55 yazarın kaleminden tam 1755 madde... Adabından muhabbetine, mezelerden tarihi şahsiyetlerin masa hatıralarına, köklü âdetlerden halk efsanelerine, bu topraklarda rakı kültürünün 500 yılına dair her şey Rakı Ansiklopedisi'nde... Agora Meyhanesi İstanbul’un en eski semtlerinden Balat’ın tarihi çarşısı Leblebiciler Sokağı’nda yer alan ünlü meyhane. Antik Yunan’da kentle ilgili bütün önemli kararların alındığı, bütün sokakların buraya çıktığı meydana agora denirdi. Haliç’e bakan Agora Meyhanesi de Balat’ın bütün sokaklarının çıktığı yerde, agoranın göbeğindeydi. 1890 yılında Kaptan Asteri tarafından açıldı ardından barbalık oğlu Stelyo’ya geçti. 1950’lerde bu kez Stelyo’nun oğlu Hristo Dulidis, namı diğer Kaptan Hristo bayrağı devraldı ve 1980’lerin sonuna kadar aralıksız sürdürdü. Sait Faik Abasıyanık (1906-1954) İçkiler içinde en çok rakıyı sevdiğini onu tanıyan herkes söylemektedir. Sait Faik, Orhan Veli’yle yaptığı meşhur Rakı Şişesinde Balık Olmak İsteyen Şair röportajında Orhan Veli’ye “Rakıyı sever misiniz?” diye sormuş ve aldığı “Bayılırım” yanıtını “Bendeniz de” diyerek onaylamıştır. Burgazada’da Pandelli’de rakısına lobya, Cumhuriyet Meyhanesi’nde biraz gevezelik katık eden Sait Faik pek hoşsohbet biri olmadığı ve oturmayı pek sevmediği için meyhanelerde uzun süre kalmazmış. Herkesle ayaküstü konuşma olanağı bulduğu için Lambo’yu sever, Anadolu Pasajı’ndan bir tek atıp çıkmayı tercih edermiş. Sait Faik’in kendisini en rahat hissettiği yer Mustafa’nın Meyhanesi olmuştur. Sait Faik’i arayanlar, önce Mustafa’nın Meyhanesi’ne göz atmak gerektiğini bilir, bulamasalar bile söyleyeceklerini Mustafa’ya söyleyip giderlerdi. Anzarot Argoda rakı. Arnavutköy Panayırı Kanuni döneminden itibaren kurulduğu rivayet edilen panayır. 18. yüzyılda panayır akçesi adıyla vergi alınmaya başlamış, 1940’lara kadar sürmüştür. Salâh Bey Tarihi’nde anlatılır: “29 Temmuz 1895 Pazartesi günü Şirket-i Hayriye’nin Neveser vapuru, yazarlar yazarı Ahmet Rasim’i Arnavutköy’e boca etmiştir. O gün Arnavutköy’ün panayırı başlamaktadır. Sokaklar allı, morlu, sarılı, yeşilli, mahyalarla pıtrak. Fener dipleri taflan, defne dallarından görünmüyor. Fiyakalı, kokoroz, pinpon, radarcı, dalgamotor, civık, haybeci, düdük makarnası, rafadan, andavallı, irikıyım, çiroz, pavurya, bıldırcın, hoşor, zıpır... İstanbul’un, ne kadar kıyıda köşede kalmış cacıklık malı varsa hepsi burda. Topu da leyla. Asorcu Sarhoş; içkici, alkol tutkunu kimse. At kulağı Uzun kadeh. Atatürk’ün sofrası (…)Atatürk’ü eleştirenlerin çoğunca vurguladıkları Çankaya sofraları, aslında mazisi çağlar boyu süregelmiş bir devlet sofrası geleneğiydi. Atatürk de bu geleneği sahiplenen son Türk önderi oldu. Ankara’da Çankaya Köşkü’nde, İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda, Yalova’da, Florya Deniz Köşkü’nde; bazen yurt gezilerinde de yinelenen bu gece oturumlarına, gündemle ilgili düşünürler, yazarlar, sanatkârlar, bilim insanları, siyasetçiler, diplomatlar çağırılır; ayrıca mutat zevat denen Atatürk’ün yakın dostları da saatlerce süren toplantılarda hazır bulunurlardı. Mutat zevatın başında Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Ünaydın, Hasan Cemil Çambel, Yunus Nadi (Abalıoğlu), N. Hazım Onat, İ. Necmi Dilmen, Hamdullah Suphi Tanrıöver, İbrahim Grantay; Dr. Reşit Galip, Salih Bozok, Şükrü Kaya ve başkaları vardı. Bakanlar, milletvekilleri, Atatürk’ün silah arkadaşları, düşün ve sanat insanları da sık sık davet edilirlerdi. Sofra, son derece düzenliydi. Kimi akşamlar ses-saz dinletilerine de yer verilirdi, ama her durumda saygının ve nezaketin egemenliği söz konusuydu. Ayranlı rakı geceleri 50’li yılların sonunda İstanbul’da yapılan bir vapur eğlencesi. Özellikle cumartesi geceleri, Şehir Hatları tarafından tahsis edilen bir vapurda gençler için danslı geceler düzenlenir, burada mutlaka bir dans yarışması yapılırdı. Vapur eğlencelerinin gözde hanımları, Rum kızlarıydı. Ayrıca Ermeni ve Yahudi kızları da katılırdı, Türk kızları yok denecek kadar azdı. Bu gecelerin bir başka özelliği, ayranlı rakı içilmesiydi. Vapurda alkol almak yasak olduğu için bu işin gizlice yapılması gerekiyordu. Anason kokusunu bir nebze kesip rengiyle rakıyı kamufle eden ayran, gençlerin ihtiyaçlarına tam cevap verdi. Ayranlı rakı, bu tür eğlencenin vazgeçilmez içkisi haline geldi. Ama ayranı fazla kaçıran bazı çiftler kendilerini vapurun tenha köşelerine atmaya başlayınca işin rengi değişti. Önceleri gençleri ikaz etmekle yetinen hoşgörülü kaptanlar, gazetelerde çıkan rezalet haberlerinden sonra çaresiz kaldı. Ayranlı rakı gecelerine son verildi. Çay bardağı Bazı rakı tiryakilerinin vazgeçemediği kadeh. Çerkes kadehi de denir. Çilingir sofrası En genel anlamıyla rakı sofrası. Rakının yanında yemek yemek yakın zamanlarda, geleneksel meyhane kültürü bozulup içkili lokantalar yaygınlaştıkça ortaya çıkmış postmodern bir olgudur. Esas olarak rakının yanında yemek değil, meze yenir. O mezeler de rakıya göre seçilir, rakı damağına uygunluğu test edilerek belirlenir. Meze, Farsçada tat veya çeşni anlamına gelir; yani mezeden tadılacak veya çeşnisine bakılacak yiyecekleri anlarız, tanımı gereği tadımlık bir şeydir. Üstat Ahmet Rasim yemek ile meze arasındaki ayrımı çok açık bir biçimde belirler: “Meze hiçbir zaman karın doyuracak yiyeceklerden değildir. Karın doyurmak ayrı bir zevktir.” (…)Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey de aynı fikirdedir, ama sürpriz bir laf eder: “Bunca yıl Balıkhane nazırlığı ettim. Şimdi yaşım sekseni aşmıştır. Hiçbir zaman balıkla mezelenmedim. Mevsim yemişleri rakıya hem cila verir, hem de mideye dokunmaz.” Boğazına düşkünlüğüyle nam salan Baba Yaver’in sürprizi de parlaktı; rakının yanında keten helvaya bayılırdı. Ahmet Rasim’in tanıklığıyla: “Meyhaneden içeriye sebzevatçı beygirleri gibi girerdi. İki eli salata demetleriyle yüklü bulunurdu. O bile sorulunca, ‘Bu hınzırın asıl mezesi kavundur,’ derdi.” Dayı Yeniçeri akşamcılarına bir saygınlık ifadesi olarak verilen san. Bu san ile akşamcı yeniçerinin büyüklüğü kabul edilmiş olunur. Dem İçki. Bektaşilikte [bkz. cem] ve Bedreddinilerde dini tören sırasında cemaate sunulan kutsal içki. Eski çağlarda daha çok şarap kullanılsa da, günümüzde bu ritüellerde genellikle rakı verilir. Efeler (Zeybekler) Özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda Ege Bölgesi’nde dağların hâkimi olan halk kahramanları. Zeybek reislerine genellikle efe denmektedir. Osmanlı’ya karşı ayaklanmışlar, Atçalı Kel Mehmet gibi kendi adlarına para basacak kadar ileri gitmişler, âyanlara karşı Çakırcalı gibi ciddi mücadeleler vermişler, Milli Mücadele’de Yörük Ali ve Gökçenefe gibi önemli yararlılıklar göstermişlerdir. Köklerinin antik çağ Dionysos alaylarına kadar uzandığını gösteren bulgular vardır. Öte yandan Orta Asya’dan gelen Türklerden, antik çağın Tralleslilerinden oldukları da iddia edilmektedir. Bazılarına göre bu isim Arapça “civa” anlamında zeybak’dan türer. Baküs’ün (Dionysos’un) ardılları anlamında oi-bakkus veya zei-bakkus’tan türediği de söylenir. Oi-bakkusların birinci işi ayaklarıyla üzüm çiğnemektir. Halikarnas Balıkçısı zeybeklerin çoğunlukla Bektaşi olduklarını, yemeğe başlarken ağızlarına bir yudum rakı aldıktan sonra “Demine devranına hû diyelim” dediklerini anlatır. İçki Düşmanı Gazete 1930’lu yıllarda yayımlanan dergi. İlk sayısı Ocak 1933’te çıkan aylık yayının sahibi ve başyazarı Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’dı, künyede idarehane adresi olarak Fahrettin Kerim’in İstanbul, Ankara Caddesi, 15 numaradaki muayenehanesi gösteriliyordu. Yeşil Hilal [Yeşilay] ve Türkiye İçki Aleyhtarı Gençler Cemiyeti’nin yayın organı kimliğindeki derginin kapağında “İçki düşmanlığı fikirlerinin yayılması, sağlık ve hayat bilgileriyle içtimaî ve ilmî sahadaki yazılar sütunlarda bulunacaktır” notu yer alıyordu. İçki Düşmanı Gazete’de alkolizm ve sağlık sorunlarıyla ilgili tıbbi makalelerin yanı sıra, içki yerine meyve tavsiye eden şiirler yayımlanıyor, gençlerin içkisiz de eğlenebileceğini ispat etmek maksadıyla düzenlenen çay partilerinden izlenimler aktarılıyor, basında çıkan kavga ve cinayet haberleri ibreti âlem için iktibas ediliyordu: “Rakı içerken bir bahçevan diğer bir bahçevanı öldürdü” (18 Aralık 1932) veya “Sivasta sarhoş bir adam feci bir surette hamile karısını öldürdü. İki cana birden kıyan hûnhar adam adliyede cezasını görecektir” (20 Aralık 1932). Logosunun yanında “İçkiyi müdafaa edenler olabilir, lâkin içki onları müdafaa etmez” (Abraham Lincoln) gibi epigramlar bulunuyordu. İstim (islim) Argoda rakıya ve sert içkilere verilen ad. Kafeşantan Sahne sanatçılarının çalıştığı, müşterilere çay, kahve, gazoz, meyve suyu gibi meşrubatla beraber rakı, şarap, bira gibi içkilerin de satışı yapılabilen müzikli, danslı alafranga eğlence yerleri; Fransızca café chantant. İlk kafeşantanlar 19. yüzyılın sonlarında Beyoğlu (Pera) bölgesinde açılmıştı. Bunların en ünlüleri Kristal Palas, Trocadores, Bizans’ın Büyük Alkazarı, Concordia, Mandas, Courren, Flamme ve Alhambra idi. Kafeşantanlar günümüzün müzikli, revülü gazinolarının, gece kulüplerinin öncülleriydi. Daha çok Levantenleri ve onların yaşamına özenen Osmanlı aydınlarını cezbeden bu yerlerde yabancı kızlardan oluşan orkestralar çalar, pantomim, akrobasi, skeç, bale, revü, kanto gösterileri yapılırdı. Lavirentos Bizans zamanında Galata’da Cenevizliler tarafından kurulduğu sanılan, Osmanlı döneminde gedikli meyhaneler arasında bulunan ve tarihçi Reşad Ekrem Koçu’ya göre 1943’te yıkılana kadar bozulmadan varlığını sürdüren kadim İstanbul meyhanesi. Yunancada labirent, yani “dolambaçlı dehliz” anlamına gelen Lavirentos, asırlar boyu denizcilerin uğrak yeri olmuştu. Ama burada sunulan Ankona, Sakız, Mudanya, Edremit, Bozcaada şaraplarına, ayrıca muğbeçelerine ve köçeklerine meftun olanlar sadece limana demir atmış türlü milletten gemici tayfası değildi. Lavirentos aynı zamanda cebi delik ayak takımının, İstanbul’un haytaları, kopukları ve kabadayılarının da meyhanesiydi. Bu yüzden kavga dövüş eksik olmaz, müdavimleri bıçak, saldırma, falçeteyle gezerdi. Meyhane pilavı Gaziantep yöresinden çıkmış, bulgurla yapılan pilav. İçine bulgurun yanı sıra et (kuşbaşı ya da kıyma), soğan, sarmısak, yeşil biber, domates ya da domates salçası, biber salçası, baharat konur. Mütevazı meyhanelerde mezeler ve içkiler bittikten sonra mideleri rahatlatmak için taze taze pişirilip sofraya getirilir. Evlerde erkek erkeğe kurulan meclislerde, kır yemeklerinde yemeğin sonlarında ev sahibi ya da becerikli bir konuk tarafından evde bulunan malzemelerle genellikle etsiz olarak hazırlanır. Meyhane pilavını erkeklerin kadınlardan daha iyi pişirdiği söylenir. Tanju Okan (1938-1996) Özgün sesi, kalender meşrep yorumu ve kuşaklar boyu eskimeyen anasonlu aşk şarkılarıyla sevilen pop müziği şarkıcısı, sinema oyuncusu; büyük rakıcı. Tabiri caizse yerli Frank Sinatra’mızdı. Türkçe sözlü aranjman plaklarla adını duyurdu. Pop müziğinin dönüm noktalarından biri kabul edilen Hasret ile başlayarak Koy Koy Koy, Kadınım, Öyle Sarhoş Olsam ki, İç İç Unutursun, Şerefe, Ayyaş, Parkta Yatıyorum gibi unutulmaz 45’liklere imza attı. Orospu turşusu Turşu, emek ve zaman isteyen güzel bir meze çeşididir. Oysa rakı sofrasına renk katan ve çabucak, zahmetsiz yapıldığından bu ismi alan söz konusu turşu, aynı zamanda iştah açıcıdır. Genellikle çarliston biberden yapılır. Biberler haşlanıp çekirdeği ve kabuğu ayrıldıktan sonra üzerine dökülen sirke ve sarmısak ezmesiyle hazır hale gelir. İsteğe bağlı olarak sızma zeytinyağı ilavesiyle de servis edilir. Osmanlı İmparatorluğu’nda içki (…) İçki içtiği söylenen ilk Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezit’tir. Onun saltanatını takip eden Fetret Devri’nde kısa bir süre hüküm süren oğlu Emir Süleyman’ın belirgin niteliği ise uslanmaz bir ayyaş olmasıdır ve bu durum kötü sonunu hazırlamıştır. Bu dönemde devletin büyük kentlerinde, örneğin Bursa ve Edirne’de meyhanelerin olup olmadığı veya belli kuralların mevcudiyetini gösteren veriler yoktur. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet’in iyice harap olmuş ve nüfus bakımından fakirleşmiş kenti geliştirmek için ülkenin pek çok şehrinden Müslüman ve Hıristiyanları İstanbul’a iskân ettirdiği bilinmektedir. Bizans zamanında ana yarımadada ve Cenevizlilerin yönetimindeki Galata’da meyhaneler bulunduğu muhakkaktır. Osmanlı yönetiminin gayrimüslimlerin yoğun olduğu mahallelerde ve özellikle Cenevizlilerden alınan Galata’daki meyhanelere karışmadığı anlaşılıyor. Fatih’in nedimi olan şair Melihî’nin Eminönü’ndeki meyhanelerin müdavimi olduğunun bilinmesi, ondan bir yüzyıl sonra yaşayan Latifî’nin Eminönü’nde meyhane bolluğundan söz etmesi, bu kanaati kuvvetlendirmektedir. Öğle rakısı Öğle saatlerinde alınan tek rakı. Bazıları bunu duble olarak alabilir, ama daha fazlası öğle rakısı değil, gündüz içkisi olur. Can Yücel ile birlikte önde gelen erkencilerden biri olan şair Mehmed Kemal’in Öğle Rakıları adlı bir şiir kitabı vardır. Pavyonlar Geceleri geç vakte, hatta daha çok sabaha kadar açık, müzikli, danslı, atraksiyonlu ve tabii içkili eğlence yeri. Kökeni Fransızca pavillon sözcüğü olan pavyon terimi, eğlence hayatına 19. yüzyılın son çeyreğinde girdi ve 1950’lere kadar daha çok elit kesimin devam ettiği, kaliteli ve pahalı gece kulüpleri için kullanıldı. Tokatlıyan’ın, Park Otel’in, hatta Taksim Belediye Gazinosu’nun bile pavyonları vardı. Üstelik bu pavyonlar, Silvio Fontana gibi Çankaya Köşkü’nde Atatürk’e uzun yıllar hizmet vermiş duayen yöneticiler tarafından işletiliyordu. Devrin ünlü pavyonu Kervansaray’da Paris’in Crazy Horse Show gösterilerinden sertifikalı ünlü striptizci Dodo von Hamburg, Cordon Bleu [Kordon Blö diye de geçer] pavyonunda Norihga, June Harlow ve egzotik filmlerinin ünlü oyuncusu, Kübalı dansçı Chelo Alonsa sahne alırdı. Rakı sıskası Rakıdan incelmiş kimse. bkz. rakı diyeti Salaşhaneler Yeşillik bir alanın kenarında veya deniz kıyısında inşa edilen derme çatma ahşap kulübeleri mesken edinmiş meyhane türü. Bunların birçoğu ruhsatsız çalışan koltuk meyhaneleri idi. Yarısı karada yarısı denizde olan salaşhanelere geçmiş zaman İstanbul’unda sık rastlanırdı Sıra geceleri Doğu illerinde, özellikle Urfa’da yaygın olarak sürdürülen eğlence geleneği. Hepsinde değil, ama bazılarında içki de içilir. Eril bir kent geleneği olan sıra gecesinin ilk kez ne zaman yapıldığına ilişkin kesin bilgiler yoktur. Ancak üzerinde iki görüş yürütülür. İlki bunun Urfa halk kültürü içinden doğduğunu söyler, herhangi bir zaman vermez. Diğeri ise, araştırmacı Mehmet Kurtoğlu’nun önermesidir ve sıra gecesinin geçmişinin Yunan ve Roma kültürüne dayandığı yolundadır. Urfa’nın uzun zaman bu uygarlıkların egemenliği altında kalmasından yola çıkan bu görüş, Eflatun’un Şölen’ini kaynak alır. Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) Şair, romancı, öykücü, denemeci. Tanpınar için rakı, İstanbul ve dostlar demektir. Paris’ten gönderdiği mektuplarda, o kadar isteyerek gittiği şehrin en büyük sıkıntısını rakısızlığa bağlar. Bütün mesele şarabın rakının yerini tutmamasında ve balıkların ızgara yapılmamasındadır. Aynı mektubunda Tanpınar rakı içmenin üç maddelik bir manifestosunu da yapar: 1. Rakı en iyi içkidir. 2. Her akşam değilse bile haftada iki defa içilmelidir. 3. Domates salatası, balık, kavun, beyaz peynir... biraz çiroz. Daha fazla meze zararlıdır. Vorıs bak! Ermenice kıçımı öp. Ermeni klarnet ustası Hrant Lusigyan’ın yaydığı özel bir kadeh kaldırma ritüeli, bir tür erotik şerefe! Buna göre, vorıs bak! denildikten sonra kadeh kaldırılıp dip kısmından öpülür, öyle içilir. Benzer bir anıştırma Amerikalılar arasında yaygındır. İngilizcede kadehleri devirmek anlamında kullanılan bottoms up! sözü, Türkçe popolar havaya! demektir. Popo ile kastedilen elbette kadehin dibidir. Yakup Asmalımescit’in simgelerinden, ünlü klasik meyhane. Yakup’un adıyla müsemma işletmecisi Yakup Aslan hayal ve hatıratlarda en az meyhane kadar yer tutar. O, Edip Cansever’in dizelerinde canlanan ve bir kitabına adını veren Çağrılmayan Yakup’tur. Zom Tevfik 20. yüzyılın başlarında, Aksaray’da Yeşiltulumba kahveleri önünde akşamdan kalmalara, sabahları kâsesi yirmi paraya baş suyu satan ayyaş çorbacı. Zom Tevfik gayet komik bir adamdı. Başka bir çorbacı aynı mıntıkada kendisine rakip çıkınca, ticareti sekteye uğradığından, çorbacılığı terk edip bir eşek tedarik etmiş ve çanak çömlek satmaya başlamıştı. Sonra bu alışverişten de vazgeçerek saka oldu. Akşamları meyhaneye gider, eşeğini kapıya bağlar, rakısını efendi gibi içip etrafla şakalaşırdı. Vakit gelince eşek feryada başlar, Zom Tevfik meyhaneciyle hesabı görür, alışkanlığı olduğu üzere yüz dirhem şarabı hayvana içirir, haydi sen de kekâlan kerata! derdi. Yolda eşeğiyle konuşa konuşa evine giderdi. Zurna yakısı Kafayı tütsüledikten sonra zurna dinlemek. Zurna gibi bir kafaya denk düşen bir mübalağayla anlatılmış bu hikâyeyi, Ahmet Rasim’in yaşadığı bir deneyimden yola çıkarak Salâh Birsel dillendirir: “Biraz sonra da yaşamında ilk kez zurna yakısıyla karşılaşacak. O zurna alayını, zurna krizini bilir ama zurna yakısıyla ilk bu gece zifafa girecek. Oysa bu yakı, hemen her yerde kolayca elde edilebilir. Yeter ki, elinizin altında kıranta bir sarhoş bulunsun. Adamın başına üç zurnacı diktiniz mi, tamam. Yalnız zurnacılardan biri, sarhoşun sağ kulağına, öbürü de sol kulağına üflemelidir. Üçüncüsü, nasıl olsa ensede bir yer bulur. Ne var, yakının bütünlenmesi için kıranta adamın önünde bir davulla bir çiftenakkarenin de gümbür gümbür gümbürdemesi gerekir.” Anasonlu bir tefrika Kendi alanının ilki olan Rakı Ansiklopedisi, yayın yönetmeni Erdir Zat’la birlikte 55 kişilik bir yazar kadrosunun yaptığı yoğun araştırmanın ürünü. Çağatay Anadol, Fügen Basmacı, Çiçekten Becel, Murat Belge, Raşit Çavaş, Necdet Sakaoğlu, Ahmet Örs ve Vefa Zat’tan oluşan danışma kurulu bugün kaynakların uzanabildiği tarih cetvelinin başlangıcını 17. yüzyıla kadar indirmiş. Daha önce yayımlanmış eserlerden doğrudan alıntılar kadar, edebiyat ve tarih kaynaklarından neredeyse cımbızla bulup çıkarılmış teferruat da mevcut. Böylelikle ortaya çıkan, ansiklopedi kuruluğunu aşarak anasonlu bir tefrikaya dönmüş. Buraya alıntıladığımız kimi maddeleri kısaltmak mecburiyetinde kalınca kimi maddelerin lezzetinden çalmış bulunduk mecburen. Overteam Yayınları’ndan çıkan ansiklopedide ayrıntılara daldıkça bu coğrafyadaki rakı kültürünün ne kadar köklü, ne kadar ‘muhabbetli’ olduğu ortaya çıkıyor, burası kesin Madam Despina (1919-2006) Günümüz İstanbul’undaki birkaç gerçek anlamda klasik meyhaneden birinin yaratıcısı ve tüm meyhaneci hanımların ruhani hocası. Eskilerin Tatavla olarak bildiği Kurtuluş’ta, kendi adıyla anılan salaş meyhanesiyle akşamcıların hayatına damga vuran Madam Despina, İmroz’da (Gökçeada) doğdu. 15-16 yaşlarında adadan İstanbul’a göç etti. Henüz 18 yaşında iken, doğduğu topraklarla ailesi arasında bir tercih yapmak zorunda kaldı. Ya Ege’nin karşı kıyısına gidecekti ya da suyunu içip havasını soluduğu topraklarda kalacaktı. Tercihini Türkiye’den yana kullandı, İstanbul’dan ayrılmadı. Cüce Simon (1899-1966) Asıl adı Simon Sevsay; bir dönem İstanbul’un renkli simaları arasına giren tiyatro ve sinema oyuncusu, Beyoğlu’nun popüler milli piyango satıcısı. Cüce Simon meyhane müdavimleri için uğur demekti. Onun küçücük ellerinden piyango çekmek, rakının parlattığı çakırkeyifle espriler yapan müşterilere umut verirdi. Meyhaneleri tek tek dolaşır, girdiği yerde neşe dalgası estirir, ona takılanlara laf yetiştirip incecik sesiyle hatıralarını anlatırdı. Elinden eksik etmediği bastonuyla halkın sempatisini kazanmıştı. Giyim kuşamına çok düşkündü. Koyu renk takım elbiseleri tercih eder, daima kravat takardı. Cüce Simon, doğum yeri İzmit’te eğitimini sürdürürken 1,05’lik boyu ve aykırı fiziğiyle dikkat çekip ilk amatör sahne deneyimini yaşadı. 1909’da yerleştiği İstanbul’un canlı eğlence hayatında profesyonel olarak sahneye çıkma imkânı buldu. Agopyan ve Benliyan kumpanyalarında çalıştıktan sonra Komik Şevki Bey ile tanıştı ve kısa sürede onun güvenini kazandı. Şevki Bey’in kumpanyasının hesaplarını tuttuğu gibi, aksesuar ve gardırop sorumlusuydu ve oyunlarda rol alıyordu. 1927’de Muhlis Sabahattin Opereti’nin, Dolmabahçe Sarayı’nda, Atatürk’ün huzurunda sahnelediği Haşmetmeab oyununda oynadı. Temsilden sonra Atatürk’ün iltifatlarını gururla dinleyip onun ikram ettiği bir kadeh şampanyayı yudumladı.