Birgün yürekli bir ana çıktı ve oğlunu PKK'nın elinden
söke söke aldı.
Hacire Akar ismindeki bu ananın yürek yangını,
evladı PKK'nın elinde olan diğer analara birer meşale oldu. Onlar
da şimdi Hacire anne gibi HDP'nin kapısında oturarak evlatlarını
geri istiyor.
Fevziye Çetinkaya, Ayşegül Biçer, Remziye Akkoyun, Emine
Kaya, Sadiye Özbey, Sabiha Balta, Meryem Savur, Necla Çur, Güzide
Demir ve diğer anne babalarla birlikte sayıları 18'e
yükselen bu ailelerin tek bir isteği var, o da evlatlarının geri
dönmesi.
Önceki gün bir grup kadın gazeteci olarak Diyarbakır'a
bu ailelere hem destek vermeye hem de dertlerini dinlemeye
gittik.
Hepsinin ayrı bir hikayesi olsa da acıları birdi.
Hepsinin de evladından bahsederken gözleri doluyor,
yüreklerindeki isyan ve özlem kelimelere sığmıyordu...
"Sağıymış, soluymuş, o parti, bu parti bizi
ilgilendirmez. Tek bir isteğimiz var ne olur sesimizi herkes
duysun, bizi yalnız bırakmasınlar, evlatlarımızı geri
istiyoruz" dediler.
Bir anneye "ölüsü ya da dirisi, evladımı almadan buradan
gitmeyeceğim" dedirten acının bir tarifi olabilir mi?
Önce Hacire anne, sonra diğer anneler birer birer cesaret oluyor
aynı durumdaki ailelere.
Onlar evlatlarının derdine düşmüşken bütün bu acıdan
siyasi söylem çıkarmak ve bu aileleri karalamaya çalışmak ne büyük
ayıptır! Ne büyük utançtır!
Çocuğunu PKK'nın elinden kurtarmak isteyen bu aileler belki de
ilk kez bu kadar cesaretle ve yüksek sesle isyan ediyor.
HDP binası önünde gördüğümüz o manzara, sonunda katilin uşak
çıktığı ve bunu başından beri herkesin bildiği bir filme benziyor.
Onun için "neden devlet binalarına gitmiyorlar da HDP
binası önünde oturuyorlar?" diye bir soru sormak çok
anlamsız.
Ayrıca bu anneler tamamen kendi inisiyatifleriyle gidiyor HDP
binasının önüne. Aralarından konuştuklarımız "en son buraya
girdi" diyor. Buraya girdi ve bir daha haber
alamadık...
Kusura bakmayın ama evladını kaybetmenin acısıyla yanıp
tutuşan bir anneden daha mı iyi bileceksiniz nereye gitmesi
gerektiğini.
ACILARI YARIŞTIRMAK ZORUNDA MIYIZ?
Bizim milletçe içine düştüğümüz bir hastalık var.
Ve ne yazık ki bu hastalıktan bir türlü kurtulamıyoruz.
Ortada tepki gösterilecek, kınanacak ya da hiçbir şekilde
vicdani ve insani olarak kabul edilmeyecek bir durum olsa bile bunu
bir türlü "amasız, fakatsız"
yapamıyoruz.
Velev ki yaptık o zaman da devreye "şuna da ses çıkarmış
mıydın, buna da tepki vermiş miydin?" sopası
giriyor.
Şimdi de HDP binası önündeki annelerle Cumartesi
Anneleri'ni kıyaslama başladı.
Yazık vallahi yazık!
Acıları yarıştırmaktan, amalara, fakatlara boğulmaktan
bir türlü asıl meseleyi konuşamaz hale geldik.
Konuşmayı bırakın acıyı paylaşamaz hale geldik.
Söz konusu bir anneyse ve bu annenin yüreği evlat acısıyla
yanıyorsa kim olduğuna, kimden olduğuna bakmadan o annenin acısını
paylaşmak boynumuzun borcudur. Anneleri ayırıp, bölmek
yerine onların cesareti ve ferasetiyle bütünleşmek
zorundayız.
Bizi bir annenin evladı için ağrıyan kalbi de
birleştiremeyecekse ne birleştirecek Allah aşkına?
HDP İÇİN BİR FIRSAT
Şimdi yazacaklarım reel siyasetten uzak, Pollyannacılık gibi
gelebilir belki ama yine de ben bu durumun Meclis'te bulunan siyasi
bir parti olarak HDP için fırsat olduğunu düşünüyorum.
HDP, Diyarbakır il binası önünde oturan ailelere "yalan
söylüyorlar, iftira atıyorlar, oyun oynuyor" diyerek çamur
atmak yerine; o anneleri ve babaları rahatlatacak, çözüm odaklı bir
yaklaşım sergileyerek, dillerinden düşürmedikleri
"demokrasi ve barış" için bir adım
atabilir.
Mesele barışsa eğer bundan ala barış mı
olur?
twitter.com/Htckubra
Facebook Hatice
Kübra