Altaylı'dan Çölaşan'a ağır sözler
Abone olFatih Altaylı Boxer dergisine verdiği röportajda çarpıcı açıklamalarda bulundu. Reha Muhtar'ı şovmenlikle suçlayan Altaylı, Çölaşan için ağır sözler sarfetti...
Fatih Altaylı Boxer dergisine verdiği röportajda çarpıcı açıklamalarda bulundu. İşte bazıları:
Beş yıl önceki bir röportajınızda "İdari görevlerden hoşlanmıyorum. Haber müdürü olayım da reytingle bilmem neyle uğraşayım bana göre değil" demişsiniz. Tam da tarif ettiğiniz işi yapıyorsunuz şimdi. Kanal D Haber Genel Yayın Yönetmenliği...
Hayatta en severek yaptığım iş Hürriyet'te yazdığım köşe. Şimdi vakit bulamadığım için yapamadığım radyodaki sabah programından çok keyif alıyordum bir de. İdari işlerden asla hoşlanmadım. Ama görevden de kaçamıyorsunuz. Tuncay Özkan istifa ettiği zaman, kalabalık bir gazeteci topluluğuyla birlikte Japonya'daydım. Yanımdaki Doğan grubundan birçok arkadaşın ağzı sulandı haberi duyunca. Telefon üstüne telefon açıyorlar İstanbul'a. Ben çok umursamadım, "biri gider, onun yerine başkası gelir, koltuk boş kalmaz" diye düşünüyorum. Asla Kanal D haberin başına geçeyim diye bir düşünce yok aklımda. Hatta istediğim bir görev bile değil. Döndüm İstanbul'a, "Aydın Bey (Doğan) sizinle görüşmek istiyor" dediler. Ben o anda biraz hissettim başıma geleceği. Gittim Aydın Bey'e, tahmin ettiğim şeyi teklif etti. "Aydın Bey yapmayın, bir buçuk yaşında bir kızım var. Onu büyütmek istiyorum ben" dedim. O da cevaben "Benim dört tane kızım var, sen merak etme onlar büyüyorlar" dedi. Çok fazla bir seçeneğim yoktu yani. Sorumluluk gelince kaçamıyorsunuz. Bir de olayın maddi yönü var tabii. Türkiye'de sadece köşe yazarlığından rahat edecek kadar para kazanılamıyor ne yazık ki.
Kazanılamıyor mu?..
Kazanılamıyor tabii. Hürriyet'ten aldığım maaş komiktir. Yazılarım karşılığı aldığım parayla ancak geçinebilirim.
Komik var, komik var... Herhalde Türkiye standartlarının bayağı üstünde bir para alıyorsunuzdur Hürriyet'ten.
Bir banka şube müdüründen çok fazla değil. O kadarını söyleyeyim. Sonuçta biraz da maddi yönünü düşünüp kabul ettim bu işi. Çünkü ne kadar çok para kazanıyorsanız, istediğiniz işleri yapmak için işi o kadar erken bırakabilirsiniz. Birikmiş paranız, eviniz, arabanız, şuyunuz, buyunuz tamam olur, belirli bir standartı tutturabileceğinizi gözünüz keser, o zaman "tamam benim daha fazlasına ihtiyacım yok, artık sadece köşe yazacağım" dersiniz.
Ne zamana tekabül eder bu dedikleriniz sizin takviminizde?
Mümkün olan en kısa süreye. Her sabah haber toplantısı yap, reyting raporlarına bak... Çok hoşlanarak yaptığım işler değil bunlar. Fazla uzamaması da lazım zaten. Sabahtan akşama kadar "Tayyip Erdoğan ne dedi, Erbakan ne dedi, kim kimi bıçakladı, kim kimi vurdu" falan gibi saçma sapan şeylerle uğraşmak sıkar bir süre sonra insanı. Hayat bunlardan ibaret değil.
İnsanlar asabi biri olduğunuz düşünüyorlar... Ama şu anda hiç de televizyonda durduğunuz gibi durmuyorsunuz...
Hiç de öyle asabi biri değilimdir. Kanal D Haber Merkezi'ndeki arkadaşlar da benim geleceğimi duyunca "eyvah" demişler bu yüzden. Birine bağırdığımı, çok sert biçimde fırça attığımı duyan olmadı henüz. Haksızlıklar karşısında, hıyarlıklar yapıldığında tepem atar sadece. Yoksa neşeli bir adamımdır ben.
Konuşma tarzınızın, cümleleri hızlıca kurmanızın etkisi var mı insanların sizin asabi biri olduğunuzu düşünmesinde?
Yooo. Suratımın etkisi var, suratım kötü.
Yakışıklı olduğunuzu söyleyen bir sürü kadın var etrafta...
Ben daha rastlamadım onlara. (Kahkalar) En azından karım onlardan biri değil. Belki de beni şımartmak istemediğinden öyle düşünüyormuş gibi yapıyordur.
Medya savaşlarının içinde hep siz de oldunuz. Son günlerde gene alevlendi ortalık...
TMSF başkanı Ahmet Ertürk'le şans eseri uçakta karşılaştım. Yan yana oturduk. Bütün yol boyunca da TMSF'nin alacakları konusunu konuştuk. Sadece Turgay Ciner'i değil, herkesi konuştuk. Mehmet Emin Karamehmet'i de konuştuk, Murat Demirel'i de konuştuk, aklına kim geliyorsa hepsini konuştuk. Tümünü sırayla yazmaktı planım. Kötü bir şey de yazmadım aslında Sabah hakkında. Bu işin nasıl sonuçlanacağını yazdım. Bu arada Aydın Bey'in Sabah için teklif vermesini de doğru bulmuyorum. Kendisine de söyledim bunu zaten. "Ben zaten Sabah'ı almak niyetinde değilim. Fiyatı belli olsun diye teklif verdim" dedi. Doğrudur yanlıştır bilmem. Aydın Bey'in bana söyledikleri bunlar.
Medyada tekelleşmeye siz de karşısınız yani...
Elbette. Neden tek medya patronu olsun ki? On tane olsun. Yarın birgün buradaki işimden sıkıldım diyelim. Nereye gidecem ben? Sen nereye gideceksin? Herkes de bu yüzden susuyor zaten. "Yarın belki ben de orada çalışırım" diye düşünüp susuyorlar. Ben de öyle yapsam, yazmasam asıl o zaman kızmak lazım değil mi? İsim vermeme gerek yok, bilen bilir, Türkiye'nin en anlı şanlı, en büyük gazetecisi olduğunu zanneden adamın, batmadan bir gün önce Uzan'larla sözleşme yaptığını biliyorum ben. Anlaşmayı imzaladı, Haziran başında Uzan'ların gazetesinde yazmaya başlayacaktı. TMSF el koyunca bu iş de yattı. Böyle adamlar yazmazlar tabii Cem Uzan hakkında, onun hakkında, bunun hakkında. Baktığın zaman en son yazacak adamlardan biri benim aslında Cem Uzan hakkında. Kendisinden haz etmesem de bir sürü ortak arkadaşımız var, şuyumuz var, buyumuz var. Bana hayal edemeyeceğim paralar önerdi Cem Uzan. Doğan Grubu'nda yıllarca çalışsam kazanamayacağım paralar... Türkiye'de başka herhangi bir gazeteci koşarak giderdi. Ve ben bu durumdayken yazdım Cem Uzan hakkında. Bunlar medya savaşı falan değil. Medya savaşı farklı bir şeydir. Ben devletin alacaklarından bahsediyorum. Bir medyadan bahsetmiyorum. Turgay Ciner'den bahsetmiyorum. Ayrıca Turgay'ı da çok severim. Adamın hırsını, iş yapma ihtirasını çok beğeniyorum. Karşılaştığımız yerde öpüşürüz, kucaklaşırız, sohbet ederiz. Onunla hiçbir derdim yok benim.
Ama Dinç Bilgin'le var...
Dinç Bilgin borcunu ödemeli. 1,1 milyar dolar borcu var devlete. Eğer elindeki medya 550 milyon dolar ediyorsa ve bu da borcunun yarısıysa, bu para bu işten çıkarılmalı. Kimsenin parası değil bu, devletin parası. Türkiye yaklaşık 65 milyon. 550 milyon doların kabaca hesaplarsan yedi doları benim, yedi doları senin. Niye benim yedi dolarımla Dinç Bilgin keyif sürsün? Alın kardeşim benim paramı ondan. Sonra bunu Turgay Ciner'e mi satarsınız, Aydın Doğan'a mı satarsınız, Berlusconi'ye mi satarsınız, kime satarsanız satın. Ama bu malın değeri 550 milyon dolar. Bilemedin 500. Hadi peki 450. Çıkın birine satın kardeşim. Niye bunu birine bedava veriyorsunuz? Bu adamın devlete 1,1 milyar dolar borcu var. Alın ondan o parayı.
Bir de köşe yazarı savaşları var. Hemen hemen atışmadığınız köşe yazarı kalmadı medyada. Bir futbolcu klasiği vardır. "Sahada rakibiz ama doksan dakika bitince hepimiz kardeşiz" falan gibi... Köşe yazarları için de aynı şey mi söz konusu?
Tartışmanın düzeyine bağlı o. Emin Çölaşan'ı görsem selam bile vermem mesela, kafamı çeviririm. Hakkımda yalan yazan, beni karalamaya çalışan bir adama neden selam vereyim? "Viski bardağını fırlattı" demiş. Gözünle mi gördün, kime fırlattım, nerede fırlattım?.. Yalana bak, elimde viski bardağı bile yoktu, karton bardak vardı. Ya da "Güneş gazetesini belinde çift tabancayla bastı" palavrası. Hayatımda bir gün tabanca taşımadım. Çift tabancaymış... Uydur uydur yaz. Neyine selam vereyim ben bu adamın? Ama diyelim ki Mehmet Barlas'la farklı düşündüm. Bunu köşemde tartışabilirim. Birbirimiz gördüğümüzde de öper koklaşırız. Aslında çoğu zaman bu atışmalara başlatan da ben değilim. Benimle atışmayı seviyorlar. Biraz megolomanca olacak galiba ama, sahada yıldız futbolcuya tekme atmak daha iyi geliyor bazılarına. Galiba ben de medyanın yıldız futbolcusuyum. Sonuçta, sahada ikili mücadele gereği tekme atan adamla, son düdükten sonra sarmaş dolaş olurum. Ama futbol hayatımı bitirmek için kasti tekme atan adamın yüzüne bile bakmam.
ALTAYLI'YA GÖRE
Ne zaman adam olurlar?
REHA MUHTAR: Şovmenler kendilerini gazeteci zannetmediği zaman.
DENİZ BAYKAL: Koltuğa japon yapıştırıcısı sürmediğimiz zaman.
ÖZHAN CANAYDIN: Çok sevmenin iyi yönetmeye yetmediğini anladığımız zaman.
EMİN ÇÖLAŞAN: Yalan yazarak insanları karalamaya çalışmadığımız zaman.
RAHŞAN ECEVİT: Başkaları adına af yetkisi kullanmadığımız zaman.
KAZIM KANAT: Sevdiklerinin hatalarını görmezden gelmediğimiz zaman.
AHMET NECDET SEZER: Oturduğumuz koltuğu doldurduğumuz zaman.
FETHULLAH GÜLEN: İçimiz dışımız bir olduğu zaman.
HAGİ: Geçmişte yaşamadığımız zaman.
SÜREYYA AYHAN: Başarılı kocaların başarılı çalıştırıcılar olmadığını anladığımız zaman.
CEM UZAN: Haddimizi bildiğimiz zaman.
Röportaj: Alper Aköz