Ankara gazeteciliğinin zorlukları
Abone olTecrübeli gazeteci, Ankara gazeteciliğinin zorluklarını anlatırken, genç gazetecilere ilginç mesajlar gönderiyor..
Meslekte yirmi yılı geride bırakan Milliyet Gazetesi Ankara
Temsilcisi Fikret Bila, internethaber EKO+ Dergisi’ndeki medya
köşesinin Mart ayı konuğu. Fikret Bila ile
‘asker-bürokrat-siyasetçi’ üçgeninde gazetecilik yapmanın
inceliklerini konuşmak üzere buluşuyoruz. Ama sohbet o kadar tatlı
bir şekilde uzuyor ki, biz hükümetin Kıbrıs politikasına da,
Bila’nın gezdiği internet sitelerine de atlıyoruz. Geçtiğimiz
günlerde “Sivil Darbe Girişimi ve Ankara’da Irak Savaşları” adlı
kitabı yayımlanan ve büyük ilgi uyandıran Fikret Bila’ya göre,
Ankara’da belgeli haber üretmek hiç de kolay değil. Basın
dünyasının en sağlam kaynaklı gazetecilerinden biri olduğu kabul
edilen Bila’ya, geçtiğimiz yıl Genelkurmay tarafından yalanlanan
‘Asker Rahatsız’ haberinden yola çıkarak, gazeteci-haber kaynağı
ilişkilerini soruyorum. Aldığım yanıtlar, ilginç. Ve genç
gazeteciler için oldukça önemli mesajlar taşıyor… Siyaset,
bürokrasi, asker üçgeninin ortasında olmak, Ankara gazetecisine ne
gibi sorumluluklar yükler? Ankara gazeteciliğinin kendine özgü
kuralları var. Bu kuralları da, işlevi yaratmış durumda. ‘Ankara
gazeteciliği’ diye bir kavramdan söz etmek mümkün. Bunun en önemli
faktörü güvenilir olmak. Yani Ankara gazetecisinin verdiği haber,
mutlaka doğru olmalı. Çünkü haber kaynağına çok yakın. Bu nedenle
kontrol edilmiş, doğrulanmış haberleri vermeye özen göstermesi
gerekiyor. Böyle özel bir yönü oluyor Ankara gazeteciliğinin. Demin
bahsettiğiniz üçgende çalışırken, üçgenin her köşesi ile
kanallarınızı açık tutmanız gerekir. Kanallarınızı açık
tutabilmeniz için de, haber kaynaklarının size güven oluşturması
gerekiyor. Bu da çok kısa bir sürede oluşmuyor. Oluşsa bile, bunu
çok uzun süre korumak zor oluyor. Yıllarca aynı kaynaklarla aynı
güven ilişkisini sürdürmek, gerçekten büyük bir özen gerektiriyor.
Farklı siyasi partilerin farklı karakterdeki bireyleri ile
çalışmak, onları objektif yansıtabilmek, o güveni sürdürebilmek
için, zaman zaman yaptığınız haberlerin oluşturduğu rahatsızlığı
giderebilmek ayrıca uğraş vermeniz gerekebiliyor. Gazeteci-haber
kaynağı ilişkisinde dengeyi nasıl sağlıyorsunuz? Sadece yorumcu
değilseniz, sadece köşe yazarı değilseniz, biraz da haber
sorumluluğu taşıyorsanız, bu dengeyi sağlamak zorundasınız. Bu, çok
uzun yıllar gerektiren bir olay. O yıllar boyunca haber kaynakları
sizi, siz de haber kaynaklarını bir çok kez teste tabi
tutuyorsunuz. Eğer bu testlerin çoğunluğu olumsuz oluyorsa, o
ilişkiyi ya hiç kuramıyor, ya da kurduğuz ilişkiyi kaybediyorsunuz.
Aslında Ankara, haber vermemeye kurguludur. Bizde haberi almak
kolay değildir. Demokratikleşme, şeffaflaşma diye sürekli
savunuyoruz, Türkiye’de bürokrasiden ya da siyasetten haber üretmek
ama batıdaki gelişmiş ülkeler kadar kolay değil. Hele belgeli haber
üretmek çok zor. Bugüne kadar bildiğiniz halde yazamadığınız önemli
bir haber oldu mu? Niteliği gereği yazamadığımız olduğu gibi,
yazmamıza izin verilmediği için yazamadığımız konular da oldu.
Bugün yazamadığınız haberler, bir gün kitap haline gelebilir mi?
Doğrusu öyle bir biriktirme yapmıyorum. Of the record verilen
bilgiler, zaten yazılmamak üzere verilmiş oluyor. Onlar yazılacak
olsa, belki bir kitap malzemesi olarak kullanılır. Ama kitapta dahi
kullanılırken, yine kaynağı saklama sorumluluğu devam eder. Yani
bu, zaman aşımı olan bir konu değildir. Ancak önemli bir belge ya
da bilginin, artık yasaların öngördüğü süreler geçtiği için açık
bilgi haline gelmesinde sorun yoksa, onlardan yararlanılabilir.
Bugüne kadar hiç, haber kaynaklarınızın size olan güvenini
zedeleyen bir haberiniz yayınlandı mı? Benim liderler seviyesinde
güvensizlik yaratan bir haberim olmadı. Tabii zaman zaman yanlış
anlaşılmalar oluyor. Çok sık olmamakla beraber, onları ben de
yaşadım. O da, yazılı basının çalışma tarzından kaynaklanıyor.
Sizin yaptığınız görüşmeyi, yazdığınız haberi, ya da yorumu
gazeteye yansıtan mekanizma, İstanbul’da. Bazen habere başlık
atılmasında, birinci sayfaya çıkarılmasında, hatalar ya da amacı
aşan ifadeler olabiliyor. Türkiye’de daha çok gazetenin birinci
sayfasına bakıldığı için, onu gören haber kaynağı bunu sizin
yazdığınızı düşünerek bundan rahatsızlık duyabiliyor. Bunları
bildiğim için, eğer çok önemli bir konuda haber yapacaksam,
İstanbul’daki arkadaşlarımla bunu çok sık görüşerek, takip ederek
yapmaya çalışıyorum ki, böyle bir rahatsızlık duyulmasın. Sizce
gazeteci neyi ne kadar yazmalı? Haberi aldığınız kaynağın verdiği
bilgiyi aslına uygun olarak yansıtmalı, onu yorumlayacağım diye
amacı dışına taşımamalı, kanıtlanmamış bir bilgiyi kontrol etmeden
kullanmamalı, haber kaynağı izin vermiyorsa onu işaret edecek bir
üslupla haberi yazmamalı, mahkemelerde dahi konu edilse haber
kaynağını sürekli korumalı. Yoksa manşet olur, ama haber kaynağını
kaybeder. Fikret Bila’nın haber kaynağı ile ilişkilerinin ölçüsü
nedir? Bence gazeteci, haber kaynağı ilişkisi mutlaka bir mesafe
taşımalıdır. Ben haber kaynağı ile arkadaş olunmaması gerektiğini
düşünürüm. Resmi bir ilişkidir bu. Gazeteciden de aslında haber
kaynağı açısından bir arkadaş olmaz. Samimiyetin belli bir seviyede
tutulması gerekir. Karşılıklı saygıya dayalı bir resmiyet taşıması
gerekir kanaatindeyim. Ne kadar uzun yıllar birlikte çalışmış
olursanız olun, o mesafeyi korumanız gerekir. Haber kaynağınızla
ilişki geliştirirken yada konuşurken karşısındakinin gazeteci
olduğunu unutmaması gerekir. Milliyet Gazetesi’nde asker
kaynağınızı oldukça rahatsız eden bir haberiniz yayınlandı
geçtiğimiz aylarda. Bu rahatsızlık nereden kaynaklandı? Irak
Savaşı’nın öncesinde böyle bir şey yaşadım. Haber kaynağımı
açıklamamın mümkün olmadığı bir haberdi. ‘Asker Rahatsız’ diye bir
manşetle bir haberim yayımlandı. Bu tam 1 Mart tezkeresinin
onaylanmasına yakın günlerdeydi. Haberin kurgulandığı bilgi birinci
elden bir haber kaynağına dayanıyordu ve Kuzey Irak’ta grupların
Amerika tarafından silahlandırılmasına olan bir tepkiyi
yansıtıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden çok üst düzey birinin bu
tepkiye ifadesiydi. O sıralarda Ankara’da Türk ve Amerikan
görüşmeleri yürütülüyordu. Bu süre içinde Amerikan heyeti, Kürt
gruplarını koruyan, Türkiye’nin kaygılarını çok dikkate almayan bir
tavırla uçarsavar, ağır silahlar gibi silahların Kürt gruplara
verilmesini öneriyor ve onların toplanması, kayda geçirilmesi
konusunda da Türkiye’nin taleplerini dikkate almıyor. Türk tarafı
hem ağır silah verilmesini istemiyor, hem de verilen hafif
silahların Türk subaylar eşliğinde bir zapta geçirilmesini ve
operasyondan sonra toplanmasını talep ediyor. İşte bu süreç devam
ederken, Türk tarafı Amerika’nın bu tavrından rahatsız oldu. Bu
rahatsızlık bana yansıtılmış oldu. Ve bu aynı zamanda askerin de
bir rahatsızlığıydı. O başlık politik bir mesaj olarak
değerlendirildi ve sanki 1 Mart tezkeresinden rahatsızlık
duyuluyormuş gibi bir sonuç yarattı. Aslında yansıtılan 1 Mart
tezkeresinin yaratacağı siyasi gelişmedeki rahatsızlık değil,
tamamen silahlardan kaynaklanan teknik bir rahatsızlıktı. Fakat
bunu AKP, Başbakan, milletvekilleri siyasi bir rahatsızlık gibi
algıladılar ve öyle tepki gösterdiler. O zaman o tepkiler sadece
bana değil, Genelkurmay’a da iletildi. O zaman Başbakan, Sayın
Gül’dü. Böyle bir yaklaşımın parlamentoda AKP grubundaki
milletvekillerini de rahatsız ettiğini, ‘Eğer asker bu işten
rahatsızsa biz niye 1 Mart tezkeresine oy verelim’ gibi tepkiler
geldiğini, zaten AKP tabanının ve grubunun Irak savaşına karşı
olduğunu dolayısıyla böyle bir haberi okuyunca olumsuz
davranacaklarını ifade etti sayın Gül. Ve haber 24 saate yakın bir
süre sonra Genelkurmay Başkanı tarafından ‘bizim görüşlerimizi
yansıtmıyor’ diye yalanlanmış oldu. Tecrübeli bir gazeteci olarak
haberinizin yalanlanması, sizi rahatsız etti mi? Tabii etti. Ertesi
gün, bunu gazetedeki köşemde açıkladım. Bundan rahatsızlığın ne
olduğunu tekrarladım. Bu tepkinin, silah dağıtılmasından ve
Amerika’nın ikili tutumundan kaynaklandığını açıkladık.
Yapabileceğim iki şey vardı: Ya bunu ısrarla devam ettirmek,
nitekim ben bunu yaptım, ya da rencide olup haber kaynağını
açıklayarak sıkıntıyı büyütmek. Bazen gazetecinin de haber
kaynağına güvenini kaybettiği anlar oluyor. Haber kaynağı bir bilgi
veriyor, yazıyorsunuz. Ertesi gün o bilgiye gelen tepkiler, eğer
haber kaynağının amaçladığı gibi değilse, beklediği olumlu tepki
gelmiyorsa veya üstü tarafından ‘neden bu bilgi verildi’ diye
eleştiriliyorsa, bu sefer kendisinin o bilgiyi vermediğini
söyleyebiliyor. Bazen ‘off the record’ olmadığı halde, kendi
verdiği bilgiyi kabul etmeyenler olabiliyor. O zaman o kaynağı bir
daha kullanmamamız gerekiyor. Son zamanlarda, özellikle seçim
dönemlerinde siyasilerle bunu çok sık yaşadık. Size verilen bilgiyi
kaydedip sonradan yalanlanmasının önüne geçemez misiniz? Tabii,
bunun giderilmesi bizim ses kayıt cihazı, kamera gibi bazı aletleri
kullanmamıza bağlı. Fakat çoğu kez bu tür aletleri kullanmamız hoş
karşılanmıyor. Sohbeti yapay hale getirebiliyor, güvensizlik
yaratabiliyor, kaynak söyleyeceği bir şeyi söylemeyebiliyor. Fakat,
haber kaynağının teyp kullanmaya izin vermemesi ile bir güvensizlik
oluşuyor. ‘Demek ki alacağı tepkiye göre doğru veya eğri diyecek’
diye düşünüyorsunuz. Bu da beni rahatsız ediyor. O tür ilişkilerde
güven sürdürülemez diye düşünüyorum. Siz nasıl bir tedbir
getiriyorsunuz o halde? Ben böyle durumlarda biraz daha empatik
düşünmeye çalışıyorum. Yani, ‘bunu böyle yazarsam haber kaynağına
böyle bir tepki gelebilir, haber kaynağı da bunu yalanlayabilir’
diye bir mantık yürütmeye çalışıyorum. Bu durumlarda, sorun
yaratabilecek kavramları kullanmamaya çalışıyorum. Yarın öbür gün
bir sorunla karşılaşmayayım diye, bir otokontrol yapıyorum. Ayrıca,
kamu gücünü sürekli olarak basın aleyhine kullanan bir kaynak
zihniyeti de oluyor. Bunu da yaşadık. Bunun son örneği
İstanbul’daki bombalamalardır. O saldırılar sonrasında “Basın
olmasaydı biz suçluyu yakalayacaktık” gibi açıklamalar dinledik.
Bu, sorumluluktan kaçmaktır. Nasıl orada asker, polis, savcı, hakim
mesleğini icra ediyorsa, biz de mesleğimizi icra ediyoruz. Buna
saygı duyulması lazım. Basına yapılan haksız ve bu derece ileri bir
suçlamaya karşı, bizim de derneklerimizle, örgütlerimizle kurumsal
tepki göstermemiz gerekiyor. Yaptığınız bir haberin negatif
etkilerinden dolayı, çalıştığınız kurumun ya da basının sizi yalnız
bıraktığı oldu mu? Hiç öyle bir şey yaşamadım.Genellikle
meslektaşlarımın desteğini gördüğümü söyleyebilirim. Bazen
rekabetten ya da kişisel ilişkilerden kaynaklanan böyle durumlar
olabiliyor, ama ben hiç yaşamadım. Ayrıca ben zaten meslek
mensuplarının atışmalarını da çok onaylamam. Biraz daha kamusal bir
iş yaptığımızı düşünüyorum. Köşeler itibariyle de bu geçerlidir.
Halka bilgi vermek, halkı aydınlatmak gerek. Bunlar bizim malımız
değil. AKP hükümetinin basınla olan ilişkilerini nasıl
değerlendiriyorsunuz? AKP iktidarının basınla ilişkileri henüz
kurumsal hale gelmedi. Daha çok el yordamıyla ya da eski
alışkanlıklarla yürütülen bir sistemle çalışılıyor. Ama henüz yeni
bir iktidar. Onun için zamanla yerleşeceğini düşünüyorum. Basınla
ilişkileri açısından Başbakan Erdoğan’ı, bir önceki hükümet lideri
Ecevit ile kıyaslayabilir misiniz? Sayın Ecevit, bizim meslekten
geldiği için basını daha iyi değerlendiren bir liderdi. Mesela
zaman zaman gazetecileri toplayıp, yazılmamak üzere bilgilendirme
toplantıları yapardı. Bunlar off the record olurdu ama, yazı
yazanlar olayların perde arkasını, doğruları bilerek yazarlardı.
Özellikle, ulusal çıkarların söz konusu olduğu konularda böyle bir
sistem kurmuştu. Ama Sayın Erdoğan, basınla henüz böyle sistemli
bir ilişki geliştiremedi. Hükümetin bir buçuk yıla yaklaşan
süredeki performansını bir gazeteci gözüyle nasıl
değerlendirirsiniz? AKP Hükümeti göreve gelir gelmez, iki önemli
sorunla çalışmaya başladı. Bunlardan bir tanesi Irak kriziydi,
diğeri Kıbrıs. Türkiye’nin ulusal hedefleri açısından
değerlendirdiğimizde Irak’ta da, Kıbrıs’ta henüz ulusal
çıkarlarımıza uygun gelişmeler olduğunu söylemek zor. İç politikaya
baktığımızda, makro ekonomik göstergelerde büyük düzelmeler olduğu
bir gerçek. Ancak bu sonuçların doğmasında, eski hükümetlerin IMF
ile o dönemde başlattığı programa uyulması etkili oldu. Henüz AKP,
bir ekonomik tercih ortaya koymadı. Fakat, AB kriterlerine uygun
hukuk reformları yapma konusunda, AKP’nin performansı yüksek
görünüyor. Yine bir önceki hükümet döneminde başlamış ataklar, çok
daha süratli bir şekilde yürütülüyor. Bunda, tek parti hükümeti
olmanın da avantajını yaşıyor. Hükümetin Kıbrıs politikasını
eleştiren gazetecilerdensiniz. Sizce bu politikanın yanlış tarafı
nedir? Kıbrıs sorununun, Türkiye’nin AB’ye üyeliği ile bağlantılı
hale getirilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. İki ayrı konu
olarak görülmesi gerektiği kanaatindeyim. Çünkü AB’ye girmek bir
lütuf değil, Türkiye’nin hakkı. AB, hiçbir ülkeyi bünyesine
katarken başka bir özel koşul öne sürmedi. Sadece Türkiye için
böyle bir koşul öne sürüdü. AB, Yunanistan’ı üyeliğe kabul ederken,
‘Sizin Kıbrıs’ta sorununuz var. Bunu halledin. Yoksa size tarih
vermeyiz” gibi bir koşul yoktu. Burada AB’nin çifte standart
uyguladığını ve haksız olduğunu düşünüyorum. Türkiye önüne konulan
Kopenhag kriterlerini bence yerine getirdi. Ama Hükümet, belki
AB’ye girmeyi Kıbrıs sorunundan daha çok önemsediği için tarih
almaya endeksli bir politika izliyor olabilir. Bu politikayı kaygı
verici mi buluyorsunuz? Sadece tarih almak uğruna bazı ödünler
verilecekse böyle bir kaygı ortaya çıkabilir. Böyle bir politikayı
izlemek ve bunu kabul etmek, aslında Türkiye’nin 1974’de
gerçekleştirdiği Kıbrıs Harekatı’nda haksız olduğunu kabul etmesi
anlamına gelir. Çünkü AB’nin ve Amerika’nın tavrı şu: Güney
Kıbrıs’ı resmi bir devlet ve hükümet olarak kabul ediyorlar, Güney
Kıbrıs bir ülkenin yarı parçası olduğu halde AB’ye almaya karar
veriyorlar. Bu, ‘Biz Türkiye’nin müdahalesini meşru bulmadık’
demektir. Oysa ki o, resmi bir harekattır. İnternet medyası ile ne
kadar ilgilisiniz, örneğin vaktinizin ne kadarını internette
geçiriyorsunuz? İnternet sonsuz bir kaynak. Onu kontrol edip
yararlanabilir bir hale getirmek çok lüks, bizim işimiz de buna çok
müsait değil ama, günün belirli vakitlerinde belli başlı internet
sitelerine girip ‘yeni gelişmeler var mı’ diye göz attığım oluyor.
Bu sitelerle ilgili de çok seçici olmak, güven oluşturulmuş
sitelerden yararlanmak gerekiyor. Çünkü internet medyasının bir
kontrolü yok. Her türlü söylenti internete yansıyabiliyor. Gerçek
olmayan ya da şaka amacıyla düzenlenmiş siteler olabiliyor. Onun
için, internet sitelerini çok sağlıklı haber kaynakları olarak
değerlendirmek zor. Ancak haber sitesi olarak yerleşmiş,
haberleriyle kendini kanıtlamış bazı sitelere bakıyorum. Çünkü bir
bakıma ajans işlevi görüyorlar. Günlük gelişmeleri hemen anında
yansıtabildiği için oradan istihbarat toplamış oluyoruz. Sonra
kendi kaynaklarımızla olayı araştırıp habere dönüştürdüğümüz
oluyor. Yazılı basın ile internet medyası arasındaki farkı nasıl
tarif ediyorsunuz? İnternet gazeteciliğinin bazı avantajları var
tabii. Şöyle ki, basının kendi sorunlarının çok fazla internet
ortamına yansımadığını bunun da internet gazeteciliğine özgürlük
verdiğini düşünüyorum. Daha rahat bir çalışma ortamı gibi
gözüküyor. Bu sitelerin hem yazılı kuralları yok, hem de o
sitelerde çalışan arkadaşlar belki kendi görüşlerini daha rahat
yansıtma fırsatı buluyorlar. Her yere ulaşma imkanları var.
Kuralsızlığın sağladığı bir takım avantajları var. Ama diğer
taraftan bir güven sorunu var. Bu da bir dezavantaj bence. Ama bu
işi ciddi yapan, emek sarf eden, gazetecilik ilkeleriyle çalışan
arkadaşlar bakımından hem alternatif bir istihdam ortamı, hem de
alternatif bir medya olanağı yaratıyor. İnternet medyasını, yazılı
ve görsel basına rakip görüyor musunuz? Bir alternatif olarak
görüyorum. Ama bu alternatifi o şekilde görmüyorum. İnternet basını
ortaya çıkmadan önce bu tartışma, yazılı basın ile görsel basın
arasında yapılıyordu. ‘Acaba özel televizyonların artması yazılı
basını ortadan kaldırır mı?’ gibi tartışmalar sadece Türkiye’de
değil dünyada da yer aldı. Ama bunun böyle olmadığı görüldü.
Hepsinin işlevinin ayrı olduğunu ve yazılı basına her zaman ihtiyaç
olacağını düşünüyorum. Alternatiflerin artması, iletişim zenginliği
olarak değerlendirilebilir. Okuyucunun farklı kaynaklara ulaşmasını
sağlayan bir olanaktır bu. Bu bakımdan, birbirlerini tehdit eden
bir unsur olarak değil de, bir zenginlik, alternatif çokluğu
sağlayan seçenek olarak düşünüyorum. FİKRET BİLA’NIN GÖZÜYLE
LİDERLER… Bizim lider seviyesindeki haber kaynaklarımız, haber
verme konusunda pek açık değillerdir. Zorluk derecesi belirtmek
gerekirse; -Sayın Mesut Yılmaz’la hem konuşmak zordur, hem de
konuşturmak zordur. Zaten az konuşmasıyla tanınan bir liderdir. Çok
az ve çok kısa cümlelerle bilgiyi verir. Onu deşmek, ilerletmek çok
zor olur. Sayın Mesut Yılmaz ile söyleşilerimizde, ben hep biraz
daha fazla bilgi alabilmek adına çaba göstermişimdir. -Sayın
Demirel, bu konuda çok zengin bir haber kaynağıdır. Her gazeteyle
veya televizyon temsilcisiyle aynı gün içinde konuşma yapsa bile,
her birine ayrı ayrı manşetlik malzeme verebilecek kadar
siyasetçi-basın ilişkisini iyi bilen bir liderdir. Sayın Demirel bu
konuda çok deneyimlidir ve onun için çok rahat konuşulan, çok rahat
ulaşılan biridir. -Sayın Ecevit de haber kaynağı bakımından
zengindir. Ancak, daha fazla eşitlik düşünerek hareket eder.
Gazeteciler arasında aynı bilgiyi tekrarlar. Sayın Ecevit çok
seçici gibi bilinir, ama öyle değildir. Ankara Temsilcilerine hep
eşit muamele etmeye çalışır. Önemli konularda onları çağırarak,
toplu açıklama yapar. Aslında, bu yönü pek de bilinmez. Çok seçici
çalışıyor gibi bilinir. Ama bu bütün liderlerde vardır. O güven
duygusu ile ilgili bir şey. - Henüz Sayın Başbakan’ın basınla
ilişkilerinin bir sistematiği yok. Aslında zaman ayırıp da bir
düzenleme yapmasında fayda var. Sayın Başbakan ile birebir
görüşecek kadar rahat bir iletişim imkanımız henüz yok. Zaten öyle
bir sistem de kurulmuş değil. Daha çok tesadüfi oluyor. Tabii
zamanının çok az olduğundan hiç kuşkum yok. Ama çağımızın
koşullarında, kamuoyuna ve halka saygı gereği basına zaman ayırmak
gerekir. Sayın Başbakan bunu yapmaya çalışıyor. Habere giden
muhabir arkadaşlarımızla mutlaka görüşüyor. Ama bunlar çok kısa ve
ayaküstü oluyor. Bu ilişkileri düzenlemek ve gazeteciyle rahat
konuşabilecek bir zaman ve ortamı yaratmak gerekir ki, kamuoyunun
aydınlatılması daha kolay olsun. AKP iktidarının basınla ilişkileri
henüz kurumsal hale gelmedi. Daha çok el yordamıyla ya da eski
alışkanlıklarla yürütülen bir sistemle çalışılıyor. Ama henüz yeni
bir iktidar. Onun için zamanla yerleşeceğini düşünüyorum.