Bir dönem Yeşilçam filmlerinin klişelerinden biridir: Anadolu'nun uzak kasabalarından birinden sırtına denkini eline tahta valizini alıp İstanbul'a gelir genç adam. Haydarpaşa Garı'nda trenden iner ve karşısında uzanan bu büyük karmaşık şehre 'taşı toprağı altın' İstanbul'a bakar ve "Ey koca şehir beni yutamayacasın" der... Bütün inancıyla.. Bu her ne kadar Yeşilçam klasiği olup sonradan karikatüristlere de ilham kaynağı olsa da aslında gerçeklik payı da var. Bugün şöhretler dünyasının en parlak yıldızlarından olan bazıları tam da bu "klişe" de anlatıldığı gibi Anadolu'nun uzak köylerinden ya da kasabalarından İstanbul'a gelip kısa sürede isimlerini tüm Türkiye'ye duyurdular. Geride bıraktıkları yoksul yaşamları sadece uzak bir anı haline dönüştü. Bazıları Diyarbakır'ın, Şanlıurfa'nın Bingöl'ün köylerinden geldi bazıları Ankara'nın bozkırlarından. İşte o ünlülerin başarı öyküleri. Müslüm Gürses Hayranlarının Müslüm Baba'sı Müslüm Gürses Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesine bağlı Fıstıközü Köyü'nde 1953 yılında dünyaya gözlerini açtı. Asıl adı Müslüm Akbaş olan ünlü sanatçının babası çiftçilikle uğraşıyor, bir yandan da bağlama çalıyordu. Gürses ilkokuldan mezun olduktan sonra 14 yaşındayken şarkıcılık konusunda yetenekli olduğunu herkese kanıtladı. Adana Aile Çay Bahçesi'nde düzenlenen yarışmaya katılıp birinci oldu. O dönemleri bir röportajında şöyle anlatıyordu Gürses: "İlkokulu bitirdim. Gerisi yok. Adana'da damda yatarken uzun hava okudum. Arkadaşım halkevine gidiyordu. Ben de gittim. Derken Çukurova Radyosu'nda sanatçı oldum." 1968 yılında albüm yapmak için İstanbul'a geldi Gürses. Emmioğlu/Ovada Taşa Basma isimli plağı üç yüz bin satış yaparak o dönem için büyük başarıya imza attı. Gün geçtikçe tanınan Gürses, şöhretinin ilk yıllarında çıktığı Anadolu turnesi sırasında büyük bir kaza geçirdi. Alın kemiği kırılan sanatçı yaşadıklarını daha sonra şu şekilde dile getirmişti: "O kazada şoför öldü… Beni de öldü sanmışlar zaten… Sonra alıp hastaneye götürmüşler… Ben ölümü yaşadım aslında… Bana göre yeniden hayata dönmüş olmam, Allah’ın bir lütfudur. Alın kemiğim un ufak olduğu için en küçük bir darbede ölebilir ya da kör kalabilirim… Ameliyatta alnıma beynimi koruyacak plaka gibi birşey taktılar… O korkunç kazadan sonra koku alma duyumu yitirdim… Hiçbir kokuyu alamıyorum ne yazık ki şimdi… Çok kuvvetli parfümler ispirto kokusu veriyor bana… Ayrıca işitme duyumu da yüzde elli yitirdim… Çok ağır işitirim… Neyse, buna da şükür, yaşıyoruz işte… 1979 yılında İsyankar filmiyle sinemaya adım atan Gürses, bunun ardından bir çok filmde de rol aldı. Gürses tırmandığı şöhret basamakları sayesinde hayatının en büyük hayalini gerçekleştirdi. Hiçbir filmini kaçırmadığı Muhterem Nur ile 1982'de çıktığı bir Malatya turnesinde tanıştığı Muhterem Nur ile hayatını birleştirdi. 90'lı yıllarda kendine özgü bir hayran kitlesi oluşturan Gürses, Gülhane konserleriyle büyük yankı uyandırdı. İşte tam o dönemde yani 90'ların sonlarında önceleri onun müzik tarzını küçümseyen, dudak büten entelektüel kitlenin de ilgisini çekmeye başladı. Gürses bugün giyimi, kuşamı, şarkıları bir yana kendine özgü yorumuyla Türkiye'nin Müslüm Baba'sı ve görünüşe göre hep öyle kalacak. Köyde doğup şöhret basamaklarını tırmananlardan biri de Kenan İmirzalıoğlu... 18 Haziran 1974'te Ankara'nın Bala ilçesine bağlı Üçem köyünde dünyaya geldi. Babası Mustafa çiftçi, annesi Yıldız ise ev hanımı. Soyu Akkoyunlu Devleti Hükümdarı Uzun Hasan'a dayanan İmirzalıoğlu, 12 yaşına gelinceye kadar ailesiyle birlikte Üçem KÖyü'nde yaşayan İmirzalıoğlu daha sonra orta ve lise öğrenimi için teyzesinin yanına Ankara'ya taşındı. Ortaokul ve liseyi teyzesinin yanında okudu. Başarılı bir öğrenciydi. Ancak tek başarısı dersleri değildi. İyi bir basketbol oyuncusuydu aynı zamanda. Ama boyu genç yaşında 1. 85'e ulaşınca bunu basketbola bağlayıp kendine uygun kız arkadaş bulamayacağı düşüncesiylye basketbola veda etti. Lise son sınıftayken 'haylaz' bir dönem yaşayan İmirzalıoğlu, üniversite sınavını da ilk girişte kazanamadı. Bunun üzerine ailesinin yanına yani Üçem Köyü'ne dönüp babasına yardım etti. Lise son sınıftayken 'haylaz' bir dönem yaşayan İmirzalıoğlu, üniversite sınavını da ilk girişte kazanamadı. Bunun üzerine ailesinin yanına yani Üçem Köyü'ne dönüp babasına yardım etti. Okulda kendisini yakışıklı bulan arkadaşlarının ısrarıyla 1995'te mankenlik yapmaya başladı. Daha sonra katıldığı Best Model of Turkey elemelerinde 400 kişi arasından ilk 20'ye girdi. Sonra da birinci seçildi. Yarışmadan iki ay sonra ise dizi teklifleri birbiri ardına gelmeye başladı. Osman Sınav'ın Deli Yürek adlı dizi teklifine "evet" demesi ise onu bugünlere getirdi. Bir zamanların Küçük Emrah'ı şimdinin ünlü Emrah'ı 1971 yılında Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde dünyaya geldi. Babasını 1 buçuk yaşındayken kaybetti. Yeşilçam'da 'acıların çocuğu' olarak nam salan Emrah, daha sonraları bu konuda "Babam benim için bir fotoğraftan ibaret" diyecekti. Annesinin işi nedeniyle Elazığ'ın Gülaman ilçesine taşınan Emrah, daha ilkokulda müziğe olan yeteneğiyle öğretmenlerinin dikkatini çekti. Müzik hocasıyla birlikte bir amatör kaset bile yaptı. Emrah, ortaokul eğitimini Diyarbakır'da devam ettirirken, bu dönemde eniştesi ve yakın çevresinin teşviki ile 4 adet amatör kaset yapıldı, videoları çekildi. Bu kaset ve videolar Diyarbakır ile çevresinde büyük ilgi gördü. Kısa sürede müzik çalışmaları öğrenim ve amatörlük aşamasından çıkıp, profesyonelliğe doğru yol aldı. Emrah, 1984 yılında İstanbul'da ilk profesyonel albümleri olan "Agam Agam" ve "Gülom" ile müzikseverlerin gönlünde "Küçük Emrah" olarak yer almaya başladı. 1985' de "Yaralı" adlı albümü büyük ilgi gördü. 1986 - 1987 yıllarında "Boynu Bükükler" ve "Ayrılamam" albümleri ile satış rekorları kırdı. 1990 yılından itibaren albümlerinde kendi söz ve bestelerine yer vermeye başlayan sanatçının birçok parçası vazgeçilmeyen klasikler arasında yerini aldı. Emrah, sanat yaşamının dolu dolu geçen 20 yılda çıkardığı toplam 18 albümle müzik dünyasında benzeri olmayan rekora imza atmıştı. Albümleriyle beraber başlayan konser maratonu ülkede birçok mekanı tamamen doldururken; 1994 yılında Türkiye'de ilk defa bir Türk sanatçısı, İnönü Stadyumu'nda verdiği muhteşem konserle 50.000 kişilik kapasite ile doldurdu. İzzet Yıldızhan Anadolu'dan gelip İstanbul'da şöhreti bulanlardan biri de İzzet Yıldızhan. 1 Nisan 1966'da Diyarbakır'da doğan Yıldızhan, çalışmak zorunda olduğu için ilkokulu ikinci sınıftayken bırakmak zorunda kaldı. Sanatçı daha sonra ilk ve ortaokulu dışarıdan bitirdi. 10 çocuklu ailenin en küçüğü olan Yıldızhan, bir süre kebapçı çırağı olarak çalıştı. Daha sonra kebap ustası oldu. Bu mesleğini Ankara’da da sürdüren Yıldızhan, profosyonel müzik hayatına da Ankara’da başladı. Çalıştığı yerde künefe ustası olan Mehmet adlı arkadaşının ısrarları sonucu Fevzi Atlıoğlu ile tanışarak müzik dersleri almaya başladı. Bir süre sonra da gece kulüplerinde sahneye çıkmaya başladı. Sahne hayatı ilerlemeye başlayınca kebapçılığı bıraktı ve sadece müzik ile uğraşmaya başladı. Ankara pavyonlarından başlayan sahne hayatını o dönemin çok önemli starlarının sahne aldığı Altınnal Gazinosuna kadar taşıdı. Ankara pavyonlarından başlayan sahne hayatını o dönemin çok önemli starlarının sahne aldığı Altınnal Gazinosuna kadar taşıdı. Mahsun Kırmızıgül 1969 yılında Bingöl'de doğdu. Herkes onu Abdullah diye çağırırken nüfus kağıdına 5 yaşındayken kavuştu. Orada isim hanesinde Mahsun yazıyordu. Anne ve babası ayrılınca annesi ve kardeşleri ile Diyarbakır'da yaşayan Kırmızıgül, ilk ve orta öğrenimini de orada tamamladı. Kalabalık bir ailenin üyesi olan Kırmızıgül sanatçı olma hayaliyle İstanbul'a geldi. İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuarı'na girdi ve bu onu şöhrete taşıyan yolculuğun başlangıcı oldu. 1980'de müzik çalışmalarına başladı. 8 tane amatör albüm yaptı. 1993 yılında Alem Buysa Kral Sensin adlı albüm ve aynı adı taşıyan şarkısıyla müzik dünyasına bomba gibi düştü. Kırmızıgül, son yıllarda kendini sinemaya adadı. Beyaz Melek adlı ilk filmiyle izlenme rekorları kırdı. Şimdi de Güneşi Gördüm ile yabancı dilde en iyi film dalında Oscar aday adayı. İbrahim Tatlıses Şöhretler dünyasının en etkileyici başarı öykülerinden birinin kahramanı İbrahim Tatlıses. İşte Tatlıses'in Şanlıurfa'da bir mağarada başlayıp yüzlerce kişinin ekmek yediği bir imparatorluğun tahtına geçişinin kısa öyküsü. Küçük yaşlarında sinema salonlarında su satan hatta bir ara bu yüzden seyircilerden birinin "sus ulan seni mi dinleyeceğiz" diye kendisini tokatlayan o adama cevabı gibi yıllardır Türkiye'nin popüler kültür tarihinin en etkileyici seslerinden biri olmayı sürdürüyor Tatlıses. 1952 yılında Şanlıurfa'da bir mağarada doğdu Tatlıses. 7 kardeşin en büyüğüydü. Babası ciğerci Mehmet, o doğduğunda cezaevindeydi. Yoksulluk yüzünden okuyamadı belki ama Urfa'da düzenlenen geleneksel sıra gecelerinin vazgeçilmez solistlerinden biri oldu. Sonunda bir Adanalı sinemacı onu keşfetti ve Tatlıses'in ya da o zamanki adıyla İbrahim Tatlı'nın yolu, Adana'ya oradan da Ankara'nın pavyonlarına uzandı. Daha sonra da İstanbul'a göç etti. Daha yoldayken kendi kendine bir karar verdi: "Bu koca şehir onu yutamayacaktı." İstanbul'a geldiğnide tanıştığı ilk kişi ona soyadını da veren Yılmaz Tatlıses oldu. Kara Kız ve Beni Yakma Gel Sevdiğim adlı 45'likleriyle müzik dünyasına adım attı Tatlıses. "Ayağında kundura, yar gelir dura dura diye" yanık sesiyle söylediği türküyle başlayan yol onu bugünlere getirdi. Yoksul bir ailenin mağarada doğan "mektep- medrese görmemiş" hatta bir ara İstanbul'a geldiğinde inşaat işçiliği yapan oğlu İbrahım Tatlı, artık şanı Türkiye sınırlarının dışına da taşan İbrahim Tatlıses'ti. Müziğin güçlü isimlerinden Candan Erçetin Kırklareli’nde doğdu , çocukluğunu ve ilkokul çağını bu şirin şehirde geçirdi.