Ardıç Çanakkaleyi yazdı
Abone olJöleli kafayla Çanakkale savaşının kazanılmayacağını savunanlara Engin Ardıç nefis bir analiz yaptı.
Akşam yazarı Engin Ardıç Başbakanlık Arşivi Uzmanının 'Jöleli
kafayla Çanakkale savaşı kazanılmaz' sözüne diyerek kendine has
üslubuyla cevap verdi.
Yazı: Engin Ardıç
Kaynak:
-Ayvayı yedik, benim kafamla Çanakkale kazanılmazmış.
Çünkü bendeniz, karta kaçmış emekli bir televizyon yıldızı olarak
şimdi itiraf ediyorum, ekrana çıktığım yıllarda kafama jöle
sürerdim, daha fiyakalı görünmek için. Hatta kol gibi bir
eleştirmen “her akşam aynı saç modeliyle karşımıza geliyor” diyerek
tavrını koymuştu.
Çanakkale kazanamam, çünkü Sayın Muzaffer Albayrak “jöleli kafayla
Çanakkale kazanılmaz” demiş.
Bu zat, Başbakanlık Arşivi Uzmanı imiş. Tanımış olduk.
Kendisi aynı zamanda “anaların başlarına kına yakarak oğullarını
kurbanlık koçlar gibi cepheye gönderdiklerini” de söylüyor. Kına
nerede, jöle nerede...
Allah Allah, askere alırken o saçları kesmiyorlar mı yahu, ortada
jöle mi kalıyor?
Kafa yeni ve ilginç bir kafa değildir: Emekli kahvelerinde piştiye
ya da okeye dördüncü arandığı sırada ortaya atılan derin
fikirlerdir bunlar. Kimisi iki kişiyi Taksim Meydanı’nda
sallandırmak ister, “bak bakalım bir daha yapıyorlar mı” yaklaşımı,
kimisi her boş bulduğu yere domates ekerek tarımı kurtarmak.
Bunlar kafalarına limon kolonyası sürerler, “Frenk gömleği”
giyerler, “boyunbağı” takarlar ve mektuplarını da “eser-i cedit
kâğıdına” yazarlar.
Eskiden uzun saçla uğraşırlardı, şimdi devir değişti, demek ki
artık jöleye gıcık kapıyorlar. Yunan albaylar cuntasının ilk
işlerinden biri de mini eteği yasaklamak olmuştu.
Hani birileri gene “durumdan görev çıkarsa” da, diyelim kızların
göbeklerini açmalarını yasaklasa, ne şenlikli olurdu, değil mi?
Fakat başka birileri de hiçbirşeye sevinmeseler buna sevinirler.
Çanakkale’de Kemalistler’e uyuzluk olsun diye yapılan “alternatif
törende”, birisi de çıkmış demiş ki: “Savaşacak Mehmetçik
kalmayınca Allah bir bulut gönderdi, şehit olanların hepsi ayağa
kalkıp savaşmaya devam etti”...
Ulan onu Ömer Seyfettin yazmıştı doksan sene evvel, “Başını
Vermeyen Şehit” öyküsü, oradan mı arakladınız? İyi ama merhum koyu
bir İttihatçı’ydı yahu, yakışıyor mu size?
Allah, namussuz düşmana da, bir olan Mehmetçik’i beş göstermiş,
düşman bakmış ki bizimkiler kalabalık, çok korkmuş, kaçmış.
Bunu, bir yandan cep telefonuyla konuşurken söylüyor.
Benzer bir olay Kıbrıs’ta da gerçekleşmiş, yeşil cüppeli melekler
Mehmetçik’le birlikte savaşmışlar. Düşman o küçük boylu yeşil
cüppelilerden çok korkmuş.
Vallahi bir de “buluta girip kaybolan İngiliz alayı” efsanesi vardı
Çanakkale’de, hani bir uzay gemisi kendini bulutla kaplayıp
görünmez olmuş da o ayaktan koca bir piyade alayını gemiye atıp
kendi gezegenine götürmüş... Fakat sonradan, herifleri bizimkilerin
bir dere yatağında ıhtırıp kıtır kıtır kestikleri meydana
çıktı...
Üç aşırı uçtan üç aşırı örnek, diyeceksiniz... Biri memur kafası,
biri yobaz kafası, biri de New Age zırtapozu... Değildir. Aynı
kafanın üç ayrı ama benzer “tezahürüdür” bu.
Haa, bir de anma törenlerinde yağmur yağınca “gökler de bizimle
birlikte ağladı” yazanlar var, onları genel yayın müdürlerine
havale ediyorum.
Benim bu kıssalardan çıkardığım hisseler şunlar:
Bir... Ağzı burnu düzgün, akılcı ve bilgili bir “burjuva sınıfına”
ve bunun yönetimine şiddetle ihtiyacımız var. Müslüman ama yobaz
değil, Atatürkçü ama hıyar değil, milliyetçi ama faşist değil,
kapitalist ama vahşi değil.
İki... Böyle bir sınıf ortaya çıkmayacaktır, zemin müsait
değildir.
Üç... Avrupa Birliği’ni unutun.
Neden mi? Bakın yeni bir haber: Marmaris’te inşaat amelesinin
“çalışırken türkü söylemesi” yasaklanmış. Üstelik gene turistleri
rahatsız etmemek için “düzgün kıyafetler” giyeceklermiş.
Üfff, izinden dönmek ne kadar yorucu oluyor kimi zaman... Welcome
to the jungle!