bakınca, onca yaşadıklarıma rağmen hâlâ
(hadi kendime salak demeyeyim de) bu kadar naif olabildiğime
şaşırıyorum. Star'da çalışıyor, hatta bir bakıma "rehin"
tutuluyordum. Kurumun başındakiler de, anlayışları da ortadaydı. Ve
ben hâlâ "haber de haber" diye tutturuyordum..
Hakan Uzan ve yöneticileri, Kenya'daki terör saldırılarından
haberdar mıydı! Melih Cevdet Anday'ın kim olduğunu biliyorlar
mıydı! Kimin umurundaydı bunlar!
Ana Haber sunucumuz, yani -aslında pekçok kişinin yanlış anladığı
bir kavramla- anchorman Can Ataklı bile, ekrana çıkıp "Yakın ahbabı
Derya Tuna'nın karda nasıl da kayıp düştüğünü" anlatmıyor
muydu!
Arkadaşlarım, her defasında bütün bunları hatırlatıyordu bana. Ben
de her defasında onlara hak veriyordum ama sonra yeni bir şey
oluyor ve benim ezberim yine bozuluveriyordu. Medyayı, haberi,
yaptığım işi ciddiye almak gibi bir "hastalıktan" kurtulamıyordum
bir türlü.
O medya beni oradan oraya savursa da, ödülleri, parayı, övgüyü
"başkalarının" hesabına yazıp, bana yorgunluktan başka bir pay
bırakmasa da, akıllanamıyordum! Can Ataklı'nın sunduğu Star Ana
Haber için bile hem kendimi hem de başta haber merkezinin
sorumluluğunu sırtlayan sevgili Ülker olmak üzere, yakın
arkadaşlarımı paralıyordum.
Çünkü hem işimi ciddiye alıyordum hem de bunu yıllarca omuz omuza
vererek oluşturduğumuz bir "haber anlayışına" karşı borç
biliyordum.
Yakın tarihin bütün savaşlarına tanık olmuş, yıllarını ve
enerjisini bir cepheden diğerine ölümle burun buruna harcamış Mete
Çubukçu'ya borçluydum. Ona eşlik eden kameramanlara, Vito'ya,
Mustafa Şap'a borçluydum. ABD Afganistan'ı bombalarken Pakistan'dan
yayın yapan, El Kaide'ye yakınlığıyla bilinen bir örgütün liderinin
"Başını örtmezse yayına çıkmam" tehdidine, "Ben Türkiye
Cumhuriyeti'nin kadınıyım. Başımı örtmem. İstemiyorsa çıkmayabilir"
diye yanıt veren ve sonunda o lidere boyun eğdirip "başı açık"
yayına alan Seda Erden'e borçluydum. Bunu, o günlerde ekibimizden
uzağa düşmüş olsa da, Onno Tunç'un uçağını aramaya çalışırken
Uludağ'da donarak ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Mehmet
Güç'e borçluydum.
Onlar ve yöneticisinden genç muhabirlere, pek çok kişi, ne
çabalarla bir "dil" kurmuştuk. İşte o dile borçluydum. Bu yüzden,
anlamsızlığını bile bile koşturuyordum. Neyse ki, "şafağa" sayılı
gün kalmıştı! Can Ataklı, Haber Merkezi'nin başına gelecekti.
En korkulan kişi
Haberi veren, Cem Uzan'ın liseden en yakın arkadaşı, Star'da da en
güvendiği yardımcısı, Engin Saydam'dı. Hem bu özelliği hem de
kişiliğiyle Star'ın "en korkulan kişisi" olmuştu. Ama bana göre,
Cem Uzan ve kurum için "varedilmiş" ve hayatını bütünüyle o varlık
nedenine adamış bir "mekanizma"ydı. Paranın idaresi, yani "güç"
ondaydı. Haberden anlamadığını itiraf eder, bu nedenle karışmazdı.
Yalnızca bir kez, "hayatımın esprisi" haline gelen bir olay için
devreye girmişti.
Beni odasına çağırmıştı. Çünkü söyleyecekleri, telefonda
anlatılamayacak kadar gizli ve önemliydi. Merakla gitmiştim. "Tansu
Çiller'i hemen arayıp, bunu Cem Uzan'ın talimatıyla yaptığınızı
özellikle belirterek yayına davet edeceksiniz". "Mümkün değil"
demiştim, "Bir kere benim, hemen arayıp bulacak kadar bir
samimiyetim yok Tansu Çiller'le. Üstelik, Cem Uzan'ın talimatıyla
yayına çağırdığımı söylemem, yalnızca beni değil, Cem Uzan'ı da
küçük düşürecek bir şey olur." "Ama bunu söylemeniz çok önemli.."
"Söylemenin başka biçimleri vardır. Zaten herhalde, bayram değil
seyran değil yayına çağrılmasının, Cem Uzan'ın daveti olduğunu
anlayacak kadar akıllıdır.." Konuşa tartışa, sonunda ikna etmiştim.
Ve Çiller, Star Haber'e canlı yayın konuğu olmuştu.
Hayatıma bu ve benzeri pek çok anekdotla giren Engin Saydam'ın
benim için bir önemi daha vardı: Bütün sözleşmeler gibi, benim
sözleşmem de onun kasasında duruyordu. Ve diğer arkadaşlarımıza
olduğu gibi, bana da sözleşmenin bir kopyasını, bütün ısrarlarıma
rağmen vermemişti.. "Olmaz" da demiyordu. Ya bulamıyordu ya da
aramayı unutmuş oluyordu! Ve böylece diğerleri gibi, beni de
Star'da elleri kolları bağlı, "rehin" tutuyordu.. İşte o Engin
Saydam, bu kez, beni "sonunda özgürleştirecek" haberi vermişti:
"Can Ataklı, Haber Merkezi'nin başına geçecek.." "Sizin açınızdan
çok isabetli olur" demiştim, "Ama benden onunla birlikte çalışmamı
isteyemezsiniz. Star'da pek çok şey yapmak zorunda kaldım. Bunu
yapmayacağım."
Normalde göstermesi gereken tepkiyi göstermemesinden, çoktan gözden
çıkarıldığımı anlamıştım. Açıkça ifade etmese de, beklediğim
"müjdeli haber" de aslında işte buydu. Nihayet, sözleşme tehdidiyle
defalarca yolumun kesildiği Star'dan ayrılabilecektim. O sevinçle
yerime döndüm. Durumu önce yakın arkadaşlarıma, sonra da Can
Ataklı'ya aktardım. İlginçtir, arkadaşlarım hiç şaşırmamıştı bu
gelişmeye. Ama her nedense Can Ataklı pek şaşırmışa benziyordu!
"Hay Allah" dedi, "Sen ne düşünüyorsun peki!" Engin Saydam'a
söylediklerimi birebir aktardım. İşte buna şaşırmamıştı! Doğrusu,
sonraki teklifine de ben şaşırmamıştım. "Eğer gitmek istiyorsan"
demişti, "Yardımcı olurum. Elimden geleni yaparım."
Gerçekten de Star'dan gitmemi o kadar istiyordu ki, bu konuda bana
yardımcı olabilmek için hiçbir fedakârlığı esirgemedi! Ve ben,
ardımda bir yandan çok sevgili arkadaşlarımı, ama bir yandan da
kabus gibi bir dönemi bırakarak Star'dan ayrıldım. Sevgili Cem
Aydın'ın çağrısıyla NTV'ye gittim.
NTV, Star'dan sonraki durağımdı, ama medya serüvenimdeki "son
durak" olmayacaktı..
Üç nokta yanyana
Yıllar önceydi. Beşiktaş'taki nüfus memurluğunda bir evrakın
peşindeydim. Görevli bir kadın, "Merhaba" dedi, "Siz Ayşenur
Arslan'sınız değil mi?" "Evet" dedim, ama panik halindeydim. Hain
hafızam bana yine oyun oynuyordu, çünkü kadını hatırlayamıyordum.
"Kusura bakmayın ama çıkartamadım bir türlü. Nerede tanışmıştık?"
"Tanışmıyoruz" dedi, "Ben sizi televizyondan tanıyorum." Çok
şaşırmıştım. Beni tanıyorlar, öyle mi!
Kendi adıma şöhrete, en çok bu kadar yaklaştım! Ama, 30 yıl boyunca
sayısız şöhret tanıdım, pek çok kişinin de adım adım o çizgiye
ulaşmasına tanık (hatta komik ama yardımcı) oldum. Onlarla
birlikteyken, şöhretin ve şöhretle birlikte gelen paranın, nasıl da
-pek azının taşıyabildiği- ağır bir yük olduğunu gördüm.
Diziyi noktalarken, "onlardan" söz etmeyeceğim. Çünkü onlar,
çoktan, dostlukları/duyguları/vefayı arkalarında bırakıp bir başka
gezegene göç ettiler. Orada, "aynı türden" varlıklarla birlikte
bizim anlamayacağımız bir dil konuşuyorlar. Onları "o eski, sıradan
insanlar oldukları günlerden" tanıyan, bu yüzden de o günleri
"hatırlatan" bizleri unutmaya çalışıyorlar.
Doğrusu, ben de onları unutmaya çalışıyorum. Bu yüzden, ben bu
dizide "gerçeği", "yalnızca gerçeği" yazdım ama itiraf etmeliyim,
"bütün gerçeği" yazamadım. Anlatamadıklarım, ya "çok özeldi" ya da
gerçek olduğuna inanmak için "fazla çirkin"..
O çirkinlikler medyanın ve yüreklerin "gizli tarihine" emanet
olsun, ben birkaç teşekkürle izninizi rica edeyim: 30 yıllık bir
serüvende acı tatlı pek çok şey paylaştığım bütün dostlarıma... En
çok da, canım Baki Şehirlioğlu ve sırdaşım Ülker Pınarbaşı'na...
Elbette, anılarımı paylaşma fırsatı veren Tuğrul Eryılmaz ve
Radikal İki ekibine teşekkür ediyorum.
Dizi bitti.. 30 yıl 15 Kasım 2004'te bitiyor... Ama serüven devam
ediyor... Görüşmek üzere...
Yazı: Ayşenur Arslan
Kaynak: Radikal 2