Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
En son Erdoğan'ın, "Gel benim kullandığım tuvaleti
denetle. Altın kaplama görürsen istifa ederim, yoksa sen edecek
misin?" diyerek meydan okuduğu Kemal Kılıçdaroğlu'nun
cevabında kalmıştık.
Hatırlarsanız CHP lideri CNN Türk ekranında, " "Ben Saray demedim. 'Ankara'daki
beyler, altın kaplı klozetler yapılıyorsa bu ülkede, birilerinin
düşünmesi lazım' dedim" diyerek
çarketmişti.
Peki sonra ne oldu dersiniz?
İzlerken ben utandım ama, söylerken Kılıçdaroğlu utanmadı. Çıktığı
miting meydanlarında sanki hiç bir şey olmamış gibi, sanki ekranda
çarkeden o değilmiş gibi ağız değiştirdi.
"Beyefendi altın kaplama klozet kullanmadığını söylüyor.
Zaten "altın kaplama" demedim, altın klozet" dedim. Sana o
yakışır" diyerek iftirada sınır tanımayacağını
gösterdi.
Sahi, hiç merak ettiniz mi "Altın kaplama klozet"
meselesi nereden çıktı diye? Duymayanlar, bilmeyenler vardır diye
anlatayım.
Şu an Hatay'da görev yapan Vali Ercan Topaca, 2011 yılında
Kocaeli'nde görevliyken makamında tadilat yaptırıyor.
Tadilatın toplam bedeli 2 bin 811 lira...
Ama bir gazete bu rakamı çok bulmuş olacak ki sembolik bir altın
klozet fotoğrafıyla yayınlayıp eleştiriyor.
Kılıçdaroğlu hemen bu altın kaplama klozetin resmini alıp imkan
bulduğu her yerde eleştirilere başlıyor. Vali Ercan Topaca bu
yanlış anlaşılmanın önüne geçmek için hemen CHP liderini arıyor ama
bir türlü ulaşamıyor.
Kılıçdaroğlu'nun koruma müdürüne defalarca not bırakmasına,
"Altın klozet hadisesi yanlıştır, böyle bir şey yoktur.
Valilik makamındaki klozet bir defa sarı değil beyazdır. Kendisini
bilgilendirmek istiyorum” demesine rağmen Kılıçdaroğlu
kendisine dönmemiş.
Bu iddiaları her yerde dillendirince Sayıştay Denetçileri ve
İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri valinin makamına gitmiş ve
denetimlerinde böyle bir şeyin olmadığını belirleyerek rapor
tutmuş.
"Belki Kılıçdaroğlu bu iddiayı dillendirince Vali Topaca
altın kaplama klozeti değiştirmiştir?" diye şüpheye
düşebilirsiniz.
Ancak yapılan tadilat ihale yöntemiyle yapılmış ve ihale öncesi
hazırlık tablosunda da, ihalede de böyle bir ürün istendiğine dair
sipariş yok!
Bir siyasi lider düşünün ki suçsuz günahsız valiye günler,
haftalar, aylar boyu bilerek ve isteyerek iiftira atıyor. Bununla
da yetinmiyor ve ftirasını ilerleterek işin içine Cumhurbaşkanı'nı
da katıp ülkeyi bu yalan üzerinden ateş topuna çeviriyor.
Algı operasyonu böyle bir şey işte...
Cumhurbaşkanı'nın TRT'de verdiği söyleşi sırasında oturduğu altın
varaklı koltuk gözünüze ilişmiştir muhakkak.
Dini cemaat statüsünden çıkıp tapınak şövalyelerine dönüşen
paralelciler hemen, "Kendisine altın varaklı koltuk
yaptırmış" diyerek vesveseye başladı. Bu yapıya teslim
olmuş şuursuzlar da hemen bu vesveseyi yaymaya başladı.
Oysa Erdoğan benim kaç kez şahit olduğum konuşmalarında,
"Cumhurbaşkanlığı Külliyesi için yeni eşya alınmadı.
Çankaya Köşkü'nde olan eşyalar buraya taşındı" diyerek bu
iddiayı yalanladı.
Ancak hırsın hüsrana sebep olacağını bilecek kadar erdem sahibi
olmayanlar bu sözleri duymuyor, duymak istemiyor.
İşleri güçleri şeytan gibi pusuda beklemek ve yeni şer planları
uygulamak!
******
Yalan söyleyen sadece CHP lideri ve onu teslim alan paralel yapı
değil elbet. HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da barajda
boğulacağını anlayınca yalana sarılanlardan.
Dün bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada, "“Kobani
olaylarından 1 gece önce (5 Ekim gecesi) Başbakan’la 10
dakika telefonda görüştüm. Başbakan ile görüştüğümde çağrı
yapmamıştık. Halk sokağa çıktı. Durum kritik müdahale edelim
dedim. Sayın Başbakan bunu inkar edemez bütün ricalarıma
ısrarlarıma rağmen durumu anlamaktan uzak oyalamacı ciddiyetsiz bir
tavır ve durum sergiledi. Benim halkı sokağa çağırdığımı iddia
ediyorlar. O çağrıyı yaptığımı ispatlasınlar" derken dinledim
kendisini...
Açık ve net olarak söyleyeyim, Demirtaş doğruyu söylemiyor.
2014 yılının Aralık ayının 7'sinde Başbakan Davutoğlu ile birlikte
Eskişehir'e giderken, uçakta Kobani olaylarının perde arkasını
sormuştum ve şu cevabı vermişti:
"Ben kendisini 1 Ekim'de başbakanlıkta ağırladım. Başka bir
partinin eş başkanı olarak ağırladım. Ve gönlümü açarak konuştum
kendisiyle. Siyasi bir risk aldım. Kendisi de bu görüşme sonrasında
ekranlara çıkıp, çok olumlu bir görüşme gerçekleştirdiğimizi
söyledi. Nedense 6 Ekim'de Diyarbakır'da sosyal medya mesajlarıyla
büyük bir tahrike sebep oldu. Selahattin Demirtaş'tan o süreçte
olayları yatıştırıcı mesajlar bekledik. Kendisini bizzat aradım ama
olumlu cevap alamadım..."
Bu sözler neredeyse bütün gazetelerde ve televizyonlarda haber oldu
ama Demirtaş nedense o dönemde cevap vermedi. Öldürülen masum
çocuklardan birisinin babası uçakta, "Oğlumun katili sensin
Sılho" derken verecek cevap bulamadı. Aradan 8 ay
geçtikten sonra "Ben böyle bir çağrıda bulunmadım"
diyor şimdi.
Dedim ya, doğruyu konuşmuyor. Öcalan'ın fırçası sonrası ekran
karşısında boncuk boncuk terlediği o günü unutmadık henüz.
2014 yılının Kasım ayının 13'ünce Deniz Zeyrek'e halkı sokağa
çağırdığını bizzat kendisi itiraf etmiş.
Bakın ne diyor:
"Bazı eksiklikler yaşandı. Biz çağrı yaptığımızda, HüdaPar
binalarına saldırılacağına, HüdaPar'lılarla gerilim yaşanacağına
dair en küçük bir öngörümüz yoktu. Ne yönlendirmemiz, ne teşvikimiz
vardı!"
HDP'li Altan Tan da o dönemde Kanal A televizyonunda yaptığımız
programda, "Bu çağrıyı HDP yönetimi olarak yaptık. Bu hale
geleceğini düşünmemiştik ve engel olamadık. Sel aniden gelince
önünde duramıyorsunuz" diye itirafta bulunmuştu.
Geçmişini asla silemeyeceksin Demirtaş!
Kapalı kapılar ardında, "Barajı geçemezsek 51 kişinin ölümüne
sebebiyet vermekten beni yargılayacaklar" dediğini herkes
biliyor.
Yargılansan da yargılanmasan da Yasin Börü ve 51 masum insanın ruhu
seni kıyamet gününe kadar takip edecek. Acılı ailelerin şu yakıcı
feryadı kulaklarından hiç eksik olmayacak:
"Oğlumun katili sensin Sılho!.."