Ardınç'tan Livaneli'ye dokundurma
Abone olZülfü Livaneli'nin ‘dünya üzerindeki her kültüre olduğu gibi Amerikan kültürüne de saygı duyuyorum’ şeklindeki görüşlerine Engin Ardıç tepki verdi: Ben duymuyoru
Zülfü Livaneli'nin "dünya üzerindeki her kültüre olduğu gibi
Amerikan kültürüne de saygı doyuyorum" şeklindeki sözlerine Engin
Ardıç'tan entelektüel dozu yüksek bir tepki geldi. Ardıç, sosyalist
arkadaşlarına da gönderme yaptığı başlıklı yazısının entelektüel
düzeyi çok yüksek:
-Bilen bilir canım, hani ‘Anti Dühring’ gibi... Bizim kuşağımız
espriyi anladı ve güldü, ötekiler kusura bakmasınlar ve Engels
okusunlar.
Sevgili dostumuz Zülfü Livaneli, ‘dünya üzerindeki her kültüre
olduğu gibi Amerikan kültürüne de saygı duyuyorum’ demiş.
O da kusura bakmasın, ben duymuyorum.
Unesco’da çalışmadığıma göre, Gayrettepe’de kasılıp Place de
Fontenoy’da gevşemek zorunda değilim. (Bugünlerde Vatan
Gazetesi’yle amma uğraşıyoruz yahu, maksat Internet sitelerine
malzeme çıksın...)
Livaneli Amerika’yı hor görmüyormuş, ve Amerikan kültürünün
yayılmasına da karşı çıkıyor değilmiş.
Ben çıkıyorum. ‘Unesco’da kızarlar’ diye bir korkum yok.
Fakat Amerikan ‘kitle kültürüyle’ Amerikan ‘yüksek sanatını’
ayırdetmek gerekiyor.
Büyük Amerikan sanatçıları, Amerika ‘sayesinde’ değil Amerika’ya
‘rağmen’ varolmuşlardır. Hepsi Amerika’yla kavgalıdır. Bunu,
günümüzde Oliver Stone, Sean Penn ve Michael Moore’a kadar
getirebilirsiniz.
Hemen hepsi ilk fırsatta daha uygar, daha ince, daha köklü kıtaya,
Avrupa’ya kaçmıştır. Her iki savaş sonrası da Paris, Amerikan
sanatçılarının sığınağı olmuştur. Bugün de ipini kıran Amerikalı
üniversite öğrencisi soluğu Prag’da, kendi çirkin ve zevksiz,
üstelik ürkütücü şehirlerinin, kelek kasabalarının yanında büyülü
bir masal dünyasını andıran o benzersiz şehirde alıyor...
Ukalalık olsun diye buraya Hemingway, Fitzgerald, Dos Passos,
Pound, Ford, Stein, Wright, bir sürü isim sıralarım ama
sıkılırsınız.
Güneyli büyük yazarlar, William Faulkner, Tennessee Williams,
Carson McCullers, sayabildiğiniz kadar sayın, iç savaşta yenilen
güney insanının çürümüşlüğünü, iç çöküntüsünü, ruh bozgununu
anlatmışlardı. Kahramanları katiller, sapıklar, alkoliklerdir.
Sonradan evrensel nitelik kazanan caz müziği de ezilen ve sömürülen
zenci halkın çığlığı değil midir?
Amerikan sanatına bizim de saygımız sonsuz.
Fakat Amerikan ‘kültürü’ denince asıl akla gelen kitle
zıpırlığından hoşlanmıyoruz. Bu, yeniyetme bir ülkenin çocuk ruhlu
kalmış avanaklarını daha da sersemletmeye yönelik bir tüketim
zırvasıdır.
Sevgili Livaneli, Miki Fare kılığına girip ‘fantezi yaparak’
çiftleşen dangalakları mı hoşgörüyor, yoksa hiç hoşlanmadığı ‘obez
Türk oğlanlarını’ mahveden ekmeksiz ve soğansız köfteyle şekeri
azaltılmış meyankökü şırasını mı?
Elektronikteki olağanüstü gelişmelere yaslanarak zeka ve gelişme
düzeyi düşük zavallıların parasını almaya yönelik örümcek adam,
yarasa adam, kedi kadın filmlerine mi karşı çıkmayacağız? Leman
Dergisi’ndeki Kozalak Mahmut’un deyimiyle o ‘böcük kılıklı haşere
sürüsünü’ Hıncal Uluç bile beğenmiyor yahu!...
Teknoloji bu patlamayı yapmadan önce çekilen bütün o Hollywood
filmleri, o eski ‘büyük stüdyolar’ döneminin eserleri de bir tür
‘Amerikan Yeşilçam’ı’ değil miydi? Film ithalatçısı ahbaplarını
darıltmamak için bunları hep beğenen Atilla Dorsay bile ağzını
fazla açamıyor...
Ununu elemiş uzaylı bekleyen zavallı kasaba çemişlerinin, kiliseye
cemaat toplamak için rock konseri düzenleyen saf protestan
papazlarının, şerife yardımcı olmak için eline tüfeğini alıp
‘station wagon’ arabasına atladığı gibi zenci avına çıkan
‘vigilante’lerin dünyasını mı seveceğiz?
Yoksa uyuşturucu cenneti ‘kampüslerini’ mi?
Giyinmeyi kuşanmayı hiç bilmeyen orta yaşlı Amerikan insanının
kültürü mü kabul edilebilir düzeydedir, yoksa Hindu sarığı görünce
‘Usame’nin adamı Müslüman geldi’ diye saldıran kalın enseli kamyon
sürücüsünün kafası mı?
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından biri olan Nat
‘King’ Cole’a derisi kara diye çürük yumurta atanları mı seveceğiz,
gene dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından biri olan
Miles Davis’i döven NYPD polisini mi? Charlie Parker, konser vermek
üzere Fransa’ya gittiğinde ‘insan olduğumu ilk kez burada anladım’
demişti...
Kullanma kılavuzunda ‘kedi kurutmada kullanılmaz’ yazmıyor diye
üretici firmaya dört milyon dolar ceza yazan yargıçların hukuk
fetişizmine mi hayranlık duyacağız?
‘Kitsch’ uygarlığına mı karşı çıkmayacağız? Sığlığa, yüzeydeliğe,
zevksizliğe, hoş ve boşluğa mı prim vereceğiz?
Örnekler kırk yazı boyunca çoğaltılabilir. Ben de demagoji
yapmıyorum sevgili Livaneli, yalnızca, ‘sevecen görüneceğiz diye
aşırı kibarlığa hiç gerek yok’ diyorum.
Gençliğimizi inkar etmeye de hiç mi hiç yok tabii, partimiz sağa
açılacak da oy çalacak diye...
Yazı: Engin Ardıç
Kaynak: