Anayasa Mahkemesi’ni kutladı
Abone olMHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Anayasa Mahkemesi, AKP hükümetinin HSYK’yı sinsi emellerine tam manasıyla alet etme çabasının önüne geçmi...
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Anayasa Mahkemesi, AKP
hükümetinin HSYK’yı sinsi emellerine tam manasıyla alet etme
çabasının önüne geçmiştir. Bu, isabetli bir karar, millet vicdanını
rahatlatan bir sonuçtur” dedi.
MHP Genel Başkanı Bahçeli, partisinin TBMM’deki grup toplantısında
yaptığı konuşmaya, Kutlu Doğum Haftası’nı kutlayarak başladı.
Bahçeli, şunları söyledi:
“Bir kez daha Kutlu Doğum Haftası’na kavuşmanın manevi lezzetini
derinlerimizde hissediyor ve yaşıyoruz. Âlemleri rahmet nuruyla
şereflendirmiş, insanlığı mübarek tebliğiyle aydınlatmış Efendimiz
Hz. Muhammed Mustafa’nın yeryüzüne teşrifinin miladi 1443.
yıldönümündeyiz. Rabbime sonsuz hamd-ü senalar olsun ki, onun
ümmetindeniz, onun izinden yürümenin onuruna layığız. 14-20 Nisan
arasında çeşitli etkinliklerle kutlayacağımız Kutlu Doğum
Haftası’nın bu yılki teması Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından
‘Hz. Peygamber Din ve Samimiyet’ olarak belirlenmiştir. Bu isabetli
tercihin, bu yerinde seçimin ‘samimiyet’ kavramı üzerinde ayrıntılı
bir değerlendirme ve tefekküre de fırsat vereceği kanaatindeyim.
Zira buna çok ihtiyacımız vardır. Samimiyetle ikiyüzlülük,
samimiyetle riyakârlık arasındaki kesin ve keskin çizginin
tanımına, tasvirine ve anlatımına bu vesileyle değerli katkılar
verileceği muhakkaktır. Bizim en büyük talihimiz, en büyük
hazinemiz iki cihan serveri Hz. Peygamber’i bilmek, rehber olarak
kabullenmektir. Peygamberimiz ahlak kutbudur, insanlık harikasıdır,
yaratılmışların en güzelidir. Onun sözlerinde hidayete çağrı
vardır. Onun öğütlerinde kurtuluşun reçetesi yazılıdır. Efendimiz
kardeşliğin, vefanın, temizliğin, aklın ve sadakatin yeryüzü
burcudur. Biz dünyevi karmaşanın, dünyevi çalkantının, fani hayat
zorluklarının üstesinden onun tebliğiyle geliyoruz. Biz nefsani
arzuların esaretine, gelip geçici tutkuların cazibesine onun
kılavuzluğundan güç alarak direniyor, karşı duruyoruz. Şurası açık
bir gerçektir ki, Resulullah gönül dünyamızın ışığı, kalplerimizin
umut kaynağı, ruh dinginliğimizin teminatıdır. Hz. Nebi; barış
elçisi, kardeşlik sözcüsü, dostluk köprüsü, ümit sancağı, muhabbet
mihrabı, adalet kutbudur. Onda bezginlik, çaresizlik, atalet
yoktur. Onda yılgınlık, yorgunluk, durgunluk yoktur. Onda Allah’tan
başka hiçbir şeye, hiçbir güce, hiçbir makam ve mevkie teslimiyet
ve boyun eğme hali de görülmemiştir. Aziz Peygamberimiz kalplerdeki
mührü sökmüş, vicdanlardaki düğümü çözmüş ve tüm insanlığa
kollarını açmıştır. Her davranışında hoşgörü hâkim olmuştur. Her
münasebetine cömertlik, fedakârlık, mütevazılık ve alicenaplık yön
vermiştir. Mübarek dilinden kırıcı, incitici, dışlayıcı,
küçümseyici, aşağılayıcı hiçbir ifade duyulmamıştır. Efendimiz;
cehaleti eriten, önyargıları buharlaştıran, peşin hükümleri yakıp
kavuran ilim ve irfan sıcaklığıdır. Kutsal daveti birliğe ve
kardeşliğe doğrudur. Habeşistanlı bir köleyle Kureyşli bir zengini
eşitleyen, eşit gören, üstünlüğün yalnızca takvada olduğunu öğreten
yüksek bir fazilet abidesidir. Elbette Hz. Peygamber samimiyet
hisarı, samimiyet deryası, samimiyet evreni, samimiyet şaheseridir.
Ve o, asırlar öncesinde beşeriyete verdiği mesajda ‘din,
samimiyettir’ diyecek kadar samimi olmaya önem ve ayrıcalık
atfetmiştir. Tam bir inançla söylemek isterim ki, İslam ahlakının
özünde samimiyet vardır. Allah nezdinde samimi olmayan, samimiyeti
gözetmeyen hiçbir davranışın, muamelatın geçerliliği ve rızası
olmayacaktır. Yüce Kitabımızın vaaz ettiği, emrettiği en temel
hususlardan birisi, belki de en mühimi inananların samimi
olmasıdır. Samimi olmayan imanın, samimi olmayan itikadın,
samimiyeti öteleyen ibadet ve amellerin Allah indinde hiçbir değeri
bulunmayacaktır. Samimiyet öyle bir haldir ki, dilin söylediğine
kalp şahadet edecek, kalbin benimsediğine dil tercümanlık
yapacaktır. Göz gönüle yarenlik edecek, beden ruha mihmandarlık
yapacak, nefesimiz damarlarımıza kadar işlediğimiz gayelerle
tutarlı olacaktır. Samimiyet öylesine bir lütuftur ki, manevi
uçurumları kapatan, kalp körlüklerine şifa olan, duygusal
mesafeleri kısaltan ve sağlam bağlarla bizi birbirimize bağlayan
Muhammedi ahlakın ta kendisidir. Bugün gerek insanlığın, gerekse de
İslam toplumların en ciddi sorunu, en önemli açmazı samimiyet
konusundaki perişanlıklarıdır. Yüce dinimizin hakkıyla
anlaşılmaması, Efendimizin layıkıyla içselleştirilmemesi devlet ve
toplum hayatını meflûç hale getirmekte, bunalıma itmektedir.
Samimiyetteki kapatılamaz eksiklikler, tamir edilemez noksanlıklar
veya bu çerçevedeki kasıtlı tutumlar hem dinimize, hem de Hz.
Peygamber’in muhterem hatıra ve emanetlerine saygısızlığa yol
açmaktadır. Samimiyet; davranışla söz arasındaki uyumun, niyetle
beyan arasındaki tutarlılığın hayata yansımış ve sirayet etmiş
şeklidir. Geceyle gündüz gibi karakter ve şahsiyeti farklı farklı
olanlardan samimiyet beklemek elbette nafile bir gayrettir.
Eylemleriyle, eğilim ve emelleri çelişki yumağının akıntısına
kapılmışların samimi olmasını beklemek zaman kaybı, emek israfıdır.
Samimiyet ihlasa açılan kapıdır. Samimiyet, değil mana âleminin;
bunun haricindeki her alana, her mahlûkata, her zemine, her ilişki
ağına tesir eden, istikamet çizen, çizmesi gereken bir ahlak
normudur. Münafıkta samimiyet olmaz. Yalancıda samimiyet görülmez.
Riyakârda, aldatanda, şarlatanda, haram yiyende, yeminlerini
çiğneyende samimiyetin tortusuna, tozuna, tanesine rastlanmaz.
Samimi insan gönül ehlidir. Samimi insan kuldan utanan, Allah’tan
korkan, kötülükten, kötü niyetten, şerden, beladan sakınan, rahman
ve rahim olan Allah’a sığınandır. Samimi insan inanmadan uymayı,
benimsemeden yaşamayı, payı olmadan almayı, ter akıtmadan kazanmayı
günah sayan, vebal gören ve reddeden bir değerin tarafıdır. İslam
toplumlarının geri kalmışlığı samimiyetteki tükenmede gizlidir.
İslam adına sergilenen şiddetin, gerçekleştirilen cinayet ve
saldırıların sutre gerisinde tahammülsüzlükten beslenen
samimiyetsizlik olduğu besbellidir.”
“MISIR’IN MİNYE ŞEHRİNDE 529 KİŞİ HAKKINDA İDAM CEZASI VERİLİRKEN
İSLAM TOPLUMLARINI ÖLÜM SESSİZLİĞİ SARMIŞTIR”
“Üzülerek görüyor ve izliyoruz ki, merhamet dini olan İslam, içine
sızmış ya da bir vasıtayla yerleştirilmiş düşmanca tavırların
dayatmasıyla rotasından, ana güzergâhından, dahası Efendimizin
kutlu tebliğinden döndürülmek ve savrulmak istenmektedir” diyen
Bahçeli, bunun herkes için en yakın ve en açık tehdit olduğunu
vurgulayarak şöyle devam etti:
“Yer altı ve yer üstü zenginliklerine rağmen, Türkiye başta olmak
üzere, İslam ülkelerinde paylaşım sorunları hala çözülmemiştir.
Kaynakların adil dağıtımı, toplumsal ahenk ve barış filizlenmemiş,
kök tutmamıştır. Petrol varlıklarının üzerine kapaklanan küçük bir
azınlık, değişik sıfat ve unvanları kullanarak milyarlarca nüfuslu
İslam alemindeki sefaleti, yoksulluğu ve yoksunluğu daha da
derinleştirmiştir. Medine’deki bir fukara, Mekke’deki bir yetim,
Dubai’deki bir kimsesiz çöp kutularında yiyecek arama
telaşındayken, akıl almaz servetlere hükmeden kaymak tabaka
alışverişini Paris’te, New York’ta, Londra’da, Berlin’de adeta para
saçarak yapmaktadır. Lüks bir mağazadan alınan bir ayakkabının, bir
çantanın, bir kıyafetin bedeli düşkün bir ailenin hayatı boyunca
çalışsa da elde edemeyeceği kadar astronomik rakama denktir.
Ortadoğu ve Arap dünyasındaki krallar, sultanlar, emirler,
prensler, prensesler petro-dolarlarla har vurup harman savururken;
açlık çeken, kurumuş bir dilim ekmeğe muhtaç milyonları hatırlarına
bile getirmemektedir. Bu çevrelerin tepkisizlikleri bununla sınırlı
değildir. Mısır’ın Minye şehrinde 529 kişi hakkında idam cezası
verilirken İslam toplumlarını ölüm sessizliği sarmıştır. Suriye’de,
Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da, Filistin’de, Bosna’da, Ruanda
olmaya ramak kalmış Orta Afrika Cumhuriyeti’nde, Budist çetelerin
elinde kıvranan Myanmar’de oluk oluk Müslüman kanı akıtılırken suya
sabuna dokunan hiçbir itiraz duyulmamıştır. Kırım ve Doğu Türkistan
feryat ederken kimseden tepki gelmemiştir. İslamiyet üzerindeki
kara bulutları dağıtmak, emperyalizmin işgal ve mütecaviz
saldırganlığına kafa tutmak ve can havliyle mücadele etmek hiçbir
meşhur ve hatırlı ismin aklından geçmemiştir. İslam coğrafyasındaki
etnik ve mezhep temelli bölünmelere ve kutuplaşmalara savaş açan,
din dairesinden karşı çıkarak samimiyeti, birliği ve kardeşliği
teşvik eden etkili ulema temsilcileri çıt çıkarmamıştır. Rüşvet ve
yolsuzluk devlet ve toplum hayatını çürütürken alimim, ilim
sahibiyim diye ahkam kesen, hocayım, hacıyım, keramet ehliyim diye
mangalda kül bırakmayan malum kişilerden hiçbir omurgalı ses
işitilmemiştir. Aksine bilhassa ülkemizde rüşveti ve hırsızlığı
meşrulaştırmaya kadar işi götüren, yozlaşmaya kılıf uyduran sahte
fetvacılara bile tesadüf edilmiştir. Açıktır ki, bu adaletsizlik,
bu samimiyetsizlik, bu kötürüm manzara İslamiyet’in ruhuna,
anlamına ve mesajlarına tamamen aykırıdır.”
“MAALESEF Kİ, İSLAM TOPLUMLARI KARANLIĞA YENİK DÜŞMÜŞTÜR”
Bahçeli, “Kul hakkına riayet etmeyen, beytülmala saygı duymayan
elit bir zümrenin dini ağzına alması, Efendimizi diline dolaması
sadece istismar, sadece samimiyetsizliğin üzerini örtme
kurnazlığıdır. Bunlara da aklı başında hiç kimsenin inanması
beklenmemelidir. Gönlünü yıkayıp arıtmadan, manevi temizliğe önem
vermeden, başkalarının hak ve hukukuna hürmet göstermeden ha bire
abdest alıp namaza durmak Allah’la kandıranların, Allah’ın emir ve
yasaklarını taammüden çiğneyen günahkârların en kestirme
sığınağıdır. Maalesef ki, İslam toplumları karanlığa yenik
düşmüştür. Efendimizin doğumundan yaklaşık 14 asır sonra yeni bir
cahiliye devri zincirlerinden boşanmış, egemenlik kurmuştur.
İslam’ın evrensel çağrısını bilinçli şekilde yanlış yorumlayan,
zalim ve zorba hesaplarına alet etme ahlaksızlığına tevessül eden
kim ya da kimler varsa sapkınlığın ve müşrikliğin tuzağına
düşmüştür. Bunlar iki cihanda da kaybedenlerdir. Efendimizin
samimiyetini örnek almadıktan, ahlakıyla ahlaklanmadıktan sonra
bugünkü buhran döngüsünden çıkış olmayacağı iyi bilinmelidir.
Görünüşte Müslüman, gerçekte münafık; lafta mümin, gerçekte
müptezel ve bohem bir hayatın faili olanlar ufkumuzdan ve
gündemimizden çekilmedikten sonra Türk ve İslam alemine rahat yüzü
yoktur. Küfürle, şirkle, batılla mücadele etme sorumluluğumuz
olduğu kadar samimiyetsiz muhterislerle de mücadelemiz aynı heves,
aynı kararlılıkla sürmelidir. Efendimizin hak davası, samimiyet ve
saadet izharı ancak bu sayede geleceğe taşınacak, ancak bu şekilde
müsterih olmuş vicdanlar eliyle itibarını koruyacaktır. Şüphesiz ki
din Allah’ındır ve Yüce Rabbimiz her şeyi çok iyi şekilde bilmekte
ve görmektedir. Diyorum ki, Cenab-ı Hak bizi samimiyetten
uzaklaştırmasın, ihlaslı olmayı, muhsin bir şekilde yaşamayı
cümlemize nasip etsin. Efendimizin şefaati aziz milletimin ve
sizlerin üzerine olsun” diye konuştu.
“ESMA’YA AĞLAYIP VEFAT EDEN BERKİN’E VE ANNESİNE MEYDANLARDA
YÜKLENMEK SAMİMİYETSİZLİK DEĞİL MİDİR?”
Samimiyetsiz yönetimlerin, samimiyetsiz yöneticilerin dünden bugüne
Türkiye’nin en önemli sıkıntısı ve sorunu olduğunu söyleyen
Bahçeli, şunları dedi:
“Gezi Parkı hadiselerinde polislerin destan yazdığını söyledikten
bir müddet sonra emniyeti Cibali Karakolu’na çevirmek, paralel
örgüt bahanesiyle polislerle ilgili cadı avı başlatmak
samimiyetsizlik değil midir? Mısırlı 17 yaşındaki Esma’ya ağlayıp,
15 yaşında 16 kiloya düşerek vefat eden Berkin’e ve annesine
meydanlarda yüklenmek samimiyetsizlik ve merhametsizlik değil
midir? Yüz binlerce Suriyeli sığınmacıyı Türkiye’nin her yerine
kontrolsüz şekilde dağıttıktan sonra 35 Uygur Türkü’ne koskoca Türk
vatanında yer bulamayıp günlerce Atatürk Havalimanı’nda esir
hayatına mahkum etmek samimiyetsizlik, vefasızlık, kadir kıymet
bilmezlik değil midir? Küresel cinayet projelerinde eşbaşkanlığı
heyecanla kabullenip, Müslüman katillerine kahredici şekilde suskun
kalmak, Gazze’yi sahiplenirken Kerkük’ü, Musul’u, Tuzhurmatu’yu,
Kaşgar’ı ve Türk yurtlarını ağzına dahi almamak, buralardaki seri
cinayetlere tepkisiz kalmak samimiyetsizlik değil midir? Bu
vesileyle birkaç gün evvel, Kerkük’e bağlı Dibs ilçesinde bir
kontrol noktasına bomba yüklü araçla düzenlenen intihar
saldırısında hayatlarını kaybeden 7 kardeşimize Cenab-ı Allah’tan
rahmet, yaralanan 11 kardeşimize de şifa diliyorum. Elbette bu sual
listesini sayfalar dolusu uzatabilir, genişletebiliriz. Bize göre
Başbakan samimiyetsiz ve şaibeli bir kişiliktir. Bu zihniyet
aklında iyi tutsun ki; samimiyetin dışlandığı, kalple dil
arasındaki rabıtanın ve bağlantının koptuğu her an Hakk’tan
uzaklaşılacak, halka yabancılaşacak ve haramzadeliğe biraz daha
yaklaşılacaktır. Başbakan tercihini yapmış, yolunu çizmiş, tarafını
belli etmiştir. Samimiyet Başbakan’dan elini eteğini çekmiş, onu
samimiyetsizliğin çölünde bedevi mantığıyla terk etmiştir.”
“ANAYASA MAHKEMESİ, AKP HÜKÜMETİNİN HSYK’YI SİNSİ EMELLERİNE TAM
MANASIYLA ALET ETME ÇABASININ ÖNÜNE GEÇMİŞTİR”
Bahçeli, Başbakan Erdoğan ve hükümetin 17 Aralık’tan beri yargıyla
kavga ettiğini iddia ederek şunları kaydetti:
“Rüşvet ve yolsuzluktan suçüstü yakalanan Başbakan, savcıları
sindirmek, hâkimleri etkisiz kılmak için iktidar yetkisini aşmış,
fütursuzca ve telaşla hukuk katliamı yapmıştır. Başbakan adalete
düşman kesilmiş, görevini yasal zemine bağlı kalarak yapan savcı ve
hakimlerin imhasına çabalamıştır. Kanunsuzluklarla mücadele eden,
hortumcuların, zevki ve kesesi için hazine yağmalayanların tepesine
binen kim varsa paralel örgüt kategorisine sokmuş, darbeci diye
yaftalamış ve en ağır şekilde hakaret etmiştir. Başbakan, oğlunu,
damadını, yakınlarını, bakanlarını, bürokratlarını ve oluşturulan
para havuzlarına yüzde veren yandaş işadamlarını adaletten kaçırmak
için millet iradesini keyfince çarpıtmıştır. Nitekim Başbakan milli
iradeyi çalmış ve çarçur etmiştir. Kılavuzu karga olanların
imdadına Başbakan yetişmiştir. Başbakan hukuku karantinaya almış,
adaleti nefessiz bırakmış, kendisinden ilham alan rüşvetçileri,
hırsızları, dolandırıcıları ve şarlatanları güvenceye bağlamıştır.
Bunun için ilk etapta Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu hakkında
alelacele yasal düzenlemeye gidilmiştir. 15 Şubat 2014 tarihinde
Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilen ‘Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’ yoluyla Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
Kanunu’nda radikal değişiklikler yapılmıştır. Bu kapsamda yapılan
düzenlemeler 27 Şubat 2014 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir. Takip eden zaman zarfında ana muhalefet
partisi sahip olduğu imkan doğrultusunda hareket ederek HSYK
Kanunu’nda yapılan 42 maddelik değişikliğin yürürlüğünün
durdurulması talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne müracaat etmiştir.
Yüksek Mahkeme 10 Nisan 2014 tarihinde kararını vermiş, karar metni
13 Nisan 2014 tarihinde Resmi Gazete’de açıklanmıştır. Buna göre
HSYK Kanunu’nda yapılan değişikliklerin 29 maddelik kısmı
reddedilmiş, 13 madde, kelime ve ifade Anayasaya aykırı görülerek
iptal edilmiştir. Özetle söylemek gerekirse, Anayasa Mahkemesi
HSYK’nın Adalet Bakanlığı’na bağlanmasını engellemiş, Bakanın
benzerlerine üçüncü dünya ülkelerinde rastlanacak yetkilerini
tırpanlamıştır. Anayasa Mahkemesi, AKP hükümetinin HSYK’yı sinsi
emellerine tam manasıyla alet etme çabasının önüne geçmiştir. Bu,
isabetli bir karar, millet vicdanını rahatlatan bir sonuçtur.
Kısaca söylemek gerekirse; Adalet Bakanı’nın Teftiş Kurulu Başkanı
ve yardımcılarını atama yetkisi, Adalet Bakanı’nın HSYK üyelerinin
hangi kurullarda, hangi görevleri yapacaklarını belirleme yetkisi,
Teftiş Kurulu Başkanı’nın Bakana karşı sorumlu olması, Adalet
Bakanı’nın üye tam sayısının salt çoğunluğunu bulması halinde HSYK
Genel Kurulu’nu toplama yetkisi, Adalet Bakanı’nın kurul üyeleri
hakkında soruşturma açma yetkisi, Adalet Bakanı’nın kurul üyeleri
hakkında dava açılmasına karar verme yetkisi, HSYK’da görev yapan
daire başkanlarının seçimini, tetkik hakimlerin, kurul
müfettişlerinin atanmasını düzenleyen hükümler iptal edilmiştir.
HSYK Kanunu’yla birlikte kurul bünyesinde çalışan personelin
tümüyle tasfiyesi sağlanmıştı. Yüksek Mahkeme bu haksız ve usulsüz
uygulamayı da iptal ederek adaleti bir nebzede olsa tamir etmiştir.
Ancak Anayasa Mahkemesi kararlarının geçmişe yürümeyeceği bilinen
bir husustur. Bu itibarla HSYK’da toptan tasfiye edilen kurum
çalışanıyla ilgili herhangi bir hukuki tedbirin, mağduriyetleri
giderici bir tasarrufun alınması şu haliyle mümkün görülmemektedir.
AKP hükümeti Anayasa’ya aykırılığı başından itibaren ortada olan
HSYK Kanunu’nda ısrar etmiş ve söz konusu kanun TBMM’de kabul
edilir edilmez geniş çaplı atama furyasına girişmiştir. Başbakan ve
Adalet Bakanı yangından mal kaçırırcasına yasa nedeniyle boşalan
HSYK kadrolarını hemen, gecikmeksizin yandaşlarla doldurmuştur. Bu
haliyle bakacak olursak Anayasa Mahkemesi’nin kararı HSYK’nın şu
anki tablosuna eski personelin hak ve hukuku açısından bir sonuç
doğurmayacaktır. Fakat Anayasa Mahkemesi’nin kararları geçmişe
yürümese de, ahlaki ilkelerin ve devlet terbiyesinin de aynı
şekilde olacağını kimse iddia edemeyecektir. Anayasa’ya aykırılığı
gün gibi açık olan düzenlemeden mağdur olanların, görevden el
çektirilen personellerin tekrar eski görevlerine iadeleri hukuki
bir zorunluluk değilse de, ahlaki bir yükümlülüktür. Elbette
Anayasa Mahkemesi bir bakıma iş işten geçtikten sonra kararını
vermiş, kadroları eline alan Adalet Bakanı heyecan ve hevesle
Başbakan’ından icazeti alarak yarma harekâtını ve son vuruşu
gerçekleştirmiştir. Ancak henüz idari yargı yolu denenmemiş veya
tüketilmemiştir. Bir yönüyle HSYK Kanunu’yla ilgili gelişmeler
tehlikeli bir yolu da açmıştır. İktidar, Anayasa’ya aykırı olduğunu
bildiği başka konularda da Meclis’teki sayısal çoğunluğuna
güvenerek değişiklik yapar ve arkasından Yüksek Mahkeme’nin
kararını beklemeden idari tasarruflarını yerine getirirse çok vahim
başka sonuçlarla karşılaşmamız mukadderdir. O zaman Anayasa
denetimi fiilen askıya alınacak, işlevsiz kalacaktır. Son
gelişmeler önümüzdeki muhtemel yasal düzenlemelere kötü bir
emsaldir. Bu nedenle Başbakan ve partisinin fırsatçılığı bırakıp,
ganimet soygunculuğundan vazgeçip, Anayasa ve yasaların arkasından
dolaşma sinsiliğinden uzak durması edepli olmanın bir
gereğidir.”
“ANAYASA MAHKEMESİ’NE SALDIRMANIN CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİM SÜRECİYLE
BİR ALAKASI VAR MIDIR?”
Bahçeli şöyle devam etti:
“Başbakan’ın Anayasa Mahkemesi’ni eleştiri yağmuruna tutması bize
göre ikircikli ve tutarsız bir tavrın dışa vurumudur. Başbakan
özellikle Yüksek Mahkeme’nin Twitter ve HSYK Kanunu’ndaki
düzenlemelerinden sonra eleştiri dozajını artırmıştır. Anayasa
Mahkemesi’nin kararlarına saygı duymadığını ve milli bulmadığını
belirli aralıklarla ifade etmiştir. Başbakan Anayasa Mahkemesi’ni,
uluslararası şirketlerin çıkarlarını milli çıkardan üstün tutmakla
suçlamıştır. 12 Eylül Referandumu’yla getirilen Anayasa
Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının doğru kullanılmadığını ve
doğru yorumlanmadığını söyleyerek Mahkemeyi tarihin affetmeyeceğini
iddia etmiştir. Başbakan işine gelmeyince, villalarındaki hesabı
çarşıya uymayınca bu defa da Anayasa Mahkemesi’ni taşlamaya
başlamıştır. Meğerse bu ülkede milli çıkarları düşünen Recep Tayyip
Erdoğan’dan başkası kalmamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği
makul ve mantıklı kararlar Başbakan’ca terslenince, AKP’nin pusuda
bekleyen tetikçileri hemen devreye girmişler ve tenkitleri
yoğunlaştırmışlardır. Manidar bulandan saygı duymayana, yasa
hatırlatması yapandan Yüksek Mahkeme’yi tamamen kaldıralım gitsin
diyene kadar önüne gelen AKP’li yönetici veya milletvekili ağız
dolusu eleştiride bulunmuştur. Anlaşılan Başbakan ve karanlık
adamlarının yeni hedefinde Anayasa Mahkemesi ve Başkanı vardır.
Düşünmeden edemiyoruz, acaba Anayasa Mahkemesi’ne saldırmanın
Cumhurbaşkanlığı seçim süreciyle bir alakası var mıdır? Başbakan
Erdoğan kiminle bozuşursa hemen karalamaya, hemen çamur atmaya
yeltenmektedir. 45 yıllık arkadaşının, AKP hükümetleri içerisinde
gelmiş geçmiş en başarılı, en şahsiyetli bakanının ismini Ünye
Otobüs Terminali’nden sildirmesi, yine partisinde milletvekilliği
yapan eski bir milli futbolcunun ismini İstanbul’daki bazı
stadyumlardan kazıtması başka türlü nasıl izah edilecektir? Bu
Başbakan, TC’ye nefret duyduğu için tabelalardan söktürmüş,
Türklüğe alerji duyduğu için ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünü dağdan
taştan sildirmiştir. Bize göre, Başbakan Erdoğan’ın Anayasa
Mahkemesi kararlarını milli bulmaması tartışılması gereken bir
konudur. Sormak lazımdır ki, Başbakan millilikten ne anlamaktadır?
Milli olmayı ve milli tavrı kim kaybetmiştir de Başbakan bulmuştur?
Millilik konusunda kendini yetiştirebilmek amacıyla kitaplar yutsa,
yaptıklarından dolayı tövbeler etse, hayatı boyunca özel dersler
alsa Başbakan’dan milli bir şahsiyet çıkmaz, bu dikiş devasa yamayı
kapatmaz, millilik bu isme kesinlikle yakışmaz. Başbakan’ın Anayasa
Mahkemesiyle ilgili geçmişteki sözleri bugün kendisini
yalanlamakta, ters köşeye yatırmaktadır. Başbakan bu konuda da dip
yapmış, burada da yere çakılmıştır. Değerli arkadaşlarım lütfen
dikkat ediniz; Başbakan 20 Temmuz 2010 tarihli Meclis Grup
Toplantısında şöyle konuşmuştur: ‘Avrupa standartlarında bir
Anayasa Mahkemesi, uluslararası standartlarda bir hukuk sistemi
için bütün milletim gür bir sesle evet diyecektir, ben buna
inanıyorum.’ Başbakan’ın 6 Ağustos 2010 tarihindeki Eskişehir
mitinginde sarfettiği şu sözleri hala hafızalardadır: ‘Anayasa
Mahkemesi aynı şekilde modern bir yapıya kavuşuyor. Gelişmiş
ülkelerde Almanya, Fransa, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri
yapı buralarda neyse benzeri bir yapıyı da biz artık Türkiye’de
kuruyoruz.’ Anayasa Mahkemesi’nin 13 Nisan 2011 tarihindeki 49.
kuruluş yıldönümünde Başbakan aynısıyla, tıpkısıyla şöyle demiştir:
‘İnanıyorum ki yapılan değişiklerle birlikte Anayasa Mahkemesi, çok
daha itibarlı konum elde etmiş, evrensel ölçütlere her zamankinden
daha da yaklaşmıştır.’ Yüksek Mahkeme’nin 25 Nisan 2012 tarihinde
kutlanan 50. kuruluş yılında Başbakan şunları kaydetmiştir: ‘12
Eylül 2010 tarihinde milletimizin takdirine sunduğumuz, milletimiz
tarafından da büyük bir çoğunlukla kabul edilen Anayasa
değişikliği, esasen Anayasa Mahkemesi’ne, demokrasiyi ve
özgürlükleri güçlendirecek bir yapı kazandırmıştır.’ Ey samimiyet
sınavından sıfırın altına düşmüş Sayın Erdoğan, biz senin hangi
sözüne inanalım, hangi sözüne itibar edelim, hangi sözünü ciddiye
alalım? Anayasa Mahkemesi’yle gurur duyan, iftihar eden beyanına
mı, yoksa azarlayan, hakir gören, yok sayan üslubuna mı bakalım?
Sayın Başbakan, Twitter’den korktuğun kadar, Youtube’den
çekindiğin, Facebook’tan titrediğin kadar hakka, hukuka uysaydın bu
denli rezil olmaz, bu denli kendini inkar etmez, samimiyetsizliğin
gayri meşru sözlüğünde bu denli ustalaşmazdın. Atalarımız boşuna
söylememiş, kendi düşen ağlamaz, el atına binen tez iner,
yalancının mumu da yatsıya kadar yanar.”
Parti olarak, “Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat
Teşkilatı Kanununda Yapılması Planlanan Bazı Değişikliklerle”
ilgili kanaatlerini yazılı basın açıklamasıyla 21 Şubat 2014
tarihinde paylaştıklarını hatırlatan Bahçeli, “Görüyoruz ki, AKP
hükümeti, 30 Mart Mahalli İdareler Seçimlerinin arkasına bıraktığı
MİT Yasası kapsamında yapacağı değişiklikler için harekete
geçmiştir. Şu an MİT’e olağanüstü yetkiler veren kanun teklifi
Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmektedir. Bu teklif tepeden tırnağa
mahsurludur. Başbakan Türkiye’yi kuracağı MİT rejimiyle baştan
ayağa kontrol edecek, dinleyecek, herkesi fişleyecektir. 1970’li
yılların Ziverbey ve Erenköy Köşkü’nü aratmayacak mekânların
yeniden ihdas ve inşası çok yakındır. Başbakan ülkemizi adım adım
istihbarat devletine sürüklemektedir. Kendisini korumak ve bugüne
kadar MİT eliyle işlenmiş suçları temizleyerek emniyete almak
amacıyla tedbir geliştirmektedir. Başbakan gerçek manada Oslo’dan
İmralı’ya, sınırlarımızdaki terör gruplarına yardımdan milli
hedeflerimizin aleyhine olan dış politika tercihlerine kadar tüm
yasa dışı, ahlak dışı, meşruiyet dışı ilişkileri maskelemek için
MİT Kanunundaki muhtemel düzenlemeleri fırsat görmektedir. Kanun
teklifinde Ceza Muhakemeleri Kanunu’ndaki hazırlık
soruşturmalarının gizliliği ilkesinin MİT’e karşı uygulanmayacağı
yer almıştır. Ve teklifin tüm sakıncalarının yanında MİT’e terör
örgütleriyle görüşme ve temas kurma yetkisi verilecektir. Yani
PKK’yla ve İmralı canisiyle yapılan pazarlıklar yasal güvenceye
kavuşturulacaktır. Teklif yasalaşırsa İmralı canisinin en temel
dayatmalarından birisi de onaylanmış olacaktır. İhanet
görüşmelerinin Meclis eliyle yasal zemine çekilmesi Türkiye
Cumhuriyeti’ne, milletin beka ve güvenliğine karşı acımasız bir
saldırı ve husumettir. Bunu sıradan görmek, hafife almak mümkün
değildir. Şimdi de MİT’in Meclis eliyle denetimi tartışılmaktadır.
Merak ediyoruz, MİT’le ilgili kaygı ve arayışın gayesi nedir? Olası
bir denetim ne şekilde olacaktır? İstihbarat teşkilatına yönelik
TBMM’de bir denetim komisyonu kurulması nasıl bir ihtiyacın, hangi
maksadın ürünüdür? Misal olarak, Emniyet Genel Müdürlüğü, Hazine
Müsteşarlığı, Merkez Bankası için değil de MİT adına Meclis’te özel
bir denetim komisyonu neden planlanmaktadır? Milli iradenin
tecelligahı olan Gazi Meclisimiz her türlü kamu kurum ve kuruluşunu
denetleme hakkına zaten sahip olup bu konudaki imkan ve araçları
Anayasa ve İçtüzük’te bellidir. Bir yanda MİT Kanunu’nda yapılması
düşünülen değişiklerle MİT’e ve mensuplarına hukuki dokunulmazlık
getirilirken, diğer yanda bu kurumu Meclis denetimine açma
hazırlıkları çelişkiden başka bir şey değildir. Burada Başbakan ve
hükümetinin izah etmesi gereken birçok boşluk ve soru işareti
vardır. Ve muamma tam anlamıyla netleşmeden TBMM’de MİT’e özel
denetim komisyonu kurulma çalışma ve niyetini gizli kapaklı işlere
kamuflaj giydirme teşebbüsü olarak yorumlayacağımızı bu vesileyle
bildirmek isterim” diye konuştu.
“TÜRK DEVLET GELENEĞİNDE BÖYLE BİR ALÇAKLIK OLMAMIŞ VE
OLMAYACAKTIR”
ABD’li araştırmacı bir gazetecinin Türkiye hakkındaki iddiaları ile
ilgili olarak ise Bahçeli, “Bu gazeteci, hükümetin ABD’yi Suriye’de
savaşa sokmak ve Esad’ın devrilmesini hızlandırmak için bir
operasyon tasarladığını, üstelik El Nusra terör örgütüne kimyasal
silah sağladığını yazmıştır. Muhaliflerin de ellerine geçen
kimyasal silah kanalıyla geçtiğimiz yılın 21 Ağustos’unda
Suriye’nin Guta şehrinde katliam yaptığını, bunun altında
Türkiye’nin olduğunu hayasızca gündeme getirmiştir. Biz AKP’ye
elbette muhalifiz, elbette demokratik itirazlarımızı hiç
yüksünmeden, kaçınmadan, gevşemeden yaparız, yapıyoruz. Ancak
hiçbir şekilde, hükümetin, komşu bir ülkede binlerce masum sivilin
öldürülmesi caniliğine kimyasal silahlarla ön ayak olduğuna, teşvik
ettiğine, ortam sağladığına, destek verdiğine inanmayız,
inanamayız. Türk devlet geleneğinde böyle bir alçaklık olmamış ve
olmayacaktır. Türk tarihinde masumlara ölüm saçmak, terör ihracı
yapmak, yapanlara kol kanat germek şimdiye kadar görülmemiştir. Bu
nedenle ülkemiz aleyhine sürdürülen karalama kampanyasına hükümet
süratle engel olmalı, eldeki bilgi ve belgelerle Guta’daki iğrenç
soykırımda en ufak parmağının olmadığını delilleriyle
kanıtlamalıdır. Aksi taktirde bu kirli oyunun taraftarları
içimizden devşirilen taşeronlar yardımıyla gün geçtikçe mevzi elde
edecek ve Türkiye’ye uluslararası camiada kuşkuyla bakılacaktır”
şeklinde konuştu.
ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin 11 Nisan 2014 tarihinde
sözde Ermeni soykırım karar tasarısını kabul ettiğini hatırlatan
Bahçeli şunları söyledi:
“Bu tasarının Senato’ya gelme ihtimali hemen hemen imkânsız da, bu
minvaldeki teşebbüsün cüretkarlığı dikkat çekicidir. Hatırlarsanız,
benzer bir karar 2010 yılının Mart ayında Temsilciler Meclisi Dış
İlişkiler Komisyonu’nda da benimsenmiştir. Her Nisan ayı geldiğinde
Ermeni diasporanın kuklaları anında siyaset podyumuna çıkmakta ve
soykırım ezberiyle gösteriş yapmaktadır. Sözde soykırım kozunu
tehdit ve gözdağı olarak kullanan çevreler artık bayatlamış ve
miadı dolmuş bu oyundan vazgeçmelidir. Türk milletini soykırımla
yan yana koyma utanmazlığı devri geçmiş, son kullanım tarihi dolmuş
taviz koparma enstrümanıdır. ABD, 24 Nisan’da 1915 tarihli Ermeni
tehcirine ister soykırım desin, isterse de demesin, bizim açımızdan
hiçbir meşruiyet ve ehemmiyeti yoktur. Bu ülkenin siyasetçileri,
Türkiye’ye ister tümden soykırımcı suçlamasını yöneltsin, isterse
de ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diyenlere yeşil kart dağıtarak kucak açsın.
Bize göre bunların hepsi fasa fiso ve teneke gürültüsüdür. Bundan
böyle canları ne istiyorsa, keyifleri neyi gerektiriyorsa öyle
yapmazlarsa hepsinde gönlümüz kalacaktır. Türk milletini soykırımcı
olarak görenler, şayet tutarlıysa, şayet insan hak ve şerefine
saygı duyuyorlarsa yüzlerce yılda Amerika kıtasında katledilen
milyonlarca insanın, Irak’ta, Afganistan’da yok edilen din
kardeşlerimizin günahını çıkarsınlar, sonra da yüzleri kaldıysa
gelip bize laf yetiştirsinler.”
(İHA)