Ardıç'ın yazısı yutulur gibi değil!
Abone olMedyada yazısını başkasına yazdıranlara çok ağır suçlamalar yönelten Engin Ardıç'ın bu yazısı yenilir yutulur gibi değil...
Türk basınında başkalarına yazı yazanlara çok ağır bir dille
eleştiren Engin Ardıç'ın bu yazısı yenilir yutulur cinsten değil.
Ardıç yazılarını başkalarına yazdıranların yanısıra da verdi
veriştirdi. İşte Ardıç'ın zehir-zemberek yazısı:
Yazı: Engin Ardıç
Kaynak:
Sevgili dostumuz Mustafa Mutlu, kendi yayın grubunun haftalık
dergisine “röportaj vermiş”, çarpıcı laflar etmiş.
Bu yayın grubu kendi yazarlarını böyle “turnikeye sokarak” her
hafta birini parlatıyor. Bunlar “direktifle” yapılan
söyleşilerdir.
Kınamak yersiz, çünkü yayın gruplarının bir gazetesi, bir
televizyonu, bir dergisi, bir de bilmemnesi olunca, birinden
ötekine pas atılır; televizyon programının tanıtımı gazetede
yapılır, gazetenin reklamı televizyonda “mutfaktan” yayınlanır,
birinde yazan ötekinde canlı yayına çıkarılır, falan filan. Al
gülüm ver gülüm ilişkisi sürer gider.
Mustafa öyle bir söz söylemiş ki tüylerim diken diken oldu.
Gazeteciliğe yeni başladığı yıllarda, bazı köşe yazarlarının
yazılarını yazdığını itiraf etmiş!
Bu elbette onlardan gelen talep üzerine olmamış, Mustafa kimilerine
“ağabey ne olur senin yazını bugün ben yazayım” demiş (kendi
ifadesidir), onlar da kabul etmişler.
Mustafa isim vermemiş, vermemekte de haklıdır, vermesini
istemiyoruz da beklemiyoruz da.
Ancak, derin bir yarayı kaşımış.
Türk basınında, yazısını başkasına yazdıranlar, evet, vardır.
Açıklarsak kıyamet kopar.
Şurada kırk kişiyiz, okuyucu belki bilmez ama kendi aramızda herkes
herkesin ne halt ettiğini iyi bilir.
“Ekip kurup” her bir parçayı ayrı bir gence yazdıranlar, sonra
tümünün altına imzasını atanlar da gördük, eli kalem tutmadığı için
her gün yazıyı belli bir “zenciye”, gazete yönetiminin bununla
görevlendirdiği birisine yazdıranlar da (bu tür gölge yazarlara
batıda “negre” denir, zenci)...
Edebiyatta en ünlü örneği de, kırk kişilik bir “zenciler” grubu
kurmuş olan Alexandre Dumas... Evet, şu ünlü Dumas... Birçok
eserini başkalarına yazdırıp sonra elden geçirir, kimisine hiç
dokunmaz, olduğu gibi matbaaya gönderirdi... Örneğin şu ünlü “Monte
Cristo”yu yazan o değil, zenciler grubunun başkanı Auguste Maquet
adında bir adamdır!
Gene bunun gibi, “elifi görse mertek sanan” bazı sanatçılar,
örneğin şarkıcılar, oyuncular, anılarını genellikle başkalarına
yazdırırlar. Fakat dürüst davranacaklarsa, kitabın kapağında hem
sanatçının hem de yazarın ismi birlikte varolur. Örneğin geçen yıl
“Ben Angelique Değilim” adıyla anılarını çıkaran Michele Mercier,
kitabın kapağında Henry-Jean Servat ismine de yer vermişti... Bu,
“ben anlattım o yazdı”, ya da “ben yazdım, sonra o elden geçirdi,
düzeltti” demekti. Ayıplanacak hiçbir yanı da yoktu.
Fakat bizim memlekette “roman yazan” sinema yıldızları da
görülmüştür, yıllar sonra açıklandığında ne kendisi utanmıştır
bundan ne de para uğruna bu işe girmiş edebiyatçı.
Edebiyat dışına çıkar, gazeteciliğe dönersek...
İmzasız yazı yazmak, imzasız mektup göndermek en büyük
şerefsizliktir. Pezevenklikten de, uyuşturucu satmaktan da kötüdür.
(Elbette “işin özü gereği” imzasız yazılması gereken yazıları,
gazetenin genel görüşünü belirten “editorial” tipi makaleleri,
haberleri, resimaltlarını falan kastetmiyoruz. Fikir beyan eden, ya
da suçlama yapan, küfür eden “anonim” yazılardan sözediyoruz.)
Bunun hemen ardından gelen ikinci büyük şerefsizlik de, yazısını
başkasına yazdırıp altına kendi imzasını atmaktır.
Mustafa, yanlış anlamayacağından eminim, seni değil “ağabeylerini”
suçluyorum.
Elin kalem tutuyorsa yazarsın, maçan sıkmıyor da başkasına
yazdıracaksan, bu işi bırakır gider kerhanede peçetecilik yaparsın
hemşerim! Ortalıkta yazar diye dolaşmazsın...
Gerçi biz senin “yazdırdım, yazdırırım tabii, ne varmış bunda,
arkadaşım değil mi” demekten utanmayan bir ağabeyini de görmüştük
Mustafa...
Ben kendi tavrımı açık seçik koyayım: “Ağabey, ne olur senin yazını
bugün ben yazayım” diye gelen genci tekme tokat kovarım.
Fakat ben de bir tek gün bile yazımı başkasına yazdırır, altına
imzamı atarsam, siz de tekme tokatla yetinmeyin, ağzımı burnumu
kırın!