Altan bu cumhuriyete ömür biçti
Abone olTaraf yazarı Ahmet Altan'dan sarsıcı tespitler geldi: Bu cumhuriyetin temelleri çatladı!
17 Şubat'ı askerin 27 Nisan'daki muhtırasına benzetti. Mecvut
yargı sisteminin yıkılacağını iddia eden Taraf yazarı Ahmet Altan,
"Cumhuriyet'in "temelleri" yıkılacak. Ve, çağdaş, modern,
demokratik, yeni bir "cumhuriyetin" temelleri atılacak"
ifadesini kullandı.
İşte Altan'ın bugünkü yazısı:
Bu halkın efendilerinin halkı korkutmak ve taraftar toplamak için
yandaşlarıyla birlikte kullandığı en "ürkütücü" cümle "Cumhuriyet
temellerinden sallanıyor" cümlesidir.
Cumhuriyet'in "temellerinin" en doğru temel olduğunu ve asla
sarsılmaması gerektiğini hiç sorgulanmayacak bir "önkabul" olarak
zihnimize nakşederiz böylece.
Bugün, "efendiler" için en korkutucu, halk içinse en sevindirici
gerçek yaşanıyor ve "Cumhuriyet'in temelleri" sarsılıyor.
Sarsılması da gerekiyor.
Çünkü bu cumhuriyet yanlış temeller üzerine bina edildi.
Atatürk, "Cumhuriyet'in" kuruluşunda "tek adam" olmaya karar
verdiğinde bu "tek adamlığa" karşı çıkanların tümü siyaset dışı
bırakıldı.
"Demokratik" tartışmaların yapıldığı, demokrasiyi savunan Hüseyin
Avni Ulaş gibi insanların üyeleri arasında bulunduğu Birinci Meclis
siyaset sahnesinden çıkarıldı.
Cumhuriyet, "tek adam ve tek parti" sistemine göre biçimlendi,
temelleri bu anlayış üzerine atıldı.
"Tek adam" rejimi ancak ordunun desteğiyle mümkündür.
Onun için temelin ortasına "ordu" yerleştirildi.
Yeni cumhuriyet, Atatürk ve ordu çevresinde kuruldu.
Bu yapıyı koruyabilmek için "temel" de "yargı" zırhının içine
alındı.
Bu "temeli", bu "yapıyı" eleştirmek imkânsızdı.
Atatürk, hiçbir sözü "yanlış" olamayacak "ulu önderdi" ve eleştiri
dışıydı.
Bugün bile devlet görevlilerinin her söze "yüce Atatürk'ün dediği
gibi" diyerek başlamaları, o temeli muhafaza edebilmek ve sistemi
tümüyle "eleştiri dışı" bırakabilmek içindir.
Sonra Atatürk vefat etti.
Daha sonra "çok partili" düzene geçtik.
Ama "tek adam ve tek parti" için atılan temel, olduğu gibi muhafaza
edildi.
Atatürk artık yoktu ama onun isminin ardına yerleştirilen ordu ile
yargı "kutsaldı" ve eleştirilemezdi.
Eleştirilmeyen, sorgulanmayan, dokunulmayan ordu ve yargı, toplumun
"efendileri" konumunu sürdürdüler, eleştirilmezlik onlara "hukuk
dışına" rahatça çıkabilme olanağı sağladı.
Kürt savaşıyla birlikte iş iyice çığırından çıktı.
JİTEM gibi örgütler kuruldu, sokaklarda insanlar vuruldu ve yargı
bunların hesabını sormadı, yargıçlarımız açıkça "hukuku değil
devleti savunmak" amacıyla hareket ettiklerini söylediler.
Devlet, o "tek parti" devletiydi.
Aradan geçen onca zamanda aynı rejim, aynı düzen sürdürüldü.
Dünya değişti, Türkiye değişti, nüfus arttı, ticaret arttı,
yeryüzüyle kurulan bağlar arttı, televizyonlar, telefonlar, uçaklar
gelişti ama "Cumhuriyet'in temelleri" hiç değişmedi.
On beş milyonluk baskı altındaki bir köylü toplumuna kabul
ettirilebilecek olan bu "temel", yetmiş milyonluk, sanayileşmiş,
dünyayı keşfetmiş, haklarını fark etmiş bir topluma kabul
ettirilemiyordu.
Bu temeli koruyabilmek için icat edilen "komünistlik gibi, irtica
gibi, bölücülük gibi" mazeretler yavaş yavaş anlamsızlaştı.
Ve toplum, "temel"i patlatan büyük hareketi başlattı.
22 Temmuz seçimleri bu "temel"in yediği en büyük darbeydi ve temel
gerçekten de çatırdadı.
Ordu, halkın iradesine pervasızca müdahale etmiş ve seçimlerde çok
sert bir cevapla karşılaşmıştı.
Ne yazık ki ordunun büyük bir bölümü bu çok açık mesajı görmemekte,
kendi halkıyla inatlaşmakta direndi.
Taraf m da yardımıyla ardı ardına çıkan belgeler, bilgiler, darbe
planları, halka bu "temelin yapısını" daha iyi gösterdi, ordu
sistemin tam "ortasındaki" yerinden geri çekilmek zorunda
kaldı.
Ama eleştiri dışı oldukları dönemde çok suçlar işlenmişti ve
bazıları hâlâ o suçları işlemek için çabalıyordu.
Ordunun içinde bu duruma karşı çıkanlar olduğu gibi yargının içinde
de bu duruma karşı çıkanlar, bu "temelin" Türkiye'nin yeni,
kalabalık ve karmaşık yapısını artık taşımadığını görenler vardı;
onlar "suçlulara" dokunmaya karar verince yargının "temele" sadık
kalan ve onu korumak için çabalayan kanadı harekete geçti.
Bugün "kutsal" yargının karpuz gibi ortasından yarılmasının nedeni
bu.
Yüksek yargının bir bölümü, "orduya dokunulacağını" görünce
"yetkilerine, hukuka, yasaya" pek aldırmadan telaşla harekete
geçti.
Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında telaşa kapılan ordunun verdiği
"27 Nisan" muhtırası ordu için nasıl sonuç verdiyse, telaşa kapılan
yüksek yargının "17 Şubat'ta" yaptığı bu çıkış da aynı sonucu
verecek, yargının açıkça sorgulanmasına ve yerinin yeniden
belirlenmesine yol açacak.
Cumhuriyet'in "temelleri" yıkılacak.
Ve, çağdaş, modern, demokratik, yeni bir "cumhuriyetin" temelleri
atılacak.
27 Nisan'ı unutmadınız, 17 Şubat'ı da hiç unutmayın.
"Cumhurun söz sahibi" olduğu yeni bir cumhuriyetin "başlangıç"
tarihlerinden biri olarak kayıtlara geçecek çünkü.