'Araçtaki silahlar Bahçeli'ye aitti!'
Abone olPolisler Adana'dan gelen bir aracı Gölbaşı'nda durdurdular, Kalaşnikoflar'ı elleriyle koymuş gibi buldular. Araç Bahçeli'ye aitti ve silahlar Yazıcıoğlu'na gidiyordu.
1978 Yılı'nın Şubat ayıydı. Polisler, aldıkları bir ihbar
üzerine Ankara'nın Gölbaşı girişinde pusu kurmuşlardı. Adana'dan
yola çıkan beyaz renkli Renaut marka bir aracı bekliyorlardı.
Nihayet, beklenen an geldi ve önceden plakası tesbit edilen araç
yolda göründü. Polisler, hemen durdurdular. İçinden çıkarılan Ekrem
Pazarcı ve Fuat İstanbullu ekarte edildi. Aracın bagajını açan
polisler, portakal sandıklarının arasına gizlenen Kalaşnikof marka
silahları, elleriyle koymuş gibi çıkardılar. Ekrem Pazarcı ile Fuat
İstanbullu'nun haklarında işlem yapıldı. Tutuklanarak, Ankara
Kapalı Cezaevi'ne gönderildiler. Bagajındaki silahlarla yakalanan
araç ise, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde öğretim
üyesi olarak görev yapan Devlet Bahçeli'ye aitti. O dönemde bu
olayın üzerinde çok fazla durulmadı. Devlet Bahçeli, MHP Genel
Başkanlığı'na seçildikten sonra ise, sık sık dile getirilir oldu.
Kitaplara geçti, gazetelerde yayınlandı. Silahların ilginç öyküsü
ise, bu yazı dizisi ile ortaya çıkıyor . Bahçeli'nin aracında
yakalanan silahlar, Adana Ülkü Ocakları'na aitti. Ankara'ya, Ülkü
Ocakları Genel Merkezi'ne teslim edilmek üzere yola çıkmıştı.
Ancak, o dönemde Ülkü Ocakları Genel Başkanı olan Muhsin
Yazıcıoğlu'nun kimseden böyle bir talebi olmamıştı. Silahların
alıcısı belliydi, ama alıcının bu silahlardan haberi yoktu! İşte bu
yüzden, ortaya çıkan gelişmelere bir türlü anlam verilemedi. Muhsin
Yazıcıoğlu ve arkadaşları, sesli düşünmeye başladılar: - Bu
silahlar neyin nesi? - Neden Ankara'ya gönderiliyorlar? - Bunları
kim gönderiyor? - Silahlar, Ankara'nın girişinde neden yakalanıyor?
Hiç birine mantıklı cevap verilemedi. İşin içinde bir iş vardı ve
bunun mutlaka araştırılması gerekiyordu... Bu silahlarla ilgili
uzun süren bir araştırma başlatıldı. İç bünyede yapılan soruşturma,
günlerce sürdü. Bütün izler, Adana Teşkilatı'nda görev yapan Çaycı
Mustafa'ya gidiyordu. OPERASYON BAŞLIYOR Hemen bir plan kuruldu.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun talimatı ile bir valizin içine tıka basa
kitap dolduruldu. Valizde "silah olduğu" intibaı yaratıldı. Çaycı
Mustafa'nın yanına güvenilir bir Ülkücü verildi. Bu ikili, "Valizi,
Ülkü Ocakları Genel Merkezi'ne teslim edeceksiniz" denilerek,
Adana'dan otobüse bindirildi. Yolda mola verildiğinde, önceden
planlandığı gibi, Çaycı Mustafa'nın yanındaki Ülkücü, tuvalete
gitmek üzere otobüsten indi. Mustafa da yine otobüste bulunan diğer
"görevliler" tarafından takibe alındı. Beklenen olmuştu. Mustafa,
hemen kalkıp, çantayı kontrol etmiş ve içinde kitap olduğunu
görmüştü. Otobüs Ankara'ya geldi. Çanta, önceden belirlenen adres
olan Ülkü Ocakları Genel Merkezi'ne teslim edildi. Mustafa ve
yanındaki Ülkücü'ye bir miktar para verildi. Adana'ya gönderilmek
üzere uğurlandı. Adana'dan gelenler, yürüyerek eski otogara doğru
yola çıktılar. Ancak, otogara girmeleri mümkün olmadı. Demiryolu
köprüsünün önünde yanlarında bir araba durdu. İçinden çıkan beyaz
pardösülü, telsizli iki kişi "Durun, kaldırın ellerinizi" diyerek
önlerini kesti: - Biz polisiz, bizimle birlikte geleceksiniz. Çaycı
Mustafa ve arkadaşı, başlarına bastırılarak arabaya sokuldular.
Araç Bahçelievler'e doğru hareket etti. Adana'dan gelenler bir eve
sokulup, sorgulanmaya başladılar: - Siz, Muhsin Yazıcıoğlu'na ne
götürdünüz? Mustafa'nın yanına verilen ve oyunun içinde yer alan
Ülkücü genç, bir süre sonra itiraf etti: - Bir valiz silah
götürdük. Çaycı Mustafa ise, sonuna kadar direndi: - Biz silah
götürmedik. Muhsin Yazıcıoğlu'na teslim ettiğimiz valizin içinde
silah değil, kitaplar vardı. Sorgucular, alabildiğine uğraştılar.
Ancak, Çaycı Mustafa bir türlü konuşmuyordu. Bunun üzerine
Yazıcıoğlu'nu aradılar. Gelişmeleri anlatıp, sordular: - Şimdi ne
yapalım? Yazıcıoğlu da "kaçması için fırsat oluşturun" talimatını
verdi. Sorgucular, bir süre daha Çaycı Mustafa'yı sıkıştırdılar.
Ardından da kaçması için uygun bir ortam hazırladılar. Mustafa,
merdivenleri üçer beşer atlayarak dışarı çıktı, önüne gelen ilk
taksiye atladı. Şoföre de, "Biraz çabuk ol" dedi: - Yenimahalle'ye
gidiyoruz. Yenimahalle'ye gelindiğinde ise, MİT'in önünde inip,
içeri girdi. Çaycı Mustafa'yı oraya götüren taksici, önceden
planlandığı gibi Ülkü Ocakları Genel Merkezi'ne gitti. Gerekli
raporu verdi. Adana'dan Ankara'ya gönderilen silahların sırrı
böylece ortaya çıktı. TÜRKEŞ'İN TEPKİSİ Ertesi gün, sabah erken
saatlerde Bahçelievler'deki MHP Genel Merkezi'nden Muhsin
Yazıcıoğlu'da bir telefon geldi: - Başbuğumuz acele seni bekliyor.
Türkeş hemen konuya girdi: - Siz ne yapmışsınız oğlum! Gece bir MİT
elemanını alıp, sorgulamışsınız. Yapmayın, bunlarla bizi karşı
karşıya getirmeyin. Üzerimize saldırtmayın. Yazıcıoğlu ise, çok net
bir cevap verdi: - Bize karşı provokasyonlara girişiyorlar. Eğer bu
devam ederse, aynısını ve daha beterini de yaparız. Bizim içimizi
karıştırmaktan vazgeçsinler. Türkeş de Yazıcıoğlu da bu sözleri
yüksek sesle söylemişlerdi. Kim bilir, belki de Yenimahalle'ye bir
mesaj göndermeye çalışıyorlardı. Belli ki, MİT tarafından
dinlendiklerini düşünüyorlardı. En önemlisi de, Yazıcıoğlu'nun
yüksek sesle verdiği cevaptan, Alparslan Türkeş rahatsız olmamıştı!
SORULAR, SORULAR, SORULAR... MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin
aracında yakalanan silahların sırrı çözüldü, çözülmesine de...
Olayın bugün bile tam olarak aydınlandığı söylenemez. Kafalardaki
sorular hala karanlık: - Bu silahlar, MİT'le irtibatlı Çaycı
Mustafa tarafından neden Ankara'ya gönderildi? - Niçin Ankara'nın
girişinde yakalandı? - Ne yapılmak isteniyordu? Ne Muhsin
Yazıcıoğlu, ne de o dönemde olayı yaşayanlar, bu sorulara bir türlü
cevap veremiyorlar. OCAĞA SIZAN ASKERİ İSTİHBARATÇI Yine 1978
Yılı'nda Ankara'da bir başka olay daha yaşandı... Askeri İstihbarat
adına çalışan Şefik Kantar da Ülkü Ocakları Genel Merkezi'ne sızdı.
Üstelik, Şefik Kantar, Genel Başkan Muhsin Yazıcıoğlu'na son derece
yakın bir çalışma yürütüyordu. Şefik Kantar, önceleri Hasret
Dergisi'ni çıkarıyordu. Ülkü Ocakları Genel Merkezi içinde faaliyet
gösteriyordu. Olup biten herşeyden de haberdardı. Üstelik, O'nu
Türkiye'deki herkes tanıyordu. Teşkilat içinde önemli bir yere
sahipti. "Ülkücü şehitlerin" cenaze törenlerinde gençlere yemin
ettiriyordu. Düzgün fiziği ve tok sesi yüzünden Genel Merkez
tarafından bu iş için özellikle seçilmişti. Konya Yurdu'nda kalıyor
ve zaman zaman da yurttaki gençlerle provokatif konuşmalar
yapıyordu. Şefik Kantar'ı bir tek Hasan Bölücek sevmiyordu. Daha
sonraki yıllarda vefat eden ve yaşlıca bir zat olan Bölücek, bir
gün Muhsin Yazıcıoğlu'na sordu: - Şefik Kantar nasıl birisi? -
İyidir, iyidir. - Sen iyi diyorsan iyidir. Bölücek, Yazıcıoğlu'na
bu soruyu neden sorduğunu söylemedi. Sessizce yanından ayrılıp
gitti. Aradan bir hafta geçti... Hasan Bölücek aynı soruyu
tekrarladı: - Şefik Kantar nasıl birisi? - İyidir, iyidir. - Sen
iyi diyorsan iyidir. Hasan Bölücek, yine herhangi bir açıklama
yapmadı. Ancak, Muhsin Yazıcıoğlu'nun midesi bulanmıştı. O dönemde
Ocak'ta görev yapan Şefkat Çetin'e görev verdi: - Şefik'i izleyin.
Kantar'ın bütün hareketleri ve telefon görüşmeleri takibe alındı.
Aradan çok geçmeden pek çok olumsuzluk tesbit edildi. Bunun üzerine
elleri ve gözleri bağlanarak, Konya Yurdu'nun bodrumunda sorguya
alındı. Şefik Kantar, çok fazla direnmeden itiraf etti: - Evet,
askeri istihbarat adına çalışıyorum. Hemen, Ülkücü Hareket'in bütün
dergi ve gazetelerinde resimleri yayınlandı. Bütün Ülkücülerin,
Şefik Kantar'dan uzak durması yönünde mesajlar verildi. Ancak, o
dönemde askeri istihbarat adına çalıştığı belirtilmedi. Aradan
yıllar geçti... Muhsin Yazıcıoğlu, Almanya'ya gitti. 1991 yılında
Karabağ'ın işgalini protesto amacıyla düzenlenen bir yürüyüşe
katıldı. Bu sırada, boynunda asılı makinası ile yürüyüşün
resimlerini çeken Şefik Kantar'la karşılaştı: - Nasılsın Şefik,
hayrola? - İyiyim, gayet iyiyim. Ne yapayım, göreve devam ediyorum.
Belli ki, yurt içinde deşifre olan Kantar, yurt dışı göreve
çekilmişti. BAHÇELİ : HABERİM YOK MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli,
o günden bu yana, aracında yakalanan silahlarla ilgili olarak
basına hiç konuşmadı. Herhangi bir değerlendirme yapmadı. Hep
suskun kalmayı tercih etti. MHP Lideri'ne sorduk: - Aracınızda
yakalanan silahlardan haberiniz var mıydı? "Hayır" cevabını verdi:
- O dönemde kimsede araba yoktu. Zaman zaman arkadaşların araca
ihtiyaçları oluyordu. İsteyenlere veriyordum. Araba ile kimin ne
yaptığını bilmem mümkün değil. Bahçeli, bir başka ayrıntıya daha
dikkati çekti: - Zaman zaman "Abi araba lazım" diyenlere,
anahtarları camdan atıyordum. SOLCULARI ÜLKÜ OCAKLARI KURTARDI
Ankara son derece hareketli günler yaşıyordu. Öğrenci olayları
iyiden iyiye alevlenmiş, Başkent, alabildiğine karışmıştı. Ülkü
Ocakları Genel Merkezi'ne bir bilgi ulaştı: - Cebeci Stadı'nın
yanındaki Başkent Akademi'ye toplu olarak giden solcu öğrencilerin
üzerine Cebeci Köprüsü'nü geçerken bomba atılacak. O dönemde
Başkent Akademi'nin Ülkücüler için çok büyük önemi vardı. Akademi,
tamamen Ülkücülerin kontrolundaydı. Abdullah Çatlı, Sami Uzun,
Vahit Kayrıcı, Hayrettin Özdemir gibi Ülkücü hareketin önde gelen
isimleri, bu okulun öğrencileriydiler. Devlet Bahçeli de aynı
Akademi'de "öğretim üyesi" olarak görev yapıyordu. Ülkü Ocakları
Genel Merkezi, böyle bir eylemin düzenlenmesini istemiyordu. Hemen
harekete geçildi. Cebeci'deki Site Yurdu'nda kalan bütün Ülkücüler
sorguya çekildi. Bölgedeki bütün dernekler araştırıldı. Sonuç:
Ülkücüler, böyle bir eylem planlamamışlardı. Ardından, aynı
merkezden farklı bir bilgi geldi: - Eylem ertelendi. Bu defa o
kaynak sorguya alındı. Yine bir yönlendirme olduğu ortaya çıkmıştı.
Eyleme girişecek kişilerin adresi Ülkücüler değil, başka bir yerdi.
Ülkü Ocakları Genel Merkezi'nin yaptığı bu çalışma, solcu
öğrencilere yaradı. Bir başka ifade ile solcuları, üzerlerine
yağacak bombalardan Ülkü Ocakları kurtarmış oldu. Aslında, o
dönemde Ankara'da bir türlü anlaşılamayan ilginç eylemler de
gerçekleşmişti. Ülkü Ocakları, Maltepe'de Albayrak Kıraathanesi'nin
önündeki, Sosyalist Parti'deki ve Yükseliş'teki büyük bombalama
olaylarını bir türlü çözemedi. Bu bombalama olaylarının failleri,
bütün araştırmalara rağmen bulunamadı. Oysa, sol kesim, bu üç
eylemlerden de Ülkücüleri sorumlu tutuyordu. Söz konusu bombalı
saldırıları çözemeyen, sadece Ülkücüler olmadı. 12 Eylül Askeri
Darbesi de bu eylemleri aydınlığa çıkaramadı. Oysa, 12 Eylül'ün
ardından, Ülkücülerin karıştıkları bütün eylemler aydınlanmıştı.
Hepsinin failleri belirlenmişti. Sadece, bu üç büyük bombalı
saldırı olayı, bugün bile bir muamma olarak ortada duruyor.
Failleri Ülkücüler değildi! Peki bu saldırıları kimler yaptı?
TÜRKEŞ'İN KESİN TALİMATI 1974'te, Ali Güngör MHP Gençlik Kolları
Genel Başkanı'ydı. Türkeş, 9 Eylül günü İzmir'de bir "Kurtuluş
Gecesi" düzenlenmesi talimatını verdi. İzmir, Ülkücü Hareket'in
zayıf olduğu illerden biriydi. Üniversitelerde sol hakimdi. Halk
desteği de hiç yoktu. MHP'nin İl Başkanı bile İzmir dışından
getirilmişti. Üstelik, salon da bulunamıyordu. Sadece Alsancak
Stadyumu boştu. Ortada koskoca bir stad var, ama Ülkücü yoktu. Ali
Güngör, durumu Türkeş'e iletti: - İzmir'deki Kurtuluş Gecesi'ni
yapamıyoruz. Türkeş, "Hemen şimdi İzmir'e gidiyorsun" dedi: -
Alsancak Stadyumu'nu kiralıyorsun. Kimse gelmese bile bu kutlamayı
yapıyorsun. Ali Güngör, MHP Gençlik Kolları Genel Sekreteri Türkmen
Onur'la birlikte otobüse bindi. İzmir'e gidildi, Alsancak Stadı
kiralandı ve kutlama yapıldı. Trükeş'in kararlılığı, Ülkücülerin
İzmir'de de seslerini duyurmasını sağlamıştı. Stadın kale arkası
tamamen dolmuştu. Başlangıçta, kutlamaya "sade vatandaşların" da
dahil edilmeleri düşünülmüştü. Bu amaçla, dönemin ünlü türkücüsü
Nuri Sesigüzel'le görüşüldü. Sesigüzel'in bir konser vermesi
halinde stadın hınca hınç dolacağı planlanıyordu. Sesigüzel,
kendisine yapılan teklifi dinledi. Gecenin MHP Gençlik Kolları
adına yapılacağını öğrenince, Ülkücüleri küçümser bir tavır takındı
ve teklifi geri çevirdi. Ali Güngör'ün "Ülkücü gururu" kırılmıştı.
Bu olayı yıllar boyu unutamadı. BÜYÜK YÜRÜYÜŞ : CHP iktidardaydı ve
Ülkücüler alabildiğine baskı altındaydılar. MHP, 15 Nisan 1978'de,
İktidar'ı protesto için Ankara'da bir yürüyüş düzenledi. MHP Genel
Muhasibi Mehmet Doğan, "Büyük yürüyüş" için sadece 10 bin lira
harcadı. Bu, komik denilecek bir paraydı. Harcanan miktar, o
dönemde Yaşar Okuyan'ın, her ay Türkeş'ten aldığı 10 bin liralık
aylığa eşitti. Türkiye'nin dört bir yanındaki Ülkücüler, bu mitinge
kanlarını satarak geldiler. Ankara'da bir milyona yakın insan
toplandı. Yürüyüş, Kurtuluş'ta başlayıp, Tandoğan'da bitti.
Tandoğan'da konuşmalar tamamlanıp, miting sona erdiğinde, yürüyüşün
bir ucu hala Cebeci civarındaydı. Ankara'da toplanan Ülkücüleri
Tandoğan meydanı almamış, kalabalıklar, Beşevler, Maltepe, eski
Otogar ve Anıtkabir'e doğru taşmıştı. Bu tablo, CHP'li bazı kabine
üyelerinin Ankara'yı terk etmelerine yol açtı. Çünkü, mitingin
ardından, Ülkücülerin Ankara'yı işgal edecekleri düşünülüyordu.
Ancak, "Büyük Yürüyüş" olaysız dağıldı. Yazı dizi: Emin Pazarcı
Kaynak: Dünden Bugüne Tercüman