Adına “Tam Kapanma” denilen ama bir türlü
beceremediğimiz süreç, beraberinde birçok tartışmayı da getirdi.
Caddelerde yaşanan trafik yoğunluğu, tatil beldelerine kaçan ve
rahatlıkla tatillerini yapan insanlar, tam kapanmada statları
dolduran futbol fanatikleri, çalışma izin belgeleri, ticari
faaliyetlerde yaşanan aksamalar, sosyal yardımlar, vs. vs…
Bütün bu yasaklarla ilgili tartışmalar “alkol
yasağı” kadar ses getirmedi.
Alkol yasağının açıklandığı ilk günden itibaren bugüne gelinceye
kadar bu konuda o kadar çok şey söyleyen oldu ki… İlgili ilgisiz
milyonlarca insan tartışmaya katıldı, katılıyor ve öyle görülüyor
ki katılmaya da devam edecek.
Köşe yazılarında dahi konu edenler o kadar ileri gittiler ki
alkolü nerdeyse kutsala dönüştürecekler!
“Kadim milletin asırladır süregelen yaşam
tecrübesinden damıtılmıştır” söylemi ile şişede durduğu gibi
durmayan ve bütün ahlaksızlıkların ve kötülüklerin anası olan
alkole mersiyeler dizmeyi maharet sayacak kadar
düştüler.
Alkolün bireysel ve toplumsal zararlarını burada listeleyecek
değilim tabii ki. Ama günümüz şartları refleksi ile meseleye kısaca
yaklaşacak olursak, kadına şiddetin, arsızlığın,
bereketsizliğin, aile arasında iletişim ve sevgi kopukluğunun,
çocuk ihmalkarlığının, vb. bir sürü vakıanın oluşmasındaki nerdeyse
ana nedenin alkol olduğunu zikretmemiz ile iktifa etmiş
olalım.
Gerisini siz ekleyin…
Alkol yasağının gereksiz olduğunu savunanlar işi o kadar
ileri götürdüler ki yasağı getirenleri Allah’a havale (!) bile
ettiler.
Adamlar seküler yaşam tarzlarına sahip çıkmada o kadar mahirler
ki bu gidişle alkol yasağını bile kaldırırlar gibime geliyor.
Nitekim bir ara alkol yasağının kaldırıldığına dair haberler
yayıldı ama hemen ardından yasağın devam ettiği belirtildi ilgili
makamlarca.
Buradaki derdim alkol yasağının kalkması veya kalkmaması değil.
Burada dikkat çekmek istediğim nokta seküler yaşam tarzına sahip
insanların hayat şekillerine yapılan bir müdahaleye verdikleri
tepki.
Öylesine canhıraşane mücadele ediyorlar ki insanın tebrik edesi
geliyor…
Tam da bu noktada hayıflanmaktan da geri kalamıyorum ama.
Seküler kesimin vermiş olduğu mücadeleyi biz muhafazakâr
ya da İslamcı kesim niçin vermiyoruz/veremiyoruz!
Malumunuz teravih namazlarını camilerde cemaatle kılmak da
yasak!
Teravih namazı Ramazan ayının ruhunu yansıtan bir ibadet.
Teravihsiz Ramazan günlerimiz adeta bir yetim hüznü
içerisinde geçiyor.
Peki biz muhafazakâr ve İslamcı kesim teravih namazlarının
camilerde cemaatle kılınmasının yasaklanması karşısında ne
yaptık?
Hiç…
Evet, kocaman bir hiç…
Ne fert olarak ne de kurumsal olarak bu yasağın karşısında olan
bir ses çıkmadı maalesef muhafazakâr ve İslamcı camiadan.
Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığının bu konudaki
sessizliği ise çok acı.
Amacı dini ve dinin ruhunu korumak olan bir kurum bu yasak
karşısında hiç mi sesini çıkarmaz/çıkaramaz yahu…
Büyük bir teslimiyet içerisinde hemen kabul ettik bu yasağı…
Seküler kesimin alkole sahip çıkması kadar sahip
çıkmadık teravihimize…
Aslında bu sadece bizim ülkemizdeki Müslümanların bir sorunu
değil.
Ümmetin bir sorunu…
Güç karşısında hemen boyun eğip teslim oluyoruz.
Haklı da olsak sesimizi çıkarmıyoruz/çıkaramıyoruz!
Onun sonrası da elbette ki zillet…
İsrail’e Filistinlilere yaptığı zulmün
cesaretini veren de biziz…
Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı mezalimine
izin veren de biziz…
Amerika’nın kendisinden binlerce kilometre uzaktaki
topraklarda kan dökmesine müsaade eden de biziz…
Daha doğrusu Müslümanların güç karşısındaki suskunluğu,
ezikliği, başını eğmesi…
Biz daha böyle sesimizi çıkarmadığımız sürece ensemize
şaplak atan çok olur.
Gelen de vurur, giden de vurur…
Yazık ediyoruz kendimize…