Altaylı hakkında müthiş iddialar
Abone olAltaylı'yı bir dönem silahla gazeteci tehdit eden fedai olarak takdim eden Çölaşan bakın neler yazıyor:
Profil
1980’li yıllarda Güneş Gazetesi vardı. Çok satar, iyi kadrolar barındırırdı. Gazete giderek zora girdi, ödeme yapamaz duruma düştü.
Son patron bir işadamı idi. Gazetenin aylardır maaş alamayan İstanbul ve Ankara çalışanları işi bırakmışlardı. Günün birinde Ankara bürosuna İstanbul’dan patronun adamı kimliği ile fedai kılıklı biri geldi, hışımla içeri daldı.
Belinde çifte tabanca taşıyordu.
Gazetecileri silahla tehdit etti, yönetime el koydu. Maaş falan önemli değildi. Derhal çalışmaya başlamaları gerekiyordu. Patron böyle istemişti. Eli tabancaların üzerinde geziniyordu. Gazetecileri kovmaya yeltendi, başaramadı. Arkasını dönüp gitti. İstanbul’da patronundan azar işitti.
* * *
Lise bitirmişti. Basın kartı hiç olmadı. Bazı gazetelerde ufak işler yaptı. Gel zaman git zaman bir radyoda iş buldu, önüne gelene sövmeye başladı. Bir süre sonra onu yazılı basında gördük!
Hayatı hep birilerine sığınmakla, kendisine aktarılan yalanları ve yanlışları yazmakla geçiyordu. Bunları yazıyor, zoru görünce ‘yanılmışım, özür dilerim’ diye savunmaya geçiyordu.
Dün kara dediğine bugün ak diyor, dün sövdüklerine şimdi yağ bal çekiyordu... Örnek mi? İşte Recep Tayyip Erdoğan!
Bir köşe yazarı, birkaç gün önce onun geçmişte Erdoğan’la ilgili yazdıklarını tam bir hafta boyunca köşesinde tefrika etti. Neler demişti neler:
‘Tayyip Erdoğan Türk siyasetine uymuyor. Yakışmıyor. Sadece KİRLİ GEÇMİŞİYLE değil, YETERSİZLİKLERİYLE de yakışmıyor. Görülüyor ki yeni dönemde artık Tayyip’lere yer yok...’
Yazdıkça yazıyordu:
‘Ben AKP’nin Tayyip ısrarını anlamıyorum. Bilgisi zayıf, deneyimi eksik, eğitimi yetersiz, yabancı dil bilmez bir adam. Demagogluk (laf cambazlığı) lider olmaya yetiyorsa amenna. Türkiye’nin önderi olacak adam değil. Bırakın onu, Türkiye’yi yönetecek çapta dahi değil...’
Birileri gaz verdikçe bizimki hızını alamıyordu:
‘AKP, Türk siyasetinde yer almak istiyorsa alabilir. Ama başında Tayyip Erdoğan’la değil. Bu çok net.’
* * *
Bir süre sonra Tayyip Erdoğan küt diye başbakan olmasın mı! Bizimki zor duruma düşmüştü. Bu kez ona haberler gönderdi, özürler diledi! Bir televizyon programı yapıyordu. Karşısına birilerini oturtması gerekirdi. Başbakan onu acaba affeder miydi? Devreye aracılar girdi, Tayyip Bey ikna edildi:
‘Yazılarını okuyun, bu artık döndü. Tamamen bizden oldu. Size işimize gelen sorular soracak, bir kez deneyin.’
Aracıları mahcup etmedi. Güzel sorular soruyor, tatlı tatlı çanak tutuyordu. Tayyip Bey onu sevmişti. Böylesini mumla arasa bulamazdı! Belli zamanlarda onun televizyon programına konuk oluyor, danışıklı sorularına teke tek yanıt veriyordu! Zaman değişmişti! Şimdi ona ve iktidarına yazılarında övgü düzüyor, karşılığında başbakan ve bakanlarını televizyon programına çıkarıp reyting alıyordu! Alışveriş iki taraf için de kazançlıydı!
Emme basma tulumbayı kurmuştu.
* * *
Ben gazetecilikte belli bir çizgisi-duruşu-inancı olmayanlardan korkarım. Bunlar tehlikelidir. Zamana göre renk değiştirir, eğilip bükülür, rüzgár gülüdür ve mide bulandırıcıdır. Yalan yazarlar, iftira atarlar, meslektaşlarına aynı yöntemle bulaşırlar, yazmadan önce direktif alırlar.
Gazeteci şeriatçıdır, bölücüdür, sağcıdır, solcudur, şudur, budur. Karşı çıkarsanız, gerektiğinde kavgaya, tartışmaya girersiniz ama onun belli bir çizgisi, görüşü, inancı, duruşu, kişiliği olduğunu bilirsiniz. Dün neyse bugün de odur. Dün övdüğüne bugün sövmez, dün sövdüğünü başbakan olunca yağlayıp yıkamaz.
Mert adam yazdığının arkasında durur. Her sıkıştığında ‘yanılmışım, özür dilerim’ demek zorunda kalmaz. Küçüldükçe küçülmez, gazetecilik mesleğinin haysiyetini böyle iki paralık edip alay konusu olmaz.
Dün maaş alamayan gazetecileri patronu adına fedailik görevi üstlenip tabancayla tehdit edenler, gün gelir makbul adam (!) olduklarını zannederler. Şımarırlar, ‘işin başına ben geçiyorum’ havaları bile atmaya başlarlar. Sonra posaları bir tarafa atılır.
Türk basınından böyle nice ‘uyanıklar’ ve nice ‘ben yanılmışımcılar’ geldi geçti.
Çizgisini değiştirmeyenler, yağcılık yapmayanlar, kişiliğinden ve meslek haysiyetinden ödün vermeyenler dimdik ayakta, alınları açık yaşar ve ölür.
Ötekilerin posaları ise arşivlerde, çöp tenekelerinde çürüyüp gider.
1980’li yıllarda Güneş Gazetesi vardı. Çok satar, iyi kadrolar barındırırdı. Gazete giderek zora girdi, ödeme yapamaz duruma düştü.
Son patron bir işadamı idi. Gazetenin aylardır maaş alamayan İstanbul ve Ankara çalışanları işi bırakmışlardı. Günün birinde Ankara bürosuna İstanbul’dan patronun adamı kimliği ile fedai kılıklı biri geldi, hışımla içeri daldı.
Belinde çifte tabanca taşıyordu.
Gazetecileri silahla tehdit etti, yönetime el koydu. Maaş falan önemli değildi. Derhal çalışmaya başlamaları gerekiyordu. Patron böyle istemişti. Eli tabancaların üzerinde geziniyordu. Gazetecileri kovmaya yeltendi, başaramadı. Arkasını dönüp gitti. İstanbul’da patronundan azar işitti.
* * *
Lise bitirmişti. Basın kartı hiç olmadı. Bazı gazetelerde ufak işler yaptı. Gel zaman git zaman bir radyoda iş buldu, önüne gelene sövmeye başladı. Bir süre sonra onu yazılı basında gördük!
Hayatı hep birilerine sığınmakla, kendisine aktarılan yalanları ve yanlışları yazmakla geçiyordu. Bunları yazıyor, zoru görünce ‘yanılmışım, özür dilerim’ diye savunmaya geçiyordu.
Dün kara dediğine bugün ak diyor, dün sövdüklerine şimdi yağ bal çekiyordu... Örnek mi? İşte Recep Tayyip Erdoğan!
Bir köşe yazarı, birkaç gün önce onun geçmişte Erdoğan’la ilgili yazdıklarını tam bir hafta boyunca köşesinde tefrika etti. Neler demişti neler:
‘Tayyip Erdoğan Türk siyasetine uymuyor. Yakışmıyor. Sadece KİRLİ GEÇMİŞİYLE değil, YETERSİZLİKLERİYLE de yakışmıyor. Görülüyor ki yeni dönemde artık Tayyip’lere yer yok...’
Yazdıkça yazıyordu:
‘Ben AKP’nin Tayyip ısrarını anlamıyorum. Bilgisi zayıf, deneyimi eksik, eğitimi yetersiz, yabancı dil bilmez bir adam. Demagogluk (laf cambazlığı) lider olmaya yetiyorsa amenna. Türkiye’nin önderi olacak adam değil. Bırakın onu, Türkiye’yi yönetecek çapta dahi değil...’
Birileri gaz verdikçe bizimki hızını alamıyordu:
‘AKP, Türk siyasetinde yer almak istiyorsa alabilir. Ama başında Tayyip Erdoğan’la değil. Bu çok net.’
* * *
Bir süre sonra Tayyip Erdoğan küt diye başbakan olmasın mı! Bizimki zor duruma düşmüştü. Bu kez ona haberler gönderdi, özürler diledi! Bir televizyon programı yapıyordu. Karşısına birilerini oturtması gerekirdi. Başbakan onu acaba affeder miydi? Devreye aracılar girdi, Tayyip Bey ikna edildi:
‘Yazılarını okuyun, bu artık döndü. Tamamen bizden oldu. Size işimize gelen sorular soracak, bir kez deneyin.’
Aracıları mahcup etmedi. Güzel sorular soruyor, tatlı tatlı çanak tutuyordu. Tayyip Bey onu sevmişti. Böylesini mumla arasa bulamazdı! Belli zamanlarda onun televizyon programına konuk oluyor, danışıklı sorularına teke tek yanıt veriyordu! Zaman değişmişti! Şimdi ona ve iktidarına yazılarında övgü düzüyor, karşılığında başbakan ve bakanlarını televizyon programına çıkarıp reyting alıyordu! Alışveriş iki taraf için de kazançlıydı!
Emme basma tulumbayı kurmuştu.
* * *
Ben gazetecilikte belli bir çizgisi-duruşu-inancı olmayanlardan korkarım. Bunlar tehlikelidir. Zamana göre renk değiştirir, eğilip bükülür, rüzgár gülüdür ve mide bulandırıcıdır. Yalan yazarlar, iftira atarlar, meslektaşlarına aynı yöntemle bulaşırlar, yazmadan önce direktif alırlar.
Gazeteci şeriatçıdır, bölücüdür, sağcıdır, solcudur, şudur, budur. Karşı çıkarsanız, gerektiğinde kavgaya, tartışmaya girersiniz ama onun belli bir çizgisi, görüşü, inancı, duruşu, kişiliği olduğunu bilirsiniz. Dün neyse bugün de odur. Dün övdüğüne bugün sövmez, dün sövdüğünü başbakan olunca yağlayıp yıkamaz.
Mert adam yazdığının arkasında durur. Her sıkıştığında ‘yanılmışım, özür dilerim’ demek zorunda kalmaz. Küçüldükçe küçülmez, gazetecilik mesleğinin haysiyetini böyle iki paralık edip alay konusu olmaz.
Dün maaş alamayan gazetecileri patronu adına fedailik görevi üstlenip tabancayla tehdit edenler, gün gelir makbul adam (!) olduklarını zannederler. Şımarırlar, ‘işin başına ben geçiyorum’ havaları bile atmaya başlarlar. Sonra posaları bir tarafa atılır.
Türk basınından böyle nice ‘uyanıklar’ ve nice ‘ben yanılmışımcılar’ geldi geçti.
Çizgisini değiştirmeyenler, yağcılık yapmayanlar, kişiliğinden ve meslek haysiyetinden ödün vermeyenler dimdik ayakta, alınları açık yaşar ve ölür.
Ötekilerin posaları ise arşivlerde, çöp tenekelerinde çürüyüp gider.