Antalya Film Festivali’nin ilgi çeken bölümleri arasında
Ulusal Belgesel Film Yarışması da yer alıyor. Uzun metraj filmlerle
kıyaslandığında “Türkiye’nin nabzı belgeseller de atıyor”
denilebilir.
İŞÇİ SINIFI
Metin Kaya’nın “100 Bin Kişiydiler” filmi 1990’daki Zonguldak
maden işçilerinin destansı eylemini anlatıyor. Heyecan verici
çalışma, bilmeyenler için şaşırtıcı, hatta inanılması zor bir işçi
eylemine tanıklık ediyor. Film konusu “Maden Grevi”ni başından
sonuna kadar izleyen bir gazeteci olarak, Metin Kaya’nın filmini
büyük bir heyecanla izledim, yeniden o yıllara gittim.
Desa Direnişi’ndeki kadınları anlatan “Kafesteki Kuş Gibiydik”
keşke yarışma dışı bölümden, yarışmalı olanına aktarılabilseydi.
Güliz Sağlam ve Feryal Saygılıgil’in “Novamed Grevi”nden sonraki
ikinci filmleri de, işçi sınıfı içindeki kadın hareketine ayna
tutuyor.
HAYVAN HAKLARI
İZTV programcısı Savaş Karakaş’ın “Kocaoğlanı Kurtarmak” filmi
ayıları konu alıyor. En başta da esir edilmiş ayılar var.
Sokaklarda oynatılan, sirklerde gösteri yıldızı haline getirilmek
için olmadık işkencelere maruz kalan ayılar… Ama bunlar insanların
iyi halini anlatıyor. Bir de kötüleri var! Pençeleri kesilip
kaynatılan, iç organlarından ilaç yapmak için kafesler içinde
sıkıştırılarak ağır ağır ölüme gönderilen ayılar…
Yine İZTV’den Öykü Yağcı’nın “Sahipsiz İstanbul” adlı filmiyse
sokak köpeklerini konu alıyor. İstanbul’da düzenli operasyonlarla
zehirlenen, kurtarma yapıyoruz diye hayvan hapishanelerine tıkılıp
vahşileştirilen sokak köpekleri bir zamanlar İstanbul’un
simgeleriydi. Batılı gezginlerin objektiflerinden çıkan karelerde
İstanbul kartpostalları haline geliyorlardı. Bu İstanbul
fotoğrafların büyük çoğunluğunda köpekler yer alıyordu. O zamanlar
sokak köpeklerine sahip çıkılıyordu, şimdi ki gibi sahipsiz
değillerdi.
DİYARBAKIR CEZAEVİ
Yarışma bölümü belgeselleri arasında iki tane cezaevi filmi var.
Birinci “Özgürlüğe Mahkûm”, 1983 doğumlu yönetmen Nurullah
Dinçer’in ilk filmi. Eskişehir Açık Cezaevi’nin üniversiteye gidip
gelen ilk ve tek mahkûmunun hikâyesini anlatıyor. Sabah cezaevinden
çıkıp Anadolu Üniversitesi’ne giden mahkûm, ders günü sonunda yine
hapishaneye dönüyor. Film devletin –isterse- insan haklarına
saygılı olabileceğini gösteriyor.
Bir de devletin “normal” hali var. Onu da Çayan Demirel’in
“5’nolu Cezaevi”nde görebiliyoruz. 12 Eylül döneminin simgesi
haline gelmiş Diyarbakır Cezaevinde yaşayanların anlatımlarıyla
ilerleyen çalışma, ancak korku filmlerinde olabilecek uygulamaları
gösteriyor.
Çayan Demirel’e içlerini dökenler arasında kimler yok ki?
Dr. Tarık Ziya Ekinci, Nurettin Yılmaz, Ahmet Türk, Feridun
Yazar, Sakine Cansız, Orhan Miroğlu gibi tanınmış kişiler,
insanlığın o tarihe kadar tanımadığı işkence yöntemlerinin tutuklu
ve hükümlüler üzerlerinde nasıl uygulandığını anlatıyorlar. Bu ağır
işkence okulundan geçenlerin ortak noktası da aynı: Hepsi
Kürt!..
Çayan Demirel ayrımcılık yapmamış, Diyarbakır işkencehanesinden
geçen bir de Türk tutukluyla konuşarak, 12 Eylül’ün zulüm
konusundaki “tarafsızlığını” ortaya koymuş.
VE ÇİNGENELER
Türkiye’nin gelecekte utanarak hatırlayacağı bir başka konu da
Romanların büyük kentlerden kovulmaları olacaktır. AKP’li
belediyelerin Kentsel dönüşüm dediği Rantsal Dönüşüm Projeleri’yle
İstanbul’un dışına itilen Roman vatandaşlarımızın acı veren
hikâyeleri Oğuz Karabeli ve Belgin Cengiz’in ortak çektikleri
“Kağıthane” belgeseliyle, Sulukule’yi geleceğe taşıyan Merve
Tutaşı’nın “Kelebeğin Göçü” adlı çalışmasında çok güzel dile
getiriliyor.
Belgesel filmlerin hepsinde yaşadığımız hayat var. Çalışmaların
büyük bölümü de bizi yüzleşmeye davet ediyor:
-Antalya’dan Diyarbakır’a…