Ardıç iki faşizmden birini tercih etti
Abone olEngin Ardıç, Türkiye'de köylü-şehirli çatışmasının daha çok süreceğini iddia etti. Türkiye'de iki türlü faşizm olduğunu belirten Ardıç'ın tercihi 'laik faşizm'den yana
Mine Kırıkkanat'ın başlattığı tartışmalara Akşam yazarı Engin
Ardıç da katıldı. Ardıç bugünkü başlıklı yazısında Vatan yazarı
Haşmet Babaoğlu'na cevap verirken, Türkiye'de esas meselenin
köylü-şehirli çatışması olduğunu öne sürdü. Ardıç, aynı zamanda
Türkiye'de iki türlü faşizmin yaşandığını belirterek 'kötünün
iyisi' yaklaşımıyla tercihini yaptı ve 'laik faşizm'den yana
olacağını söyledi:
Yazı: Engin Ardıç
Kaynak: www.aksam.com.tr
Evet Haşmetciğim, ucuz, üstünkörü, sıradan sosyolojik yorumları
bırakalım. Cesur olalım ve siyaset yapalım, peki.
Ben, donla denize girenlerden rahatsız oluyorum kardeşim.
'Onlardan'.
(Bu ülkede büyük harfle 'O' diye yalnız Tanrı'dan ve Atatürk'ten
sözedilir, sen niçin 'ONLAR' yazıyorsun yahu?)
Irkçı olduğum için değil. Ben Türk'üm, Türk'e karşı nasıl ırkçılık
yaparım?
'Kısa bacaklı, uzun kollu ve kara kıllı olduklarından' değil. Ben
de pek kılsız sayılmam hani... Bana sarışın diyeni de akıl
hastanesine yatırırlar.
Seçkinci olduğum için değil, sosyaldemokratların sosyaldemokrat
olmaları ve emekçiye eğilmeleri için yıllardır kıçımı
yırtıyorum.
'İktidara gelirler' diye korktuğumdan değil, zaten iktidardalar.
Daha ne gelecekler?
'Malımı mülkümü elimden alırlar' diye korktuğumdan da değil, malım
mülküm yok.
'Üstüme saldırırlar' diye korktuğumdan da değil, tabancam var.
Neden mi Haşmetciğim? Şehirli olduğum için.
Bu elbette bir sınıf çatışmasıdır. İşçi-işveren çelişkisi değil,
köylü-şehirli çelişkisidir. Türkiye'de başat olan bu
çelişkidir.
Şehirli olmak ayıpsa, ben bu ayıbı aldım kabul ettim, alnıma astım.
İster 'Beyaz Türk' diye dalganızı geçin, ister 'Yeşil Türk' diye,
ne derseniz deyin. Ben bu olayda tarafım.
Biz şehirliler, lumpenlere gıcık oluyoruz Haşmetciğim.
Nedenini ve nasılını anlatacağım ama 'sosyolojik bilmemne'
diyeceksin. Onun için politika yapayım. Lumpenlerden
hoşlanmıyoruz.
Donundan da, mangalından da, müziğinden de.
Çirkinlik sevmiyoruz, başıboşluk, çapaçulluk, salaşlık sevmiyoruz.
Kuralsızlık sevmiyoruz. Zevksizlik sevmiyoruz. İlkellik sevmiyoruz.
Bu seçkincilik midir?
On bir milyon lumpenle kuşatılmış bir milyon, bir avuç İstanbullu
olarak azıcık bizim de sesimizi yükseltmeye hakkımız olsun
yahu!
Peki rahatsız oluyorum da ne yapıyorum? Faşistler gibi 'asalım
keselim' demedik. 'Ucuz mayo verelim' gibi saçmalıklara da gülüp
geçeriz. Peki çözüm olarak ne öneriyorum?
Hiçbir çözüm önermiyorum, çünkü çözüm yok. Çözüm, zaman içinde
bunların şehirlileşmeleri, ki neresinden bakarsan bak yüz yıllık,
en az üç kuşaklık bir süreç... Oysa 2105 yılında ikimizin de
kemikleri bile kalmayacak.
Haa, o zaman ne yapıyorum? Donla denize girilen plajlara
gitmiyorum. Radyoda ya da televizyonda arabesk duyunca düğmeyi
çeviriyorum. Gecekondu mahallesinde oturmayı düşünmüyorum.
(Aslına bakarsan mayoyla denize girilen plajlara da gitmiyorum,
çünkü hipertansiyon hastası olduğum için doktor güneşi
yasakladı!)
Fakat, senin de belirttiğin gibi, 'bir tarafta seçkinci, ayırımcı
darbecilik ve makro faşizm, öbür yanda totaliter halkçılık ve
çoğunlukçu zorbalık' arasında seçim yapmayı da reddediyorum.
Çünkü bu ülkede döne döne 'laik faşizm' ile 'dinci faşizm' arasında
seçim yapmak zorunda kalmaktan da bıktım. Seçmek zorunda kalınca
laik faşistleri tercih ediyoruz, çünkü onlar hiç olmazsa rakı
içmeye izin veriyorlar! Bu da beni yordu.
Demokrasi gelince de donuyla geliyor, ne yapalım?
Boşverelim, çünkü iki ay sonra deniz mevsimi bitince bu don geyiği
de rafa kalkacak. Hangi sınıftan olursa olsun, lapa lapa kar
yağarken hiçkimse donla gezmez.