Yeni anayasa tartışmaları yoğun bir biçimde gündemdeki yerini
koruyor.
Keza dün Başbakan Erdoğan, yeni anayasa çalışmalarının Mart
sonuna kadar bitmemesi halinde AK Parti'nin kendi teklifini
Meclis'e getireceğini belirtti.
Yani, buradan anlaşılıyor ki ileriki günlerde hayli tartışmalı
ve bol kavgalı bir süreç izleyeceğiz.
Elbette, 12 Eylül anayasasının boyunduruğu altından çıkıp; çağın
gerekliliklerine uygun, evrensel “demokrasi, insan hakları
ve özgürlükler” çerçevesindeki bir anayasa metnine
kavuşmak çok önemlidir.
Ayrıca yeni anayasanın, 1923 devletinin toplumla kurduğu
ilişkiyi yeniden tanımlayacak ve kavrayacak olması da son derece
mühim bir meseledir.
Böylelikle Türkiye, toplumsal ve siyasal bir yüzleşme içerisine
girecek. Kendini sorgulayacak. Tabularıyla, kapattığı ve
kanattığı yaralarla bir hesaplaşma iradesi
gösterecektir.
Yani 90 yıllık devlet mekanizması ve onun yarattığı hasarlar
onarılacak, bakımdan geçecek ve güncellenecektir.
***
Tabi, bunlar kulağa hoş gelen sözler...
Peki, yeni anayasa gerçekten her derdimize çare olacak mı?
Anayasanın kabul edildiği gün, bir anda “oh rahatladık,
sorunlarımız bitti” diyebilecek miyiz?
Ne yazık ki, benim bu konuda endişelerim var.
Çünkü “zihniyet tarihini ve siyasal belleği”
değiştirmeden, herhangi bir kural koyucu metin üzerinde istediğiniz
kadar değişiklik yaparsanız yapın beklediğiniz geri dönüşümü
alamazsınız.
Örneğin “anayasal eşit vatandaşlık” gibi bir
düzenleme düşünüyorsanız, öncelikle tarih kitaplarındaki söylemleri
değiştirmeniz gerekir.
Çünkü ulus devletin inşa sürecindeki “tarih
anlatıcılığımızda”, “Türk” hep başat
aktördür. Yakın siyasi tarihimizde zikredilen başka bir halk
yoktur. Kurtuluş savaşı yapılmıştır ve bunu Türkler kazanmıştır.
Kahraman odur. Anadolu’nun sahibidir.
Evet, son yıllarda lafzi olarak, "Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı,
Çerkez’i beraber kurtuluş savaşını
kazanmıştır" dense de, bu durum tamamen
“hümanistik” bir söylemden öteye geçmemiştir.
Şimdi, bu haldeki bir tarih anlatıcılığıyla büyüyen çocuklardan
elbette ki birden bire “eşit yurttaşlık”
kavramlarına alışmalarını bekleyemezsiniz. İlla ki
yabancılık ve psikolojik bir refleks olarak bu fikre karşı
çıkma güdüleri görülecektir.
Çünkü zihniyet tarihlerinde “başka kardeş halkların
olduğuna dair” böyle bir bilgi kodlanmamıştır.
Keza bir başka örnek olarak, demokrasi ve özgürlükleri
Anayasa’da teminat altına alırken, siyasal partilerdeki
“antidemokratik iç tüzükler” ve “lider
cuntası” gibi meseleleri çözemezseniz; ilgili Anayasa
maddesi sadece yan yana gelmiş kelimeler bütünü olarak
kalacaktır.
Bir faydası olmayacaktır.
Bu nedenle,
Yeni bir anayasa oluştururken, uygun yapısal dönüşümleri de
paralelinde gerçekleştiremezseniz; ne yazık ki beklentiniz olan
“mucizevi gelişimleri” görmeniz mümkün olmaz.
Yeni anayasa yazılır, ama daha müreffeh bir Türkiye’nin hikâyesi
yazılmaz.
Bahsetmeye çalıştığım formül, Başbakan’ın AB yolu için
kullandığı, “biz gerekli uyum sürecini tamamlayalım da... O
zaman AB, olmazsa da olur.” mantığına benzemektedir.
Yani biz, evrensel değerler içerisinde kurumsal ve zihinsel
dönüşümümüzü tamamlayalım da;
Yeni anayasa, olmazsa da olur.