Araştırma görevlilerinin sorunları
Abone olEge Üniversitesi'nde Araştırma görevlisi olan Bekir Sıtkı KARATAŞ, sorunlarını yazdı.
Eğitim sektöründe yaşanan sıkıntılar had safhada. Üniversiteler
ödeneksizlikten, akademisyenler ise araştırmaya para
ayrılmamasından dertli. Üniversitelerin araştırma görevlileri de
sıkıntı çeken kesimden... Ege Üniversitesi, Ziraat Fakültesi,
Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü Araştırma Görevlisi Bekir Sıtkı
KARATAŞ, araştırma görevlilerinin sorunlarını yazdı: İşte bir
araştırmacının gözünden yaşanan sıkıntılar ve çözüm yolları:
A-İÇSEL SORUNLAR:
Bu genel başlık altında incelenecek olan sorunlar; hem bir
özeleştiri, hem de mevcut durumda sorunu çözmede dış faktörlerden
çok kendi iç dinamiklerimizin etkili olduğu sorunlardır.
1-AKADEMİK EHLİYET VE LİYAKAT
Akademik kadroya atanırken tabi olunan süreç, ilerde karşılaşılması
olası bazı sorunlara gebedir. Ehliyet, liyakat ve adalet
kavramlarıyla özetlenebilecek objektif kriterlere tabi tutulmadan
elde edilen akademisyenlik payesi, daha sonra bu payeyi verenlere
karşı bir minnet ödeme sürecini de beraberinde getirebilmektedir.
Ceketin ilk düğmesinin doğru iliklenmesi sonrakilerin doğruluğunun
da asgari şartı olacağı düşüncesiyle, etik anlayış ve şahsiyetli
duruştan ödün verilmeden akademik hayata başlanması ileride
karşılaşılabilecek kimi sorunları baştan azaltmanın da akılcı bir
yolu olsa gerektir.
Aslında araştırma görevlilerinin seçimine merkezi bir sınavda
başarılı olmak şartıyla bizzat beraber çalışılacak öğretim üyesi
karar verebilmelidir. Öteden beri savuna geldiğimiz merkezi sınavla
ilgili oldukça yeni ama bir o kadar da yetersiz bazı yeni
gelişmeler oldu. Şöyle ki:
12/07/2006 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 5538 no’lu
Kararnamedeki bir düzenleme ile KPDS şartının ÜDS’ye
dönüştürülmesine benzer bir gözbağcılıkla, bu anlamdaki baskılar
giderilmeye çalışılmış; sözde(!) adil bir sınav düzenlemesi
öngörülmüştür. LES benzeri bir sınav tornasından geçirilecek tüm
akademisyen aday adaylarının onlarca farklı bilim dalındaki bilgi
seviyeleri, eşit bir sınavla nasıl ölçülecek ve
değerlendirilecektir. Buradaki yanılsama sanırım “her eşitliğin
adalet olacağı” düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
Davul ve tokmağın sahibi aynı kalmış; yalnızca tokmak bir elden
diğerine geçirilmiştir. Davuldan ses getirecek olan el, senatoların
veya yetkili organların belirleyeceği giriş sınavlarıyla gene bölüm
ya da anabilim dalı başkanlıklarının eli olacaktır.
Sonuç önerimiz; mümkünse her anabilim dalı için bu merkezi sınavın
düzenlenmesi, sınav sonuçlarına göre ihtiyaç duyulan değişik
üniversitelere, başarılı olanların atanması ve atanma önceliğinde,
üniversiteye öğrenci yerleştirmedekine benzer bir yolun takip
edilmesi olacaktır.
2-KİŞİSEL GELİŞİM VE SOSYALİTE
Araştırma görevlilerinin seçiminde önemli ölçütlerden biri, hemen
her bölümde not ortalamasıdır. Bilimsel liyakati esas alma
düşüncesiyle yetinilen bu kriterle, en az bunun kadar önemli olan
uyumluluk, sorumluluk, paylaşım, ekip ruhu bilinci, sosyallik gibi
akademik ortamın olmazsa olmazları ise değerlendirme dışı
bırakılmaktadır.
Genellikle derece yapmış bu insanlar, öğrencilik hayatında eğitim
sisteminin zorunlu kıldığı yoğun ders çalışma eksenli bir hayat
yaşadıklarından ve genellikle ders kitaplarından başka eserler
okumadıklarından kişisel gelişim, holistik ve analitik düşünme,
zihinsel ve sosyal beceriler açısından güdük
kalabilmektedirler.
Bu sorun, bilimsel liyakatin asgari şart olduğu fakat yukarıda
saydığım kişisel özelliklerin de dikkate alındığı, araştırma
görevlisinin görev yapacağı kurum ve hatta bizzat çalışacağı
öğretim üyesi tarafından, kişiyi tanımaya yönelik bir mülakat ve
kısa bir süre geçici kadroda tutma gibi ikinci bir değerlendirme
sürecine tabi tutulması şeklinde kısmen aşılabilse de sorun daha
derinlerde; yani anaokulundan itibaren tabi olunan eğitim
sistemindedir.
3-AKADEMİK HAYAT İÇİN HAZIRLIKSIZLIK:
Görevi araştırma olan kişiye, araştırma, sorgulama, analiz etme
yeteneği kazandırılamadan ve elde ettiği sonuçları ifade edebilme
hürriyetinin olduğu bir ortam hazırlanmadan bu görevin verilmesi
veya bu göreve talip olunması aslında büyük bir ironidir. Tüm
eğitim-öğrenim hayatı boyunca ezberci ve çoktan seçmeci bir
anlayışla yetiştirilen bir kişiden bilimin ilerlemesinin temel
gerekliliği olan araştırma, sorgulama, analiz etme ve ortaya yeni
bir eser koymasını beklemek ham hayaldir. Beklenmesi gereken ise en
iyi olasılıkla mevcut durumun korunması ve günün kurtarılması; yani
statüko ve popülizmdir.
İnsanı fert olmaktan şahsiyet olmaya terfi ettirecek yegane yol
eğitimdir. İyi kurulamamış bir sistemden iyi ürün elde etme olanağı
olmayacağı bilimsel bir gerçektir. Bu mantıkla; kötü eğitim
sistemleri kötü eğitmenleri, kötü eğitmenler ise kötü eğitilenleri
sonuç verecektir. Bu kısır döngünün kırılması için gelişmiş
ülkelerin eğitim sistemi yaklaşımının, ülkemiz gerçekleriyle
harmanlanmış adaptasyonu doğru bir yolda atılacak ilk adımdır.
B-DIŞSAL SORUNLAR:
Bu genel başlık altında incelenecek olan sorunlar; hem dışa dönük
bir eleştiri, hem de sorunu çözmede kendi iç dinamiklerimizin
değil, dış faktörlerin etkili olması açısından kategorize
edilmiştir.
1-MADDİ KOŞULLAR VEYA ÖZLÜK HAKLARI
Bu tek maddelik sorun öylesine doğurgan bir ana sorundur ki birçok
yavru sorunları doğurmaktadır. Maddi olarak yetersiz olan bir
araştırmacının bilim adına yorulması gereken zihni, geçim ve iaşe
kaygısıyla bitap düşmektedir. Beyin göçünün önlenmesi ya da mevcut
beyinlerin çalışma şevkinin artırılması için geçim sıkıntılarıyla
boğuşmak zorunda kalmamak asgari zorunluluktur. Araştırma
görevlilerinin özlük haklarının ve maaşlarının iyileştirilmesi
başarılı, istekli ve çalışkan insanlar için üniversitelerin cazip
hale getirilmesine katkısı nedeniyle oldukça önemlidir. Maddi
açıdan yaşanan bu tatminsizlik; popülaritesi yüksek olan bölümlerde
araştırma görevlisi bulamamak, üniversite dışında istihdam olanağı
düşük bölümler için ise yalnızca bir istihdam kurumu olmak sonucunu
beraberinde getirmektedir.
Yıllardır özlük haklarımızın iyileştirileceği beklentileriyle
yaşatılıp her seferinde ekonomik koşul ve kriz gerekçeleriyle hayal
kırıklıklarıyla baş başa bırakılmaktayız. Araştırma görevlilerinin
özlük hakları “eşit işe eşit ücret” ilkesine de en fazla ters
düşecek durumdadır. Bu çarpıklık, sosyo-ekonomik reformlarla eninde
sonunda çözüme kavuşturulsa da “gecikmiş adaletin, adalet olmaması”
açısından kaygı duymaktayım.
2-GÖREV TANIMINDA VE DEVAMINDAKİ BELİRSİZLİK
2547 sayılı yüksek öğrenim kanununun 33. maddesindeki görev
tanımını ele alacak olursak; örneğin “yetkili organlarca verilen
ilgili diğer görevler” gibi belirsiz, her türlü yoruma açık ve
muğlak bir ifadeyi nereye koymalıyız? Yetki ve inisiyatif sahibi
idareciler veya öğretim üyelerince “ilgili diğer görevler”
ifadesinin içinin istenildiği gibi doldurulması olasıdır.
Bu sorun için önerebileceğimiz formül ise araştırma görevlilerinin
yetki, görev ve sorumluluk alanlarının ilgili yasa veya
yönetmeliklerde açıkça tanımlanmasıdır. Bu tanımlamanın dışında iş
dikte eden öğretim üyesi veya idarecilerinin, aksine davranan
araştırma görevlilerine bir müeyyide uygulayamayacakları adil bir
üniversite yönetişim sisteminin tesis edilmesidir.
Görev tanımının devamında ise mesleki garantinin olmadığı
gerçeğiyle yüz yüze gelmekteyiz. Elimizde yalnızca anabilim dalı
başkanından rektöre kadar uzanan bir silsile içindeki tüm
yetkililerin inisiyatifine kalmış “yeniden atanabilme” hakkı (!)
vardır. İlk atanma kriterlerinden bile dem vururken, yeniden
atanmada ise hiç bir kriter belirtilmemiş, inisiyatif idarecilere
ve bunların iki dudağı arasından çıkacak söze bırakılmıştır.
Üniversitelerimizdeki teamül ise; niyet okumada maharet sahibi (!)
yetkili ve idarecilerin kötü niyetlileri sezip, bir çırpıda
gerekeni yapmaları şeklindedir.
3-ÖZGÜR DÜŞÜNME VE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ İFADE EDEBİLME
Aslında özgür düşünme ve bunu açıklayabilme üniversitenin olmazsa
olmaz koşulu iken; öğretim üyesi, bölüm başkanı, dekan, rektör ya
da YÖK başkanı gibi düşünmek zorunda olması; aksi takdirde hayat
hakkının olmaması, özgür ve bilimsel düşünmeyle ülkeyi ve insanlığı
daha iyiye ulaştıracak bir köprünün ayaklarına dinamit koymak
demektir.
Oysa ulu önder Atatürk "Hiç bir zaman hatırınızdan çıkmasın ki
Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bireyler
ister. Ya fikri hür, vicdanı hür gençleri yetiştirecek çağdaş
eğitimcilerin görev yaptığı çağdaş kurumlara sahip olacağız ya da;
köleliğe mahkûm olup çağdaş uygarlıkların hâkimiyetine boyun
eğeceğiz" tespitiyle ta Cumhuriyetin ilk dönemlerinde meselenin bam
teline basmıştır. Acaba dünyanın ilk 500 üniversitesi sıralamasında
tek bir üniversitemizin bile olamayışı bu gerçeği ıskaladığımızın
açık bir göstergesi midir? Fikri, vicdanı ve irfanı hür
olmayanların fikir ve bilim üretmesi, dolayısıyla çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşabilmesi söz konusu değildir. Tam demokratik, özerk ve
adil bir üniversite yönetim sistemi olmadan bu sorunların aşılması
ise mümkün değildir.
4-KADRO STATÜSÜ
Üniversitelerde “daimi” ve “tahsisli” kadro olmak üzere iki farklı
statüde araştırma görevlisi bulunmaktadır. Bilindiği üzere, daimi
kadrodaki araştırma görevlileri doktora çalışmalarını tamamladıktan
sonra da aynı kadroda “yardımcı doçentlik” kadrosunu
beklemektedirler.
Tahsisli kadroda yüksek lisans veya doktora yapan araştırma
görevlilerinin ise, lisansüstü eğitimini tamamlaması ile kadroları
geri alınmaktadır Bu durumda lisansüstü eğitimini tamamlayan
araştırma görevlisi, alanlarında kadro açılıp, “yardımcı doçentlik”
sınavına girene kadar işsiz kalmakta veya eğer başarabilirse başka
bir kuruma geçmekte ya da “Dr.” titriyle işsiz kalmaktadır. Bu
statüdeki bir kadronun getireceği, akademisyenliği
içselleştirememek, aidiyet hissinde dejenerasyon, araştırmalara
odaklanamamak, geçim kaygısı vb. gibi pek çok sıkıntı
kaçınılmazdır. Bu sorunun çözümü için önerilerimiz;
1. Araştırma görevlilerinin doktora eğitimi sonrası alanında
“yardımcı doçentlik” ünvanını kazanıncaya kadar kadrosunun daimiye
dönüştürülmesi veya post doktora statüsüyle görevine devam
edebilmesi ya da alanıyla ilgili araştırma enstitülerinde geçici
olarak istihdam edilebilmesi,
2. En azından doktorası biten bir araştırma görevlisine kendi
bölümünde ihtiyaç yoksa bile bir kaç alternatif içerisinden
seçeceği başka bir üniversitede kadro tahsis edilmesi,
3. Daha uzun vadede ve belli bir geçiş döneminden sonra olmak
üzere, “araştırma görevlisi” unvanı yerine gelişmiş ülkelerde
olduğu gibi “proje asistanlığı” getirilebilir.
5-TEMSİL VE ÖRGÜTLENME HAKKI
Kendi hocasından YÖK başkanına kadar olası amir-öğretim üyesi
hegemonyası üniversitelerin ne yazık ki kanıksanmış bir gerçeğidir.
Bu hegemonyanın kırılması için artık öğrencilerin bile üniversite
idarelerinde temsili olarak da olsa söz hakkı olduğu bir dönemde,
bölüm başkanı, dekan ya da rektörleri seçme hakkı verilmesi
şarttır. Hatta bu seçimlere sadece temsili seviyede değil tüm
araştırma görevlilerinin bizzat kendisinin katılması, daha
katılımcı, demokratik, adil ve çoğulcu bir yönetimin gerek
şartıdır.
Hiç değilse temsili olarak da olsa bizlerin tüm karar alma
süreçlerinde söz hakkı olması; “ölümü görüp sıtmaya razı
olabileceğimiz” bir ara formül olarak ivedilikle uygulamaya
alınmalıdır.
6-YABANCI DİL
Kişilerin yabancı dil seviyelerini ölçen ve akademik yükselmelerde
bir kriter olarak dikkate alınan yabancı dil sınavlarına
akademisyeni hazırlayacak kursların üniversite imkanlarıyla
oluşturulması gerekmektedir. Lisansüstü eğitim yapmayı hak eden ya
da en azından hâlihazırda akademisyen olan herkesin bu kurslardan
ücretsiz olarak yararlanabilmesi sağlanmalıdır.
İstisnasız bir şekilde, araştırma görevlilerinin hem yabancı
dillerini geliştirmeleri hem de bilgi ve görgülerinin artırılması
için makul bir süre yurt dışına gitme haklarının olması hatta
zorunluluğunun getirilmesi de oldukça faydalı bir uygulama
olacaktır.
7-ASKERLİK HİZMETİ:
Vatana karşı asli görevlerimizden olan askerliğin şekil, süre ve
zamanlaması da erkek akademisyenler için bazı sorunları
barındırmaktadır.
Lisansüstü mezunu bir akademisyen, askeri makamlarca kalifiye
eleman olarak görüldüğünden diğer lisans mezunları gibi askerliğini
kısa dönem yapma olasılığı oldukça azalmaktadır. Oysa araştırma
görevlilerinin isteğe bağlı olarak en azından kısa dönem askerlik
hizmeti yapmaları sağlanmalıdır. Böylece bilimsel gelişmelerin çok
hızlı olduğu günümüzde askerlik sonrası intibak süresiyle 1 yıldan
uzun bir süre bilimsel ortamdan uzak kalma handikabı bir nebze de
olsa giderilmiş olacaktır.
Araştırma görevlilerinin askerlik görevlerini, temel askerlik
eğitiminden sonra tıpkı öğretmenlerde olduğu gibi “asker-öğretim
elemanı” statüsünde başka bir üniversitede görevlendirilmesi bir
diğer çözüm önerisi. Böylece hem bilimsel gelişmelerin çok hızlı
olduğu günümüzde uzun bir süre akademik ortamdan uzak kalma
handikabının giderilmesi, hem akademik kariyerin henüz ilk
aşamalarında bile öğretim elemanlarının mobilitesinin sağlanması,
hem de bayan araştırma görevlileri ile nispeten eşit koşullarda
çalışılabilmesiyle daha adil ve makul bir uygulamanın
gerçekleşeceği açıktır.
Araştırma görevlilerinin kurum amirinin de uygun gördüğü zamanlar
için toplam askerlik süresini bir kaç yıla yayarak, mümkünse görev
yaptığı şehirde askerlik hizmetini tamamlamaları akademik ortamdan
uzun süreli kopmaların engellenmesi adına yararlı bir başka
uygulama olacağı kanaatindeyim. İster kısa, ister uzun dönemli
olsun, askerlik görevi boyunca geliri olmayan ve genellikle ileri
yaşlarda, evli ve/veya çocuk sahibi olan akademisyenlere kalifiye
eleman statüsünde günün gerçekleriyle uyuşan bir maaş ödemesi
yapılması son derece adil ve insancıl bir yaklaşım olarak
gözükmektedir. Bahsi geçen veya geçmeyen tüm sorunların kökeni,
“devleti yaşatmak için insanı yaşatmak gerek”tiği gerçeğinin
atlanması fenomenine, diğer bir deyişle; insana yapılmayan
yatırımın ürünlerinin toplanamadığı gerçeğine dayanmaktadır. Son
söz olarak ifade etmek isterim ki: “İnsanı yetiştiremeyenin hasat
zamanı ondan devşirebileceği bir meyvesi olamaz.”