Öykü Özdoğan’ın hazırlayıp sunduğu “20 DAKİKA”; dizi, sinema ve tiyatro oyuncusu Berkay Ateş’i konuk etti. Ateş, NTV Radyo dinleyicilerine rol aldığı “Anne” dizisinden, Tiyatro D22’den ve oyunculuk hayatından bahsetti. Anne'nin Cengiz'i Berkay Ateş, "En zorlandığım sahne, Melek'e (Beren Gökyıldız) ruj sürdürdüğüm sahneydi. Onu sette herkes pamuklara sarıyor ama o sahneler radikal sahnelerdi" dedi. “Cengiz” rolünü kabul ederken tereddüt ettik hatta üzerine epey düşündük. Böyle bir karakteri oynamak ne getirir, ne götürür diye ama yönetmenimiz Merve Girgin ile de uzun görüşmelerimizin sonunda, karakterin derinliği, toplumda birçok yerde varolması üzerine kafa yorduk ve sonunda ben de oynamak istedim Cengiz'i. Evet karakter kötü, Cengiz'in yaptıkları tasvip edilmeyecek şeyler, sevmemizin de imkanı yok ama karakteri başka bir tarafından da almak istedim. Yapmak istediğim aslında, seyircinin televizyonu açtığında “Cengiz'in sahneleri gelsin de izleyelim” demelerini istiyordum. Bu anlamda, doğru bir tercih yaptığımızı, iyi bir yolda gittiğimizi konuşuyoruz. Bu da beni keyiflendiriyor... EN ZORLANDIĞIM SAHNE, MELEK’E RUJ SÜRDÜĞÜM SAHNE En zorlandığım sahne, Melek'e (Beren Gökyıldız) ruj sürdürdüğüm, bizim de 'ruj sahnesi' diye kodladığımız sahne. O sahne zordu, çocuk oyuncu ile oynamanın insana psikolojik olarak getirdikleri var. Onu sette herkes pamuklara sarıyor ama o sahneler radikal sahnelerdi. İyi ki böyle bir iş oldu, iyi ki o sahneler var çünkü Türkiye'de bu kadar pedofili, çocuk gelin meselelerinin tartışıldığı bir dönemde bunun engellenmesi için herkesin çaba sarfettiği ya da çaba sarfetmek istediği bir dönemde, böyle bir sahnenin ortaya konması bence çok doğruydu. Ama özellikle o sahneyi çekerken zorlandık. FİZİKSEL ŞİDDETİN OLDUĞU SAHNELERİ ÇEKERKEN ZORLANDIM Beren'e bağırıp kızdığım, fiziksel şiddetin olduğu sahneleri çekerken zorlandım. Tabii ki hiçbir zaman gerçek olmuyor fiziksel şiddet ama o sahnelerde zorlanıyorum. Beren bu anlamda çok bilinçli bir çocuk oyuncu. 2 pedegog var, ailesi de bu anlamda bilinçli. Bir de Gonca ile (Vuslateri) bazı sahnelerde tabii ki zorlanıyoruz, çünkü bu işin duygusu çok fazla. Duygu yükü üzerimizde, özellikle Gonca'nın. Zorlandığımız sahneler oluyor. Ama çok güzel bir diyalog yakalandı ekipte. Herkes işini çok ahlaklı ve olması gerektiği gibi yapıyor. Bence en önemli şey güven, biz de o güvenle ilerliyoruz. DİZİNİN İLK BÖLÜMÜNDEN SONRA TEHDİTLER ALDIM Dizinin ilk bölümünün sonunda gerçekten tehditler aldım. Hatta Instagram hesabımdaki yorumları da silmedim, sil diyenler oldu. Silmedim, onlar kalsın istedim. İnsan şaşırıyor, üzülüyor. İnsanlar benim yaptığımı zannediyor. Ama sonra sosyal medyadan bir tehdit meselesi oldu. Çekindik tabii ki çünkü bugün, ne olacağını bilmediğimiz bir toplumda yaşıyoruz. Bunu toplumdaki her kesim hissediyor. Sokağı anlamlandıramadığımız bir dönem hepimiz için. Bu bir tedirginlik yarattı ama sonra kendiliğinden özellikle diğer bölümler ilerledikçe, çok fazla tebrik mesajı da geldi. Çok fazla beğenen, kendi aralarında bunun bir rol olduğunu buna inanmamamız gerektiğini söyleyenler oldu. Bu tabii beni oyuncu olarak da çok memnun ediyor. En büyük isteğimiz Cengiz'in karikatür bir karakter olarak kalmaması, insanların gerçek hissetmesi, insanların gerçekten o sıkıntıyı yaşamasıydı, bunu neyse ki hallettiğimizi düşünüyorum. Geçen gün yolda bir teyzemizle karşılaştık, tanıdı diziden geldi, 'O kadar planlıyordum ki seni görünce ne yapacağımı, karşıma çıkacağını biliyordum, görünce şöyle yapacağım böyle yapacağım dedim ama oğlum çok tatlıymışsın şimdi hiçbir şey yapamayacağım' dedi. Sonra tebrikleştik, teşekkür ettim ve dağıldık. "HAYATIMDA YAŞADIĞIM EN GÜZEL ŞEYLERDEN BİRİYDİ" Abluka'nın benim hayatımda çok özel bir yeri var. Özellikle Emin Alper'in yazıp yönettiği bu kadar iyi bir senaryoda, bu kadar iyi çekilen bir işin içinde olmak benim için çok önemliydi. Konservatuardan mezun olduktan sonra, hep hayalim çok iyi bir sinema filmi yapmaktı. Tiyatroyu kurduk, devam ettirdik, burada hep oyunlar yazdım oynadım ama önceliğim hep sinema filmiydi. Emin Alper de şu an dünyada da kanıtlanıyor, dünya çapında bir yönetmen. Bu anlamda da Abluka çok önemli oldu benim içn, hatta Venedik'te de “En İyi Erkek aday” olmam da hayatımda yaşadığım en güzel şeylerden biriydi. ÇOK İYİ BİR MATEMATİKÇİYDİM Üniversitede İstatistik okuyordum ve çok iyi bir matematikçiydim o alanda. Üniversitenin kulübünde tiyatro ile tanışınca her şey dağıldı tabii. Hatta 2. dönem istatistik bölümünün bölüm başkanı aynı zamanda dekanımız beni çağırıp 'Oğlum bir sorun mu var, notların böyle ne oldu? Bir sıkıntı mı var?’ Dediğinde, 'Yok hocam ben çok mutluyum!’ dedim. Yıllar sonra da okulu bıraktığımda, herkes tahmin ediyordu bir gün bırakacağımı ama biraz geç oldu, 3 sene okudum. Ama o arada başka kurslar başka eğitimler, Slovenya'da bir eğitim aldım sonra da konservatuara girdim 4 yıl da onu okudum. D22 BİTMEYECEK BİR HİKAYENİN TANIMI Tiyatro D22, tiyatroya beraber başladığımız bir arkadaşımızın bulduğu bir isim. Bu bir varsayım, eğer tiyatroda D21 son koltuk ise, D22 ulaşamadığımız ama ulaşmak istediğimiz ilk seyirciyi tanımlıyor. Yani aslında bitmeyecek bir hikayenin tanımı bu. D22 sadece tiyatro ile anılsın istedik, bu bir varsayım, ulaşamadığımız seyirciyi tanımlıyor. OYUN YAZARLIĞINA KONSERVATUARIN SON SINIFINDA BAŞLADIM Oyun yazarlığı, konservatuarın son sınıfında başladı. Yiğit Sertdemir, o da çok iyi bir tiyatro adamıdır, beni teşvik etti. Konservatuarın son sınıfında, bir oyun yazdım yönettim. Sonra da Meltem Cumbul'un koyduğu “Bent” oyunu geçtikten sonra, ben o ara 25'i yazmaya başladım. İlk oyunum “25” sonra “Karabatak” sonra “Hak”. Başka bir tiyatroda bir Suriyeli kadın oyuncu tarafından oynandı. Şimdi “Hak”, Kocaeli Şehir Tiyatrosu repertuarına kabul edildi. Son oyunum da “Kuş Öpücüğü”. Güneş Hayat ve Emir Çubukçu ile beraber oyunuyoruz. Bir anne oğul hikayesi. Televizyon dünyasında umut arayan bir anne oğulun hikayesi. "DÜNYAYA GÖZLERİNDEN BAK SEYİRCİ İÇİN ÇOK YENİ BİR DENEYİM" “Dünyaya Gözlerinden Bak” ile ilgili biz de ilk defa böyle bir deneyim içindeyiz. Kadıköy Hasanpaşa'da eski bir köşkün içinde oynanıyor. Hikayesi, üç ayrı odada, üç askerin monologlarından oluşuyor. Hastanede olan bir asker, sınırda bekleyen akli dengesi gidip gelen bir asker ve drone- insansız hava aracı kullanarak bomba atmış bir askerin, anılarını paylaştığı bir oyun. Alman yazar Lothar Kittstein yazdı, Alman yönetmen Frank Heuel yönetti. Tabii bir Alman yönetmenle çalışmak çok iyidi. Seyirci için de çok yeni. Seyirci geliyor ve iki gruba ayrılıyor. A grubu olarak bir odadan başlıyor oyunu izlemeye, B grubu da diğer odadan başlıyor izlemeye. Seyirci oyun sırasında birbirini görmeyerek üç odayı da dolaşıyor, bekleme odasında fotoğraflar videolar var sonra selamda buluşuyoruz. Bizim için de, seyirci için de çok yeni bir deneyim. Diyalog halinde olunan performanslar var. BİR GÜN RASKOLNİKOV’U OYNAMAYI ÇOK İSTERİM Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sındaki Raskolnikov'u bir gün gerçekten oynamak isterim. Adalet duygusu, yaşadıkları vs beni çok etkileyen bir romandır. Bir gün profesyonel olarak oynamak isterim. Okulda mezuniyetimi onunla verdim, bir gün profesyonel olarak sahneye konduğunda Raskolnikov'u oynamayı çok isterim. Beni Büyükada'da olmak besliyor. Orada zaman geçirmek, yalnız kalmak beni daha çok besliyor çünkü burada çok fazla yoğunluk ve koşturma var. Biraz oyunculuk mesleğinden de tiyatrodan da uzak olmak beni rahatlatıyor. Mesela kitap, filmden daha çok rahatlatıyor çünkü mesleki izliyorum. “İyi oynamış, iyi kurgulanmış, bu sahne şöyle yapılmış” diye sürekli düşününce, insan yoruluyor.