Normalde Apo, fikri ve zihni tekâmülünü tamamlamış toplumlarda
insanların bir mahalle kahvesinde dahi sohbetini dinlemeyeceği ve
hatta aynı insanların görünce yolunu değiştireceği cinsten bir
adam. Fakat sürekli kurtarıcı bekleyen, ezik ve itaat kültürü ile
büyütülmüş insanlar için ise, onları kendisine bağlama ve benzetme,
bağlanmayanlar için ise bir problem sahası olma noktasında bulunmaz
bir prototip.
Kürtlerin en büyük talihsizliği, böyle bir prototipe başkan
sıfatını yakıştırıp onun peşinden giden bir grubun tasallutu altına
düşmüş olmaları ve bir türlü de bundan kurtulamamalarıdır.
Apo, en düşük seviyede dahi olsa her hangi bir fikir istidadı
veya kabiliyet sergilemiyor. Sergileyemez çünkü böyle bir şey yok.
Onun bütün özelliği, zaaflar içindeki bir sistemin açıklarını
tespit ve bunları istismar etme noktasında her türlü kurnazlığı
sergileyebilmesidir. Bu açıkları da bir kabiliyet göstergesi olarak
kendisinin mi tespit ettiği yoksa bizzat o açıkların mimarlarının
bunları kendisinin önüne mi koyduğu hususu ise hala muğlâk.
Bu ülkede ne oldu ya da ne olmadı bilmiyoruz ama olduğundan emin
olduğumuz bir husus var ki, bütün bunlara rağmen, Apo’nun
menfaatinin Kürt’ün menfaati olduğu yönündeki bir algı Kürtlerin
bir kısmında oluşturuldu. Bu algının oluştuğu ve dolayısıyla
Apo’nun idamının Kürt’ün idamı sayılacağı bir ortamda, Apo idam
edilmeli miydi yoksa edilmemeli miydi şeklindeki tartışma boş ve
kısır bir tartışmadır. O zamanki devlet aklının da uygun gördüğü ve
uygulamaya koyduğu şekliyle Apo idam edilmemeliydi.
Daha doğrusu, Apo’nun idamı yani ortadan kaldırılması ile bu
sorunu çözeceğini zanneden aklın, Apo’nun ortadan kaldırılması için
onun Türkiye’ye teslim edilmesini beklemesine gerek yoktu. Apo daha
Bekaa vadisinde veya Şam’da iken rahatlıkla ve hem de merkez
karargâhı ile birlikte ortadan kaldırılabilirdi. Daha da olmadı,
Apo’nun içinde olduğu uçak Akdeniz’in üstünde kaybolabilirdi.
Eğer bunu yapmıyor da idam ederseniz sorunu büyüteceğinizi ve
dolayısıyla idam edemeyeceğinizi bile bile Apo’yu alıp bu ülkeye
getiriyorsanız, örtülü veya açık yöntemleri devreye sokarak Apo’yu
kullanmak suretiyle bu sorunu çözmeye devlet olarak kendinizi
angaje etmişsiniz demektir. Böyle bir strateji ayıp değildir ve
hatta profesyonelliktir ama beceriyi ve samimiyeti gerektirir. Yani
hem Apo’yu kullanacaksınız hem de toplum vicdanını
incitmeyeceksiniz ve bu ikisi arasındaki dengeyi kuracaksınız.
Bunu yapmaya karar verdiyseniz, bunu yapacak olan “devlet”,
sokaklarda ip atmaz, Apo’yu 30.000 kişinin katili diye reklam
etmez, şehit ailelerine kan vaadinde bulunmaz ve toplum vicdanını
buna hazır hale getirmeye gayret eder. Böyle bir gayret
sergilenmiyor ve ona prim sağlayacak şekilde iç siyaset malzemesi
haline getiriliyorsa, bu demektir ki, Apo’nun Türkiye’ye
getirilmesinden maksat sorun çözmek değildir.
O halde nedir?
Artık şu husus iyice anlaşılmıştır ki, Apo, 28 Şubat sürecinde
kan kaybeden ve halk nezdinde ciddi itibar kaybına uğrayan sisteme
sistemin sahiplerince yeni bir enerji pompalamak ve buna rağmen
sistem ellerinden kayarsa, sistemi yeniden kontrollerine alacak
şekilde fitne fücur çıkarma işlerinde kullanmak gayesiyle
getirilmiştir. Bunun gereği ve sonucu olarak da kendisine, dünyanın
can güvenliği en iyi sağlanan teröristi olarak cezaevinden örgütünü
idare etme ve kamuoyuna ideolojik saçmalıklar sunma imkânı
tanınmıştır.
Apo, 1999 yılından beri, can emniyeti açısından Şam’da
olduğundan daha iyi şartlara sahiptir. Sadece biraz konfor sorunu
vardır ve haremi eksiktir.
Bütün bunlara rağmen, Apo’nun hala bu örgüte hâkim ve onu idare
eden tek güç olduğunu zannedenler aldanmaktadır. Bu güne kadar
örgütü Apo’yu kullanmak suretiyle idare edenler artık idareyi
doğrudan kendi ellerine almışlardır. Apo’nun yüksek perdeden
konuşturulması, hedef saptırmaya ve malın gerçek sahibini gizlemeye
yöneliktir. Bunun, Apo dahi henüz farkında değildir.