Alkollü içkilerin reklamını, kullanımını ve satışını
kısıtlayan yasa dün gece Meclis’te kabul edildi.
Geçen gün de, 1993’ten önce projelendirilen ve ihale
aşamasına gelen devlet yatırımlarında (Üçüncü köprü, nükleer
santraller, barajlar dahil olmak üzere) ÇED, yani
Çevresel Etki Değerlendirmesi raporu şartı
kaldırıldı.
Bu haftanın gündemleri arasından seçtiklerim
bunlar.
İki olayda da Türkiye gerçekliğinin karakteristiğine
ilişkin yansımaları görmek mümkün.
Nedir bu karakteristik:
“Tutarsızlık”.
* * *
Alkol yasasından başlayalım.
Sigaradan sonra, alkolün de kısıtlandırılması
“sağlık” gerekçesiyle savunuluyor.
Destekleyici mahiyette verilen örnekler, Kuzey Avrupa
ülkeleri gibi alkolün aşırı kullanımından kaynaklı sosyal
sorunların yaşandığı yerlerden.
Keşke son alkol kısıtlamasında olduğu gibi,
demokrasi, sosyal devlet, insan hakları gibi alanlarda da Kuzey
Avrupa ülkelerini bu şekilde örnek alsak ve uygulasak,
işin bu kısmı zaten ayrı fasıl…
Söylemek gerekir ki, Türkiye’de alkol kullanımı ve bu
kullanımdan kaynaklı sorunlar, istatistiksel anlamda bu ülkelerdeki
kadar yoğun değil.
O yüzden böyle bir yasa çıkarmanın ardında salt
sağlık nedenlerinin olmadığı, hükümet üyelerinin ve Başbakanın
İslami dünya görüşünden kaynaklı bir girişim olduğu iddia
edilebilir.
Fakat belki ileride bu ülkelerdeki alkolizm
yüzdelerine ulaşmamak için “pre-emptive strike”
-önleyici savaş doktrini- tarzı bir önlem olarak bu yasanın
çıkarıldığı söylenebilir.
Ya da istatistiklerin genelleştirmeci illüzyonuna
aldırmadan, bir tek kişi bile aşırı kullanımdan ötürü zarar
görüyorsa –içen kişi değil, içen kişinin yol açtığı olaylar
yüzünden- tedbir almak yerindedir de denilebilir.
İçtiği alkol yüzünden sarhoş olan bir adamın
tecavüzüne uğrayan bir kadına, ya da sarhoş bir sürücünün
arabasının altında can veren bir çocuğun ailesine istediğiniz kadar
Türkiye’de alkol kullanımından kaynaklı işlenen suçların
düşüklüğüne dair istatistikleri gösterin, hiçbir şey fark
etmeyecektir hayatları darbe alan bu insanlar nezdinde.
* * *
Yine de, sağlığa bu kadar önem veriliyorsa,
tutarsızlık olmaması adına atılması gereken başka adımlar da yok
mu?
Örneğin kolalı içecekler ve abur cuburlar. Bu
ürünlerin reklamında ve kullanımında da benzer yasal tedbirler
alınmalı değil mi?
Süpermarketlerin rafları, obezite
istatistiklerini artıracak özellikte nice “kitle imha silahları”
ile dolu.
Çocukların erişimine de açık olan ve satın
alınmasında yaş sınırı bulunmayan bu ürünler, ülkemizin geleceği
adına büyük bir risk taşımıyor mu?
Ya da GDO’lu ürünler. Alkolün sağlığa verdiği
zarar bir gerçek ise, GDO’lu yani genetiği değiştirilmiş tarım
ürünlerinin zararları da gerçek değil mi? Sadece bir nesli
değil, birkaç nesli birden etkileyecek derecede bir “Gıda
Çernobil’i” üstelik…
Hükümetimiz sağlığımıza çok önem veriyor, peki neden
güneş ve rüzgâr gibi temiz enerjilere değil de nükleer santrallere
yöneliyor?
Nükleer santraller sağlığa zararlı değil
mi?
Üstelik geçtiğimiz gün bir gece yarısı operasyonuyla
ÇED (çevresel etki değerlendirmesi) muafiyeti de getirildi böylesi
devlet yatırımlarına.
Yani, çevreye, dolayısıyla sağlığımıza birinci
derecede zararlı kalkınma projelerinin önünde bir engel kalmamış
oldu.
O yüzden, alkol kısıtlamasının gerekçesini “sağlık”
olarak sunmayı bir tutarsızlık olarak görüyorum.
Fakat ne var ki, tutarsızlık bu ülkenin müzmin bir
karakteristiği…
Efkarlandım bunları düşününce, saat kaç acaba?