Arınç siyaseti bırakacağı tarihi açıkladı
Abone olArınç'ın konuşma yapacağı bina önünde toplanan 5 kişilik grup, protesto gösterisi düzenledi.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Mustafa Kemal'in
askerleriyiz" şeklinde slogan atan kişilerin protestosunu
"Hiç kimse her şeyden memnun olmak zorunda değil. Muhalefet
de olacak, iktidar da olacak. Türkiye'de de böyle. Ama
demokrasilerdeki muhalefetin de siyasi kavgalarında demokrasi
ölçüleri içerisinde olması lazım." sözleriyle
değerlendirdi.
Aradan geçen sürede iktidarda bulunan bir partinin yıpranmasının mümkün olduğuna değinen Arınç, 1.5 yıl sonra siyaseti bırakacağını açıkladı.
Washington'daki temasları kapsamında Carnegie Endowment for
International Peace'te 'Türkiye'nin Demokratikleşme Süreci:
Başarılar ve Zorluklar Konferansı'nda konuşan Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç, Türkiye'de geçmişte konuşulması bile tabu sayılan
konularda yasakları kaldırdıklarını söyledi.
KONFERANS ÖNCESİ PROTESTO GÖSTERİSİ
Arınç'ın konuşmasını yapacağı bina önünde bulunan 5 kişilik grup
ellerindeki dövizler hükümeti protesto etti. Arınç'ın aracından
inişi sırasında da "Mustafa Kemal'in
askerleriyiz", "Bu daha başlangıç mücadaleye
devam" şeklinde sloganlar atılırken Arınç direkt binaya
yöneldi.
Konferansta konuşmasında "Özellikle Obama döneminde ve onun
öncesinde de Türkiye, ABD için önemliydi" diyen Arınç, model
ortaklığın, stratejik ittifakın, hem bölge barışıyla hem dünya
konularıyla iki ülkenin çıkarlarının üst üste gelmesinin Türkiye
ile ABD'nin birbirlerine daha güçlü şekilde bağlanmalarına neden
olduğunu vurguladı.
KAZANMAK İSTİYORUZ VE KAZANACAĞIMIZI DA
İNANIYORUZ
11 yılda üçü genel, ikisi yerel seçim ve ikisi referandum olmak
üzere 7 seçim süreci yaşadıklarını belirten Arınç, "Bir parti
düşünün 11 yılda 7 seçime gidiyor, üçü milletvekili, iki yerel
seçim ve iki referandum. Yedisinde de muvaffak oluyor. 4 ay sonra
yapılacak yerel seçimlerde de iddialıyız, kazanmak istiyoruz ve
kazanacağımızı da inanıyoruz. Ama ondan iki ay sonra daha büyük bir
seçim var. O da ilk defa halkın kendi oylarıyla iki dereceli bir
seçim sistemiyle seçeceği cumhurbaşkanıdır. Takriben haziran ayında
Cumhurbaşkanımızın süresi dolduğu için bu sefer 5 yıllığına yeni
bir cumhurbaşkanı seçilecek. Kim aday olacak, kim seçilecek onu
bugünden söyleyemem. Ama o seçim de bizim partimiz için önemli,
çünkü istiyoruz ki partimizin gösterdiği bir aday büyük ölçüde oy
alsın ve seçimleri kazansın" dedi.
"SİYASİ PARTİLER BİRBİRLERİNİN RAKİPLERİDİR, DÜŞMANLARI
DEĞİL"
Türkiye'nin önündeki önemli süreçte AK Parti'nin yıpratılmak
istendiğini belirten Arınç, "Bu, doğaldır. Doğal olan hiçbir şeyi
eleştirme hakkımız yok" dedi.
ARINÇ PROTESTOYU DEĞERLENDİRDİ
Konferansın yapılacağı salona gelirken yaşanan protesto gösterisini
değerlendiren Arınç, "Barışçıl bir gösteriydi. Saldırmak, kavga
etmek, dövüş yapmak yoktu. Bunlara peşinen 'evet' diyoruz, bu
gösteriler olmalı. Hiç kimse her şeyden memnun olmak zorunda değil.
Muhalefet de olacak, iktidar da olacak. Türkiye'de de böyle. Ama
demokrasilerdeki muhalefetin de siyasi kavgalarında demokrasi
ölçüleri içerisinde olması lazım. Siyasi partiler birbirlerinin
ancak rakipleridir, düşmanları değildir. Rakipleriyle siyasette
mücadele etmek seçime girmektir, oy almaktır ve diğerledir"
değerlendirmesinde bulundu.
"SİHİRLİ CÜMLE; YÖNETİMDE İSTİKRAR, TEMSİLDE
ADALET"
Arınç, Türkiye'de demokratik parlamenter sistem olduğunu
hatırlatarak, ABD'de iki parti egemenliğinin aksine Türkiye'de
legal, mevcut olduğunu bildikleri 76 siyasi partinin bulunduğunu
aktardı. Yaklaşık 40 yıldır siyasetin içinde olduğunu belirten
Arınç, 11 yıldır bir partinin tek başına iktidar olmasının Türkiye
için ne kadar önem taşıdığını gördüğünü söyledii. Arınç, sözlerini
şöyle sürdürdü:
"İtiraf etmeliyim Türkiye'de koalisyon kültürü gelişmedi, yani iki
parti, üç parti, dört parti bir araya gelse de hükümet kursa,
ülkeyi birlikte yönetseler çok güzel olur. Avrupa'da bu var. Bazı
partiler seçimlere birlikte katılıyor ve birlikte koalisyon
kuruyorlar. Bizde geçmiş dönemlerde üç partili, dört partili, beş
partili koalisyon hükümetleri kuruldu ama hiçbiri başarılı olamadı.
Cumhuriyetin 90. yılındayız, 90 yılda tam 61 hükümet kuruldu
Türkiye'de. 90 yılı 61'e bölerseniz bir yıl üç ay hükümetlerin
ömrü. Bazen iki ay sürmüş, bazen 1,5 yıl sürmüş, bazen yedi ay
sürmüş. Güçlü liderlik olmamış, koalisyon mantalitesi olmamış,
bakanlık sayısı artmış ama koalisyon hükümetleri başarılı icraat
yapamamışlar."
Temsilde adalet ve yönetimde istikrarın önemine işaret eden Arınç,
"Parçalı siyaset Türkiye'de faydalı olmadı. İki kere iki eşittir
dört. Nasıl bağdaştıracağız? Çok zor, sihirli bir cümle; yönetimde
istikrar, temsilde adalet" diye konuştu. Türkiye'deki seçim
sisteminin tartışılabileceğini aktaran Arınç, ancak yönetimde
istikrarı 11 yıldan beri çok iyi yakaladıklarını vurguladı.
Arınç, tüm çalışmaları bu istikrar sayesinde yaptıklarını ifade
etti.
"HERGÜN KAYMAKLI BAKLAVA YENMEZ"
Aradan geçen sürede iktidarda bulunan bir partinin yıpranmasının
mümkün olduğuna değinen Arınç, "yüz eskimesi"ne vurgu yaptı.
"Hergün kaymaklı baklava yenmez" diyen Arınç, "Yüz eskimesi
olabilir. İşte ben daha fazla yüzüm eskimesin diye 1, 5 yıl sonra
siyaseti bırakıyorum. Herkes keşke bunu yapabilse. Yüz eskitmemek
lazım, yıpranmamak lazım, yıpranmamak için devamlı bir değişim
içinde olmak lazım. Yeni şeyler yapmak lazım, çıtayı yükseltmek
lazım, hizmete endeksli bir siyaseti güçlendirmemiz lazım"
ifadesini kullandı. Türkiye'de yapılan anketlere göre, halkın en
çok sağlık sisteminden memnuniyet duyduğunu anlatan Arınç, "Darısı
Amerika'nın başına" dedi.
SOKAKTAKİ BİR İNSAN BAŞBAKANIN GİTTİĞİ HASTANEDE TEDAVİ
OLABİLİYOR
Ankete katılanların yüzde 70'nin sağlık sisteminden dolayı hükümete
teşekkür ettiğini belirten Arınç, sistemin oluşturulmasında etkili
olan dönemin sağlık bakanının şimdi Harvard Üniversitesi'nde ders
vermeye başladığını anlattı. Arınç, "Sokaktaki bir insan başbakanın
gittiği hastanede tedavi olabiliyor. Hastanesini, doktorunu seçme
imkanı var" diye konuştu. Arınç, ulaşım, enerji ve eğitim
alanındaki hizmetlere de değinerek, ekonomide iyi bir durumda
olduklarını vurguladı. 2008-2009 yıllarındaki global ekonomik
krizden en az etkilenen ülkenin Türkiye olduğunu dile getiren
Arınç, büyüme hızının hiç düşmediğini vurguladı. Üretim, ihracat ve
milli gelirin arttığını aktaran Arınç, yüzde 9 büyüme hızını iki
defa gördüklerini, şimdiki hızlarının ise yüzde 2,5 olduğunu
belirtti.
Arınç, demokratikleşme konusunda önemli adımlar attıklarını
belirterek Türkiye'de çok partili hayata 1950'lerde başlandığını,
sonraki 63 yılın belirli dönemlerinin askeri darbelerle geçtiğini
aktardı. Son 11 yılda demokratikleşme konusunda ciddi başarılara
imza atıldığını vurgulayan Arınç, devlet güvenlik mahkemeleri ve
olağanüstü halin kaldırılması ile ombudsmanlık sisteminin de
aralarında bulunduğu gerçekleştirilen çalışmalardan örnekler
verdi.
"Bugüne kadar demokratikleşme paketleri adı altında çok şeyler
yaptık" diyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, şunları
kaydetti:
"En son paketimiz Sayın Başbakan tarafından 30 Eylül'de açıklandı.
Burada çok önemli, geçmişte konuşulması bile tabu sayılan çok
önemli konularda yasakları kaldırıyoruz, siyasi partileri
güçlendiriyoruz, siyasi propaganlarında Türkçe'den başka dilde
yapılmasını önünüze getiriyoruz, Türkçe'den başka dilde parti
programlarının, partilerin referans alabileceği kaynakların, TRT
dahil olmak üzere bütün özel televizyonlarda Türkçe'den farklı
dillerle propaganda yapılacağını kabul ediyor ve yasakları
kaldırıyoruz. Eski isimlere tekrar dönülmesini kabul ediyoruz.
Ayrımcılık sayılan pek çok unsurları yönetmeliklerle ortadan
kaldırıyoruz. Siyasi partilerin teşkilatlanmasında bütün engelleri
kaldırıyoruz, herkes seçime katılma hakkını kazanabilsin diye. 30
Eylül'den sonra bu demokratikleşme paketi içinde dini azınlıklarla
ilgili iyi düzenlemeler yaptık."
SİLAHLAR SUSMALI, ARTIK TÜRKİYE'DE FİKİRLER VE SİYASET
KONUŞMALI
Kürt meselesi ve terörün Türkiye'nin yıllardır yaşadığı sıkıntılı
bir durum olduğunu belirten Arınç, bu konuda çok önemli adımlar
atıldığını; bu önemli adımlardan birinin de silah ve şiddetin
sonlandırılarak, terör örgütünün eylemden ve silahtan vazgeçmesini
sağlayacak olan çözüm süreci olduğunu belirten Arınç, "Yani
silahlar susmalı, artık Türkiye'de fikirler ve siyaset konuşmalı.
Bunun da bugüne kadar sürdürdüğümüz kadarıyla çok şükür Türkiye'de
karakol basmak, yol kesmek, araçları havaya uçurmak, mayın döşemek
ve canlı bomba kullanmak gibi terör eylemleriyle sadece asker,
polis değil kadın, çocuk, sivil insanların canına kastetmiş bir
örgütün eylemlerinin 10 aydan beri en azından olmadığını görüyoruz.
Bir kısım çekilme oldu, çekilme devam eder, edebilir, süreç
devam ediyor. En son Diyarbakır'daki bir toplantıya da Irak'ın
kuzeyindeki bölgesel yönetimin başkanı arkadaşlarıyla birlikte
geldi, 'binlerce insana, bu süreç son şansımızdır, bunu iyi
kullanalım, silahtan, şiddetten uzaklaşın, sürece destek olun' diye
beyanda bulundular." dedi.
ESED'İ DESTEKLEYEBİLECEK BİRTAKIM ÜLKELER IRAK İLE
İLİŞKİLERİMİZİN DE BOZULMASINA YOL AÇTI
Arınç, Türkiye'nin Suriye ile 911 kilometrelik sınırının
bulunduğunu, ABD'nin ise bu ülkeyle sınırdaş olmadığını
aktardı.
Arınç, Türkiye'nin Irak'taki yönetimle de bir sorununun
bulunmadığını ifade ederek, "Ancak Suriye'deki olayların biraz daha
büyümesi ve mezhepçilik ekseninde Suriye'deki olaylara farklı
yaklaşımlar, yani Esed'i destekleyebilecek birtakım ülkeler Irak
ile ilişkilerimizin de bozulmasına yol açtı. Ama şu anda karşılıklı
ziyaretler başladı. Yakın zamanda Başbakan Maliki, Türkiye'ye
gelecek, arkasından Sayın Başbakan o ülkeye gidecek. Irak ile
ilişkilerimizi düzeltme noktasındayız" ifadesini kullandı.
İran ile ilişkilerde ise Suriye nedeniyle "bir soğukluk olduğunun
söylenebileceğini" söyleyen Arınç, Hassan Ruhani'nin Cumhurbaşkanı
seçilmesiyle yeni bir farklı bakış açısının bu ülkede hakim
olabileceği noktasında bir öngörüye sahip bulunabileceğinin
söylenebileceğini belirtti.
Arınç, Kıbrıs'ta beraberlik kurmanın, karşılıklı görüşmelerin
bugüne kadar faydasız sonuçlar verdiğini ama Türkiye'nin bu
müzakerelerde her zaman yapıcı rol oynadığını bildirdi.
GAZETECİLİK ÖNEMLİ BİR MESLEK VE TOPLUM İÇİN BÜYÜK BİR
ZARURET
Arınç, özgür basının demokrasilerdeki rolü ve önemine dair soru
üzerine, "Şüphesiz özgür basın çok önemli. Bu, bana çok soruluyor,
özellikle Türkiye'de son birkaç yıldır gazetecilerin cezaevinde
olduğu, bir kısmının tutuklu, bir kısmının hükümlü olarak,
sayılarının da çok olduğu konusunda raporlar yayımlanıyor. Bu
raporlara bizim Adalet Bakanlığımız itiraz ediyor, biz bazen itiraz
ediyoruz ama bu eleştirileri dikkate alırız ve doğruluğu konusunda
elbette çok daha dikkatli oluruz" diye konuştu.
ABD merkezli Freedom House adlı kuruluşun yetkilileriyle geçen
hafta Türkiye'de bir görüşme yaptığını belirten Arınç, daha önce de
Gazetecileri Koruma Komitesi, Uluslararası Basın Enstitüsü
yetkilileriyle de görüştüğünü aktardı. Arınç, "Dürüst olmamız
lazım, ben de dürüst olmaya çalışıyorum. Gazetecilik önemli bir
meslek ve toplum için büyük bir zaruret. Yani halkın
bilgilendirilmesi, halkın bilinçlendirilmesi konusunda, olaylara en
çabuk ulaşmak, bilgi sahibi olmak ve kamuoyunda neler olup
bittiğini veya kişilerin, kurumların neler yaptığını görmek
fevkalade önemlidir" değerlendirmesinde bulundu.
Arınç, anayasada basın özgürlüğüyle ilgili hükümlerin olduğuna
değinerek, "Bir basın kanunu var, 2004 yılında çıktı. Özgürlükçü
bir kanun. Bugüne kadar bir itiraz da gelmedi. Daha çok yazılı
basını içine alıyor. Yakın zamanda yapacağımız bir değişiklikle
internet medyasını, internetteki haber portallarını da içine
alacak, onlara da bir kısım avantajlar tanıyacak" dedi.
GAZETECİLİK MESLEĞİNİ YAPARKEN ALABİLDİĞİNE ÖZGÜR
OLMALI
Arınç, "Burada bizim dikkat etmemiz gereken gazetecilik mesleğini
yaparken, mesleğini ifa ederken bir gazeteci tehdit altında
kalmamalı, ceza yememeli, cezaevine girmemeli, hatta sorguya bile
alınmamalı. Gazetecilik mesleğini yaparken alabildiğine özgür
olmalı. Buna kesinlikle inanıyorum. Türkiye'de çarpık bir tablo
var. Bununla ilgili olarak birkaç tane basın mensubunun
sorgulandığından bahsedilebilir. Ama ikinci ve daha büyük olan konu
şudur, 'gazeteciyim' diyor mesleğini ifa ederken ama işlediği iddia
edilen suçlar gazetecilik mesleğiyle ilgili değil. Yani burada
tekrar ifade etmekten üzüntü duyacağım ama biz Türkiye'de 'adi
suçlar' diyoruz, yani Türk Ceza Kanunu'nda bir insanı yaralamaktan
öldürmeye kadar, hırsızlıktan malını zorla almaya kadar, bunlardan
yüzlerce suç varsa, bunlardan birini işlediği iddia edilen
gazeteciler de olabilir. Yani sorguya alındığı zaman mesleği ne?
Gazeteci ama işlediği suç ne? Başka bir şey. Şimdi bunlar da
hesabın içine katılıyor ve işin daha da kötüsü, bu adi suçların
yanında Terörle Mücadele Kanunu'na göre sorgulanan, yargılanan,
tutuklanan ve hüküm giyenler var. Bizde bir Terörle Mücadele Kanunu
var. Terörden çok acı çekmiş bir
ülkeyiz biz. Bu kanun en azından 20 yıllık, zaman zaman bazı
değişiklikler oldu ama gövdesi devam ediyor. Bir terör örgütü,
ister PKK olsun, ister bir başkası olsun, bu örgüt şiddet, silah
kullanıyor, insan öldürüyor veya kamu malına zarar veriyor. Terör
amacıyla bir suç işlenmişse bu kişinin kimliğinden dolayı bir
imtiyazı olamaz. Yani sokakta seyyar satıcıya 'gel bakalım, sen
terörle ilişkili bir suç işlemişsin', onu alıyorlar. Ama 'sen gel
bakalım' dendiğinde 'ben gazeteciyim, bana karışamazsın'
denilemiyor, denilmemesi de lazım" diye konuştu.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, hem Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nde hem İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde hem de
Türkiye Anayasası'nda kanun önünde eşitliğin olduğunu belirterek,
"Bir yargıç, bir hakim, karşısındaki insanı sıfatına göre değil,
mesleğine göre değil, kendisinin suçlandığı meseleye göre yargılama
yapıyor. Böyle de olması tabi" dedi.
Arınç, "Sizi üzmek istemem ama içeride 60'a yakın 'gazeteciyim'
diyen insan var. Onun çalıştığı gazeteye bakıyorum ben, tirajı 200,
sadece 200. Çalışan ben 'gazeteciyim' diyor. Sarı basın kartı
derler bizde, yani belli süre gazetecilik yapmış insanlara belli
avantajları olan kart verilir ama o avantaja sahip değilse
'gazeteciyim' diyebilir ama sarı basın kartı yoktur. Olsun, köşe
yazıyorsa muhabirse kameramansa fotoğraf çekiyorsa bu insan
'gazeteciyim' diyebilir ama işlediği iddia edilen suç gazetecilik
mesleğiyle ilgili değil. O zaman bize ne tavsiye edersiniz? Yani
'gazeteçiyim' diyen herkese, herhalde hiç aklımızı kaçırmadık,
'tamam kardeşim, sen ne yapıyorsan devam et' demiyoruz. Terör
örgütü üyesi olmakla suçlanıyorsa terör örgütünün propagandasını
yapıyor, taraftar topluyorsa, terör örgütüne doğrudan ya da dolaylı
yardım yataklık yapıyorsa kanundaki suçlamalar bunlar, biz onu
yargılıyoruz ve yaptığı eylem sabit olursa ceza veriyoruz"
dedi.
TÜRKİYE'DE EYALETLER, DEMOKRATİK ÖZERKLİKLER FALAN FİLAN,
BUNLARIN HİÇBİRİSİ ARTIK SUÇ DEĞİL
Başbakan Yardımcısı Arınç, "Bu konuda, gazetecilik mesleğine
yönelmesi bakımından güzel birşey yaptık. Geçmişe ait kendimizi
affettirmemiz lazım, ama bu işi çözdük. Terörle Mücadele Kanunu'nda
propaganda suçu vardı. Yani o propaganda örgütünü övüyorsa, diyelim
ki, hatta çok basit, 'Sayın Öcalan' diyorsa biz ceza veriyorduk.
Ama bunun çok yanlış olduğunu anladık. Hem Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararları, hem de kendi yargımız, övme suçundan dolayı
doğrudan ceza veremezsiniz, övme yani propaganda suçu çok tabidir,
yeter ki içinde şiddete yöneltecek cümleler olmasın, eylemler
olmasın. Ayırmak belki birbirinden zor olacak ama hakim bunu
ayırtedebilir. 'Sayın Öcalan' demek suç olmaktan çıktı, PKK'nın
kendine ait bayrağını elinde taşımak, Öcalan'ın posterini taşımak
suç olmaktan çıktı. Hatta Türkiye'nin sistemi böyle olmalıdır,
Türkiye'de eyaletler, demokratik özerklikler falan filan, bunların
hiçbirisi artık suç değil. Geçmişte bu suçlamalarla cezaevinde
yatanların hepsi çıktı. Düşüncelerini ve fikirlerini açıklamaktan
dolayı ve bunu basın yayın yoluyla yapmaktan dolayı kim varsa
cezalarını erteledik. Artık bundan dolayı da dava açılmıyor. 'Bunu
geç yaptınız' diyebilirsiniz. Geç yaptığımız için bizi eleştirin
ama diğerlerini de görmezden gelmeyin. Gazeteciler gazetecilik
mesleğini yapmaktan dolayı artık Türkiye'de kesinlikle
suçlanmıyorlar. DGM'leri biz kaldırdık. Özel yetkili mahkemeleri
yine 1 sene önce biz kaldırdık. Ancak Ceza Kanunu'muzda örgütlü
suçlarla ilgili yargılama farklı bir şekilde yapılıyor. Terör
tamamen sona erinceye kadar bu kanunun da yürürlüğe kalacağını
söyleyebilirim. Bu çözüm sürecinde başarıya ulaşırsa Terörle
Mücadele Kanunu'nu da kaldırabiliriz, artık ona da ihtiyaç
kalmayabilir. Ama şu anda henüz bu noktada değiliz".
(GEZİ EYLEMLERİ) ACI VE ÜZÜCÜ BİR OLAYDI
Arınç, Gezi Parkı eylemlerine dair soru üzerine, Gezi olaylarının
haziran başında meydana geldiğini hatırlatarak, o günlerde
Başbakanlığa da vekalet ettiğini, olayları başından beri birkaç gün
takip ettiğini söyledi. Arınç, "Protestocuların bir kısmıyla
görüştüm. Yargı kararının uygulanması gerektiğini söyledim. Hatta
yargı kararı lehte çıksa bile bu konuda bir plebisit yapılması
gerektiğini ifade ettim. Bu olayların başında bulunan
milletvekilini davet ettim, kendisinden olaylar hakkında bilgi
aldım. O zaman da söylediğim için şimdi tekrarlamamda bir beis yok.
Gezi olayları oraya bir AVM yapılacağı iddiasıyla mevcut
ağaçlandırmanın veya yeşil alanın yok edilmesi tehlikesine karşı
veya iddiasına karşı bir kısım duyarlı yurttaşlarımızın ortaya
tepki koymasıydı. Orada belki ilk planda bir aşırı tedbir
uygulandıysa polis tarafından veya emniyet güçleri tarafından, o
duyarlı vatandaşlarımızın bir kısmının bundan zarar gördüğünü
hissettim ve onlardan da özür diledim. Bunların hepsi kayıtlarda
var. Bu ne kadar doğru ise bu söylediğim ne kadar haklı ise şu da
doğrudur: Malesef ikinci günden itibaren, yani biz görüşmelerimizi
yaptık, sükunet tavsiye ettik, buraya bir ağaçlandırmanın yok
olmayacağını, burada elbette onların arzu etmediği istikamette
hiçbir şeyin yapılmayacağını, taraflarla konuşarak belediyenin
projelerini bile tadil edebileceğini söyledik. Bundan ilk başta
eylem yapanlar etkilendiler ve olayları hemen hemen bitirme
noktasına geldiler. Fakat bunu hisseden yasadışı örgütler birtakım
eylemler yaparak, insana, mala, kamu malına zarar vermeye
başladılar ve bu bir ideolojik, bir zarar verici eylem olarak
Türkiye'nin bazı illerinde de yayıldı. O zaman bir güvenlik sorunu
haline geldi. O zaman da polis aşırı güç mü kullandı, kullanmadı mı
tartışmaları bir tarafa ama bu olaylarda kendilerini şiddet yoluyla
ifade eden birtakım örgütler insanlara zarar verdiler. 4-5
vatandaşımız hayatını kaybetti, 10'dan daha fazlası yaralandı, kamu
malına zarar verildi ve insanlar adeta sokağa çıkamaz hale geldiler
birkaç gün içerisinde. O zaman her şey konuşuldu. Yani nasıl oldu
bu işler, nereden başladı, nereye kadar gidecek, ben dahil belki,
pek çok insanlar da bu konuda düşüncelerini ifade etmişlerdir ama
acı ve üzücü bir olaydı, daha sonra yatıştı, şu anda da artık bu
tür eylemler yapılamaz bir noktada çünkü şiddetin topluma, insana
zarar verdiği herkes tarafından kabul edildi."
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile
ilgili öğrenci yurtları konusundaki fikir ayrılıkları ve
kendisinin bu konudaki açıklamalarıyla ilgili olarak, "Bu konuda
ben samimi olarak bir TV kanalında talepte bulundum, o benim
talebimi karşıladı, nasıl karşıladığı, ne yaptığımız bırakın bizde
kalsın. Şu anda görevime devam ediyorum. Bu tür şeyler geçmişte
yaşanmıştır, bundan sonra da yaşanabilir. Her konuda birbirimizin
kopyası olacak bir çabanın içerisine hiçbir zaman girmeyiz,
giremeyeceğiz" dedi.
"BAŞBAKAN TALEBİMİ KARŞILADI"
Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili öğrenci yurtları
konusundaki fikir ayrılıkları belirtilerek son durumun sorulması ve
"hala bir burukluk var mı?" sorusu üzerine, "Çok özel bir soru, ben
Başbakan ile geçmişte birlikte siyaset yaptım, bugün de bu
siyasette devam ediyorum. Bu partiyi birlikte kurduk, birlikte
başarıya götürdük. Zor günleri birlikte göğüsledik ve karşıladık.
Bugün
geldiğimiz noktada hepimizin sevinci ortaktır. Ancak siyaset yapma
ve insanlarla ilişki kurma noktasında veya bazı olaylara farklı
perspektiflerden bakma noktasında ayrılıklarımız her zaman
olabilir. Bu insanın doğasında vardır. Bir insan biraz daha yumuşak
olur, daha müsamahalı bakabilir, bir insan daha buyurgan olur
veyahutta biraz daha otoriter olur. Bir insan biraz daha belki
karşı tarafla
empati yapmaya çalışır. Farkı farklı, yani insanın olduğu her
yerde, parmak izlerimiz bile birbirinden farklı olduğuna göre,
farklı yapıda, farklı davranışlarda, farklı konuşmalarda
bulunabiliriz. Ama bu kaderde bir ayrılık anlamına gelmez. Mutlaka
karşılıklı yine konuşarak çözebileceğimiz bir mesele olmanın
ötesine geçmez. Tabii son yaşadığımız olayda, ben bir konuda
hükümet sözcüsü olarak
ifade ettiğim meselesi, Sayın Başbakan farklı bir şekilde ortaya
koydu. Bu ikimizin arasında hoş olmayan bir durum meydana getirdi.
Ben de kendisinden açıklama talep ettim. Yani bu bakan olmanın
ötesinde benim birey olarak hakkımdır, benim de bir kişiliğim,
onurum, toplum içinde saygınlığım, itibarım var, onun benden daha
fazla var ama ben kendime bakıyorum. Yani benim söylediğim
sözlerin doğru olması gerekir, insanlar böyle inanmalı. Bu konuda
ben samimi olarak bir TV kanalında talepte bulundum, o benim
talebimi karşıladı, nasıl karşıladığı, ne yaptığımız bırakın bizde
kalsın. Şu anda görevime devam ediyorum. Bu tür şeyler geçmişte
yaşanmıştır, bundan sonra da yaşanabilir. Her konuda birbirimizin
kopyası olacak bir çabanın içerisine hiçbir zaman girmeyiz."