Ardıç, İlhan'ı hem yerdi hem övdü
Abone olAkşam yazarı Engin Ardıç vefat eden yazar ve şair Attila İlhan'ın ellili atmışlı yıllarını beğendi. Yazara göre o büyük adam İlhan son yıllarında saçmalıyordu.
Engin Ardıç Attila İlhan'ın siyasi geçmişinin bir dönemini
sevdi. Şiirlerine bayılan yazar, İlhan'ın son yıllarında
saçmaladığını yazısıyla savundu.
Yazı: Engin Ardıç
Kaynak:
-Onu ne çok sevdiğimi, onun bende nasıl bir yer tuttuğunu, beni
nasıl etkilediğini, beni nasıl biçimlediğini hiçbiriniz
bilemezsiniz.
Onu çok sevdiğim için ona çok kızardım. Uğradığı değişim akıl alır
gibi değildi.
Ercan Arıklı’nın ölümünde de buna benzer bir sıkıntı yaşamadım mı?
Bugün bile birçok kişi, çok sevdiğim ve çok kızdığım Ercan
Arıklı’dan nefret ettiğimi sanmıyor mu? Bu yazıyı okuyan kimbilir
kaç kişi de beni yanlış anlamayacak mı?
Umurumda bile değildir.
Ölümünde buralardan uzaktaydım. Yetişemedim. Söylenecek her şeyi de
söylemişlerdir şimdi... Okumadım. Özellikle bakmadım, kim ne demiş?
Mutlaka şiirlerinden örnekler de vermişlerdir, satır doldurur.
Kimisi on ikiden vurmuştur, kimisi tatlı tatlı zırvalamıştır.
Arkasından kimin ne yazdığına bakacaksınız, herkesin çapı, yeteneği
kabak gibi ortaya çıkacak. Ben bakmıyorum, çünkü kimin ne yazmış
olacağını üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyorum.
Geçen gün değil de, diyelim yirmi yıl önce ölseydi, yakınları,
sevenleri elbette daha çok şey yitireceklerdi, ama Türkiye daha
kazançlı çıkacaktı.
Çünkü lafı bitmişti. Çünkü abuklamaya başlamıştı. Ama hangi
babayiğit “gayrı benim lafım bitti” deyip ölmeye yatabilir?
Hangimize sağlanmıştır bu yetenek?
Kendisi de bilinçaltında sezmiş sanırım, kurtarılmak istememiş...
Yorgunmuş.
O büyük adam son yıllarında saçmalıyordu.
Her büyük sanatçının “dönemleri” vardır, ben onun “ellili ve
altmışlı yıllarını” severim.
Birçok solcu geçinen salak 12 Mart 1971 olayına sevinç
çığlıklarıyla alkış tutarken, o “anlaşıldı, faşizm deneyecekler”
demişti.
Sonra gitti, sığlığa saplandı.
Çok büyük bir şairdi, romanlarını da şiir gibi yazdı.
Böylece ortaya çok iyi yazılmış, çok keyifle okunan kötü romanlar
çıktı. “İmgecilik” şiirde mükemmeldi ama romana gitmiyordu.
“Bazı” kişiler için geçerli olan cinsel karmaşayı herkese sıvamaya
kalktı, bunu tuttu bir de politikaya yapıştırdı; romanlarında bütün
batı işbirlikçileri cinsel sapıklardı, bütün Kemalistler de
birbirlerini saf ve temiz bir aşkla seviyorlardı!
“Dönem tadı” versin diye tuttu Osmanlıca yazdı, buna göre Roma
İmparatorluğu’nda geçen bir romanı da Latince yazmak
gerekecekti.
Kendi kafasında kendi kendine “olmayan bir Atatürk” yarattı, o
tartışılamazdı; İsmet Paşa da bütün kötülüklerin babasıydı... İki
dönemi bıçakla keser gibi birbirinden ayırıyordu.
Çünkü kendisine çektirilen acılar gençliğinde, İnönü diktası
altında çektirilmişti de ondan.
İşi, birçok bürokrat gibi “Atatürk kuru fasulyayla pilavı çok
severdi” derken gözlerini doldurmaya kadar götürdü.
“Şematizm” onu bozdu. Bu kadar büyük bir şairin son şiir kitabı
bile kötüydü. İnanılır gibi değildi bu!
Sonra da gitti Bülent Ecevit, Doğu Perinçek, Devlet Bahçeli ve
İlhan Selçuk arasında bir yer buldu kendine. Bir de kasket uydurdu.
Bu, “solcu havası” verdiği varsayılan Willy Brandt kasketiydi, aynı
havalara bir zamanlar Ecevit de girmişti.
O gençliğimizde bizi allak bullak eden zıpkın düşünür gitmiş,
yerine “egzantrik bir ihtiyar” gelmişti... Pek sevdiği Mirseyyid
Sultangaliyev’in “milli komünizm” abukluklarını hiç saymıyorum.
Fakat bundan tam kırk yıl önce, o zamanların tıfıl bir gencinin,
benim gözlerimi açmış, “onu bilir onu söylerim, sosyalizm ya
insancı ve özgürlükçü olacaktır, ya da hiç olmayacaktır” demişti.
Cümlesinin ikinci bölümü doğru çıktı.
Türkiye durdukça varolacaksın sevgili Kaptan, ama Cumhuriyet
Gazetesi’ndeki sığlıklarınla değil, evvelce başardığın çok büyük
işlerle... Yattığın yer ışık içinde olsun.
Bu yazıyı hiçbiriniz beğenmeseniz bile Hilmi Yavuz anlar, bu da
bana yeter.