Ali Can Sekmeç Frankfurt'taki Türk rüzgarını yazdı
Abone olİşte Ali Can Sekmeç'in kaleminden, 3. Frankfurt Türk Tiyatro Festivali Notları...
İNTERNET HABER - ÖZEL İÇERİK
Ali Can Sekmeç,Frankfurt'ta geçenlerde düzenlenen 3. Frankfurt Türk Tiyatro Festivali'ni takip etti, ardından İnternet Haber için gözlemlerini kaleme aldı.
İşte Ali Can Sekmeç'in kaleminden, 3. Frankfurt Türk Tiyatro Festivali Notları:
"Ben Tiyatro Frankfurt ile ilk kez 19 Mart 2016 günü tanıştım. Frankfurt’ta Türkçe tiyatro yapmak için çabalayan, bir avuç tiyatro gönüllüsünün, eskilerin deyimiyle gurbet ellerde sanat için çarpan kalpleriyle tanışmak bana büyük bir keyif vermişti doğrusu...
Ben amatörce bir şeyler sergilenecek düşüncesiyle seyirciler
arasındaki yerimi alırken, karşımda gayet profesyonelce
kurgulanmış, tiyatro adına yapılan her türlü eylemi kolay
beğenmemem konusunda sürekli eleştirilen beni dahi etkileyen
oyunculuklarıyla, ilginç bir tiyatro sunumu bulmuştum.
Gaziantep’te yaşayan Vedat Diri’nin kaleme aldığı ve Ayla Algan’ın sanat yönetmenliğini üstlendiği “Fanus” adlı bu oyunu Kamil Kellecioğlu yönetmişti.
Kamil Kellecioğlu, Türkiye-Almanya arasında bir tiyatro kültürü
köprüsü kurmayı hedeflemiş, ömrünü tiyatroya adamış bir gurbetçi...
“Frankfurt’un Türkçe Konuşan Tiyatrosu”
sloganıyla, etrafına topladığı tiyatroya gönül vermiş
arkadaşlarıyla, 14 yıl boyunca oyunlar sahnelemiş, perdeler açmış,
perdeler kapamış, alkışlar toplamıştı. Sevgili Kamil, bu 14 yıllık
emeğini, son 2 yıldır “Türkisches Theater Festival
Frankfurt/Frankfurt Türk Tiyatro Festivali” adı altında
düzenlediği festivalle taçlandırdı. İki yıldır Türkiye’den tiyatro
gruplarıyla Frankfurtluları buluşturmayı başaran Kamil Kellecioğlu,
bu yıl üçüncüsünü 25-30 Mayıs 2016 tarihleri arasında
düzenledi.
T.C. Frankfurt Başkonsolosluğu ve Frankfurt Belediye Başkanlığı tarafından himaye edilen, Tiyatro Frankfurt’un düzenlendiği 3. Türkisches Theater Festival Frankfurt’un davetlisi olarak bendeniz Alican Sekmeç, gazeteci arkadaşlarım Sayım Çınar ve Murat Tolga Şen ile birlikte Atatürk havaalanından sabah uçağıyla Frankfurt’a hareket ettik.
Frankfurt’a indiğimizde, düşündüm de ben bu şehre 11 yılda tam 13 kez gelmiştim. Sanki Avrupa’da değil de Türkiye’de her hangi bir şehre gelmiş gibiydim. Şunu belirtmeliyim ki uçsuz bucaksız Frankfurt havaalanı beni hep ürkütmüştür. Buraya, yıllardır baş danışmanı olduğum Frankfurt Türk Film Festivali nedeniyle çok sık gelmiştim ama, Almanların katı kuralları sanki bana göre değildi. Ayrıca her gelişimde karşılaştığım bitmek tükenmek bilmeyen inşaatlar, Avrupa’nın en büyüğü olmakla övünen bu havalananına hiç yakışmıyordu.
Bizleri festival yöneticileri Kamil Kellecioğlu ve Sunay Çalışkan karşıladı. Gülen yüzlerindeki heyecanları görülmeye değerdi. Bizimle aynı uçakta, festivalde sahnelenecek oyunlarda görevli bir kısım oyuncunun varlığını da havaalanındaki karşılamada fark ettik. Hep birlikte Raunheim’deki otelimize hareket ettik.
Raunheim, Frankfurt ile Rüsselsheim arasındaki küçük bir yerleşim birimiydi. Açıkçası bu kadar yıl bir çok tiyatro oyunu izlemiş, bir çok festivale katılmış olmama rağmen bende heyecanlanmıştım. Otelde bir kaç zamandır görüşmediğim, faal televizyon programcılığı günlerimden tanıdığım Nur Onur ile karşılaşmakta bana ayrı bir keyif vermişti. Sevgili Nur ile Film Festivali’nde de yan yana görev yapmıştık. Fakat çiçeği burnunda bir anne olmasından dolayı bir süredir görüşemiyorduk. Nur Onur, Türkisches Theater Festival Frankfurt’un İstanbul Koordinatörlüğü görevini üstlenmişti. Bence Nur, tüm zarifliğiyle festival boyunca bu görevini hakkıyla yerine getirdi doğrusu...
Festivalin bu ilk günü için programda yalnızca bir panel gözüküyordu. Avrupa’da Türkçe tiyatro yapmak üzerine konulu bu panel, Kleyer str. üzerindeki Gallus Theater Frankfurt’aydı. Buraya daha önce gelmiştim. Kamil Kellecioğlu, beni ve gazeteci arkadaşlarımı taşımak üzere bir otomobil tahsis etmişti. Şoförümüz Şengül Gürbüz, festivalde gönüllü görev almış, güler yüzlü, samimi duygular içinde Egeli bir gurbetçiydi. Sağ olsun festival boyunca bizleri hiç yalnız bırakmadı.
Gallus Theater’ın kapısından içeri girdiğimizde kalabalık bir seyirci topluluğuyla karşılaştık. Frankfurt Türk toplumunun seçkin insanları bir araya gelmişlerdi. Bir çoğu da, bana ismimle hitap edebilecek kadar tanıdıktı... Onlarla Film Festivali nedeniyle tanımıştım... Sanki bir yakınlarıymışım gibi çok samimiydiler bana karşı... Panel sırasında tiyatro salonu tamamen doluydu. Çokta alışık olmadığımız bir durumdu bu aslında... Sıkıcı uzun konuşmalar bir süre sonra izleyeni bunaltırdı genellikle... Fakat sahneye kurulan platformda kimler yoktu ki...
Haldun Dormen ve Tamer Levent (ki her ikisi de Festivalin onursal başkanlarıydı), Hakan Boyav, Hayal Perdesi Tiyatrosu’ndan Reha Özcan ve Selin İşcan, Ankara ve İstanbul Devlet Tiyatroları müdürleri, Devlet Tiyatroları Sanat Yönetmeni Hakan Dündar, Kamil Kellecioğlu, Nur Onur ve Mainz’da yaşayan usta tiyatro oyuncusu Erden Alkan...
Türkiye’den devlet tiyatroları adeta çıkarma yapmıştı Frankfurt’a... Yapılan konuşmalar boyunca Frankfurt’ta Türkçe tiyatro yaparken yaşanan sıkıntılar ve bu festivalin desteklenmesi konusundaki temenniler sıralandı. Selin İşcan ve Reha Özcan festival kapsamında sergileyecekleri “İmparatorluk Kuranlar yahut Şümürz” adlı oyunları hakkında bilgiler verdiler. Oyunun İngiltere başta olmak üzere bir kaç Avrupa ülkesinde sahnelenmiş olduğunu öğrendik. Ayrıca oyun İtalya’da sonuçları Haziran ayı içinde belli olacak bir tiyatro yarışmasında yer almış. Yolları açık olsun... Seyirciler yer yer uzayan bu paneli hiç sıkılmadan sonuna kadar takip etti. Karşılıklı soru cevaplarda salondaki gurbetçi seyircinin tiyatroyla ne kadar iç içe olduklarını gördük. Hatta seyirciler arasında Hollanda’dan gelen gurbetçi tiyatrocuların varlığı da bizleri şaşırttı. Bütün konuşmalar tiyatro sanatının ne kadar önemli olduğunu, insanları bir arada tutabilen, kaynaştıran, yakınlaştıran bir sanat olduğunu bir kez daha gösterdi bizlere... Gurbet ellerde “yaşasın tiyatro” demekten kendimizi alamadık...
BİR BORİS VİAN KLASİĞİ:
“İMPARATORLUK KURANLAR YAHUT ŞÜMÜRZ”
Festivalin açılış oyunu Fransız yazınının usta ismi Boris Vian’ın kaleminden çıkan ve İstanbul’da da büyük ilgi gören “İmparatorluk Kuranlar Yahut Şümürz” dü. (Die Reichsgründer Oder Das Schmürz) Oyun için yine Gallus Theater Frankfurt’a geldik. Öncesinde festivalin açılışı da yapılacaktı. Salon yine doluydu.
Kamil Kellecioğlu, açılış konuşmasının ardından Gallus Theater’ın yöneticisi Winfried Becker’a bir teşekkür şilti verdi. Winfried Becker’ın yaptığı ve Türkçe’ye de çevrilen konuşması bizleri biraz rahatsız etti. Kendisinin bir Alman olduğunu ve bundan gurur duyduğunu söyleyerek başladığı konuşmasına, tiyatrosunun geçmişini anlatarak devam etti. İran rejiminden kaçıp Almanya’ya gelen İranlıların Alman toplumuyla çabuk kaynaştığını, çünkü her birinin eğitimli insanlar olduğunu söyleyen Winfried Becker, Türklerin ise kırsal kesimden eğitimsiz olarak geldiklerini ve Alman toplumuyla kaynaşamadıklarını belirtti.
Burada bizlere düşen söz hakkını kullanmakta fayda görüyorum. Eğitimli İranlılar denilen grup 1979-80 döneminde Humeyni rejiminden canını kurtarmak için kaçan çoğunluğu Bahai inancına mensup insanlardır. Bu inanç bugün dahi İran’da yasaktır. Kırsal kesimden gelen diye belirtilen Türkler, öncelikle İranlılardan tam 20 yıl önce bu ülkeye geldiler. Üstelik hiç biri de inançları yüzünden canını kurtarmak için gelmediler. Türkler çalışarak Almanya’ya yardım ettiler. Türklerin 55 yılda geldikleri yer neden siz Almanları rahatsız ediyor? Neden onların Türkçe tiyatro yapması sizi şaşırtıyor Winfried Becker?
Becker’ın soğuk duş etkisi yapan konuşmasının ardından, mikrofona az önce bahsettiği İranlılardan biri olan Nergis Eskandari geldi. Kendisi Frankfurt’ta yabancılar uyum sorumlusu olarak görev yapıyormuş. Onun konuşması daha yapıcı ve tepeden bakmayan bir üslup taşıyordu. Belki de geldiği ülkenin Türklerle olan bağlantısı ona böyle bir üslup takınmaya sevk ediyordu. Eskandari konuşmasının bir yerinde yaşadığı bir tecrübeyi aktardı ki bu bence Becker’a bir cevap niteliğindeydi. Eskandari, Almanya’da yaşayan Türklerin misafir olarak kabul edildiği üzerine bir Türk ile sohbet ederken şöyle bir cevap almış; “Bizde misafir çalıştırılmaz”... Eskandari’nin konuşmasının ardından sahneye gelen Frankfurt konsolosu sevgili şair dostum Özkan Durmaz, her iki konuşmayı da toparlayan az tepkili çok alkışlı bir konuşmayla bu faslı sona erdirdi.
Bir Boris Vian klasiği olan “İmparatorluk Kuranlar yahut
Şümürz” Selin İşcan’ın kurduğu Hayal Perdesi oyuncuları
tarafından ve Aleksandr Popovski rejisiyle ilk kez İstanbul
seyircisiyle buluşmuştu.
Reha Özcan, Ayşe Lebriz Berkem, Selin İşcan, Tuba Karabey, Selin Tekman ve Nihat Alptekin’den oluşan kadrosuyla bizlerin İstanbul’da görme fırsatı bulamadığımız bu oyunu ilk kez izliyorduk. Bu oyun, Boris Vian’ın 1957’de kaleme aldığı son oyundu ve dünya sahnelerinde en çok sahnelenen oyunu olarak biliniyordu. Oyunda burjuva değerlere sert bir eleştiri vardı. Duydukları ve tehdit olarak gördükleri bir ses sebebiyle sürekli olarak yaşadıkları dairenin bir üst katına taşınan baba, anne, kız ve hizmetçiden oluşan dört kişilik bir aile çerçevesinde burjuvazinin çıkmazları anlatılıyordu. Sahneler ilerledikçe çıkılan daireler küçülüyor, ailenin fertleri tek tek eksiliyor, sonunda baba tek başına kalıyor ve yalnızlığıyla birlikte yok oluyordu.
Oyunda sadece biz seyircilerin ve ailenin kızın gördüğü Şümürz
ise başlı başına bir semboldü aslında. Oyun boyunca itiliyor,
kakılıyor. Her türlü işkence yapılıyor ve görmezden geliniyordu.
Bir çeşit boşluktaki sessizlik gibiydi. Oyun boyunca hiç konuşmadan
Şümürz’ü canlandıran Selin İşcan iyi bir iş çıkarmıştı. Oyunun
dekorları oldukça sadeydi. Kostümler ise gündelik hayatın içinden
seçilmişti. Sahne tasarımı, her çıkılan dairenin sınırlarının
küçülmesini verebilmesi açısından daha önce hiç rastlamadığım bir
sistemle kurgulanmıştı. Koli bandı ve tavandan asılan demir
çubuklar aracılığıyla daire sınırları çiziliyordu. Sahne ortasında
duran metal merdiven yükseldikçe küçülen ve daralan bir hayatı
simgeliyordu. Ayrıca sahne aralarında dinletilen Barış Manisalı’nın
müzik seçimleri de gayet başarılıydı. Bir buçuk saatin sonunda
Frankfurtlu seyirciler Hayal Perdesi ekibinin performanslarını
dakikalarca alkışladılar. Seyirciler arasında yer alan duayen
tiyatro adamı Haldun Dormen sahneye gelerek ekibi gönülden
kutladı.
MARKO PAŞA
27 Mayıs sabahı yağmurlu bir güne uyandık Frankfurt’ta... Sevgili mihmandarımız Şengül Gürbüz yine bizi gezdirdi. Mainz görmek istediğim şehirlerden biriydi ve bulunduğumuz Raunheim’a yakındı. Main nehri üzerindeki bu şirin Alman şehrinde geçirdiğimiz güzel dakikaların ardından yeniden tiyatroya döndük. Bu akşam ki oyun ve daha sonraki oyunlar artık Theater Rüsselsheim’da sergilenecekti. Main üzerinde Frankfurt’a çok yakın olan bu küçük ve kendi halinde şehir oldukça güzeldi. Theater Rüsselsheim, bildiğimiz bir şehir tiyatrosuydu. Seyirci kapasitesi daha büyüktü. Arkadaşlarımla salona geldiğimde içerisinin full dolu oluşu beni yine şaşırttı. Gurbetçilerimizin tiyatroya göstermiş olduğu özlem dolu ilgi göz yaşartacak derecedeydi.
Festivalin ikinci oyunu olan “Marko Paşa” müzikal bir oyundu. 1980’li yılların ortasında rahmetli Nejat Uygur’dan izlemiştim. O yıllarda yapılan video kaydı kaset olarak piyasaya çıkmış ve çok beğenilmişti. Oyun Almanca bir eserden rahmetli Nejat Uygur üstad tarafından geleneksel Türk Tiyatrosu kalıplarına uygun adapte edilmiş... Babalarından devraldıkları tiyatro mirasıyla hareket eden Behzat ve Süheyl Uygur kardeşler, artık klasik bir oyun olan “Marko Paşa”yı farklı bir yorumla sahneye koyarken, şarkılarla da süsleyerek bir müzikale dönüştürmüşler. Uğur Babürhan’ın sahneye koyduğu oyunda Süheyl ve Behzat Uygur, Nejla Uygur, Şahnaz Çakıralp, Uğur Babürhan, Leyla Yüngül, Önder Keskin, Burcu Afşin ve Ömer Yılmaz rolleri paylaşmışlar. Oyun sert ve baskın karakterli Marko Paşa’nın aynı konakta birlikte yaşadığı karısı, damadı, kızları, oğlu ve damadının arkadaşı arasında yaşanan olaylar üzerine kuruluydu.
Uygur Tiyatrosu İstanbul’dan dekorlarını getirmemişler... Bu
nedenle de kısa zamanda oradan buradan derlenmiş, 1920’li yıllarda
İstanbul’da bir konakta geçen oyunun dönemsel içeriğine hiç te
uymayan dekorlarla seyirci karşısına çıktılar. Buna rağmen oyunun
içindeki komik aksiyonlar, çeşitli danslarla süslenmiş şarkılar
Frankfurtlu seyirciyi mest etti diyebilirim. Filmlerden tanıdığımız
Şahnaz Çakıralp’i ilk kez tiyatro sahnesinde görmek te ayrı bir
hoşluktu doğrusu. Oyunun en komik tiplemesi ise Seyfettin/ Arap
hizmetçi rollerinde yer alan Ömer Yılmaz’dı. Ayrıca Nejla Uygur’da
oğullarını sahnede yalnız bırakmamıştı.
NEİL SİMON’DAN “İKİNCİ BÖLÜM”
Daha önce de belirtmiştim, Ankara ve İstanbul devlet tiyatroları bu yıl 3. Türkisches Theater Festival Frankfurt’a adeta çıkarma yapmışlar. Bu akşam onların oyunlarındaydı sıra... 28 Mayıs günü bu kez sevgili mihmandarımız ile birlikte Rüsselsheim’a geldik. Main nehri kıyısında dolaştık. Gazeteci arkadaşlarım ve ben bol bol fotoğraflar çekerek günü unutulmaz kıldık diyebilirim. Rüsselsheim Türklerin yoğun olduğu bir şehir. Ardından yeri gelmişken belirtmek isterim festival kapsamında yiyecek sponsoru olan ve bizleri güler yüzle ve Almanlara uygun büyük porsiyonlarla her öğlen ağırlayan Rüsselsheim Virchowstr.’deki Kısmet Restaurant Cafe-Backerei’nin sahibi Sabri Bostan’a da teşekkür etmek isterim.
Festival’in üçüncü oyunu “İkinci Bölüm” (Zweiter Teil) İstanbul
Devlet Tiyatrosu’nun sunumu ve Hidayet Erdinç’in sahne
uyarlamasıyla izleyiciyle buluştu. Amerikalı ünlü senaryo ve oyun
yazarı Neil Simon’ın aynı adlı eserinden uyarlanan oyun gerçek
dekorlarda Frankfurt seyircisine sunuldu. Modern dönemin önemli
oyun yazarlarından biri olarak kabul edilen Neil Simon için
“çağının Moliere”i denilmekteydi. 1977’de kaleme aldığı “İkinci
Bölüm”, dört evlilik yapmış Neil Simon’un ikinci evliliğini yaptığı
Marsha Mason’la yaşadıklarından yola çıkarak yazılmış gerçek bir
hikayeydi aslında...
“İkinci Bölüm” de New York’ta yaşayan ve eşini yeni kaybetmiş bir
yazar olan George Schneider ile yeni boşanmış bir kadın olan Jennie
Mason, genç arkadaşları Leo Schneider ve Faye Medvick tarafından
tanıştırılırlar. İkili arasında telefon sohbetiyle kısa zamanda bir
ilişki başlar. Bu arada kötü giden evliliğini bitirmek isteyen
Leo’da Faye’e aşık olunca işler karışır. Neil Simon iki farklı
kuşağı, iki farklı birliktelik anlayışını gayet eğlenceli olarak
seyirciye sunuyordu. Oyun özetle “Mutlu bir evlilik mümkün mü?”
sorusuna Amerikanca bir cevap arıyordu. Şahin Çelik, Ayşen İnci, M.
Lebib Gökhan ve Veda Yurtsever İpek’ten oluşan güçlü kadrosuyla
sahnede adeta devleşen “İkinci Bölüm” seyirciden hak ettiği alkışı
almakta da gecikmeyecekti.
“İkinci Bölüm” ün etkileyici bir diğer tarafı da dekoruydu. Bence “İmparatorluk Kuranlar Yahut Şümürz” den sonra festivalin en iyi ikinci dekoru bu oyundaydı. Ethem Özbora’nın hazırladığı dekor sade ve tam anlamıyla işlevseldi. George ile Jennie’nin salonları yan yana ve uyumlu bir şekilde kurgulanmıştı. İki farklı ev olmasına rağmen araya her hangi bir duvar koyarak bir görüntü kirliliğine zekice engel olunmuş, iki farklı evi seyircinin zihninde sanal bir duvarla ayırmayı başarmıştı. Kendisini buradan kutlamak istiyorum.
BOZKIR’IN TEZENESİNE BİR AĞIT: “NEŞE’DERT’AŞK”
29 Mayıs Pazar, 3. Türkisches Theater Festival Frankfurt’un son günüydü. Bu akşam festival kapanıyordu. Bugün sabah kahvaltıyı Frankfurt’ta yapacaktık. Konsolos dostumuz Özkan Durmaz, bizleri Main nehri üzerinde bir Türk’ün işlettiği Meral tekne restaurant’ta ağırlayacaktı. Burayı biliyordum. Daha önce film festivali döneminde de bir kaç kez gelmiştim. Oldukça keyifli, Türk ve Alman müşterilerin Türk usulü kahvaltıya geldikleri şirin bir tekneydi. Kendinizi Frankfurt’un ortasında İstanbul’da gibi sanırdınız. Sayım Çınar, Murat Tolga Şen ve ben erken gelmiştik tekneye. Bir süre sonra Özkan’da bize katıldı. Hemen ardından da festival yöneticisi Kamil Kellecioğlu, “İkinci Bölüm” oyun ekibiyle bize katıldı. Keyifli bir kahvaltının ardından Özkan’dan gelen bir teklif hepimizden hemen onay aldı. Özkan bizlere Frankfurt’a çok yakın, ortaçağ döneminden kalma evleriyle ünlü Seligenstadt şehrine gitmeyi önermişti. Bizler araçlarımıza binerek hareket ettik. 25 dakika sonra Seligenstadt’ta gelmiştik. Burası gerçekten de anlatıldığı kadar vardı. Burada muhteşem bir gün ve gezi geçirdik diyebilirim. Normal şartlarda bizlerin öyle pek te aklına gelebilecek bir yer değildi burası. Bunu da Mainz ve Rüsselsheim’ın ardından seyahat defterimizin kar hanesine yazarak Frankfurt’a döndük.
Frankfurt bu kadar geliş gidişten sonra bende bir alışkanlık haline
gelmişti. Sokaklarını, caddelerini, dükkanlarını sanki ezbere
biliyordum. Zaten bu şehre geldiğimde buralı falan gibi
oluveriyordum. Garip ama My Zeil’de yürürken İstiklal Caddesi’nde
gibi hissediyordum kendimi... Sayım’ın değişmez tutkusu
“Latte”lerimizi içtikten sonra Theater Rüsselsheim’a doğru yola
çıktık. Bu akşam Ankara Devlet Tiyatrosu ekibinden ilginç bir oyun
izleyecektik. Bozkırın Tezenesi olarak adlandırılan her zaman
keyifle dinlediğim rahmetli Neşet Ertaş’ın yaşam öyküsü sahneye,
önümüze getirilecekti. Salona geldiğimizde sevgili Kamil
Kellecioğlu ve ekibinde büyük bir telaş vardı. Kolay değildi
günlerdir dolu salonlarda seyirciyle buluşmak... Seyircisi Tiyatro
Frankfurt’u yalnız bırakmamıştı...
Keyifle salonda bize ayrılan yerlere geçerken, üçümüzde karşımıza nasıl bir sunumun çıkacağını merak ediyorduk. “Neşe’Dert’Aşk”, (Fröhlichkeit, Kummer Und Liebe) rahmetli Neşet Ertaş üstadın ailesi ve değerli dostum Kalan Müzik sahibi Hasan Saltık’ın katkılarıyla Şirin Aktemur Toprak tarafından kaleme alınmış bir oyundu. Aslında oyundan çok bir müzikli gösteriydi. Gerek yazar Şirin Aktemur Toprak ve gerekse yönetmen Umut Toprak biyografik ayrıntılara boğulmadan Neşet Ertaş’ın hayatının en özel dönemlerini sade ve naif bir dille seyirciye sunuyordu. Metin, Ertaş’ın çocukluğundan vefatına kadar hayatının dönüm noktalarını ve aşk ile hayata nasıl tutunduğunu, bozkırlarda nasıl parladığını anlatıyordu. Oyun boyunca Mert Kılıç, “Aşk”ta güzel sesi ile eşik ediyor, “Neşe” ve “Dert” te ise Alpay Ulusoy ve Sinem Şahin...
“Neşe’Dert’Aşk” ta dekor, ışık ve kostüm konusu en başta hoşuma gitmemişti. Perde açıldığında karşımızda bom boş bir sahne vardı. Oyunun dekoru yoktu. Çeşitli küp şeklinde kutucuklar üzerinde sinevizyon görüntüleri akıyordu. Alpay Ulusoy’un diyalogları bir an karşımızda Neşet Ertaş varmışçasına bir his içine sokuyordu seyirciyi. Kırşehir ağızıyla yaptığı konuşmalar hiç teklemeden akıp gidiyordu. Araya türküler serpiştirilmişti... “Bahçe duvarından aştım”, “Ah yalan dünyada, yalan dünyada/Yalandan yüzüme gülen dünyada”, “Evvelim sen oldun, ahirim sensin”, “Tatlı dillim, güler yüzlüm ey ceylan gözlüm/Gönlüm hep seni arıyor/Neredesin sen”, “Zengin isen ya bey derler ya paşa/Fukara isen ya abdal derler ya çingen haşa” gibi daha nice Neşet Ertaş mısraları kulaklarımızın pasını siliyordu. Neşet Ertaş’ın hayatının orta yerinde dolanırken artık aklımda dekor, ışık ve kostüm yoktu. Olmasa da olurdu... “Neşe’Dert’Aşk”taki içerik, kullanılan dil, ifadeler, mesajlar ve felsefe o kadar güzel sunuluyordu ki hani bu sunum bir fabrika deposunda, silik lambalar altında dahi yapılsa seyircide karşılığını bulacaktı. Nitekim’de öyle oldu. Gösteri boyunca çalınan söylenen bütün türkülere Frankfurt seyircisi canı gönülden eşlik etti. Nede olsa gurbetin acısını uzun yıllar yaşamış olan Neşet Ertaş’ta onlardan biriydi. Ömrünün önemli bir bölümünü Almanya’da geçirmişti Neşet Ertaş. Ekmeğinin peşinden sürüklenmişti gurbet ellere... Frankfurt seyircisi ona olan sevgisini vefasını bir kez daha göstermişti gözlerimizin önünde...
Festivalin yöneticisi Kamil Kellecioğlu ve başta Sunay Çalışkan
olmak üzere tüm ekip arkadaşları oldukça güç bir işi, büyük bir
özveri ile başardılar bizce. Türkiye’den tiyatro kurumlarını
toparlayıp festivale gelmeleri için ikna etmek, ardından kamyonlar
dolusu dekor ve kostümü Frankfurt’a ulaştırmak kolay elde edilecek
uğraşlar olmasa gerek.
Sevgili Kamil Kellecioğlu İstanbul’da Beyoğlu Küçük Sahne’deki basın toplantısında ne söylediyse festivalinde bunları gerçekleştirdi ve haklı bir gurur yaşadı. Kendisini buradan kutlamak istiyorum. Bir diğer kutlamak istediğim şey ise Tiyatro Frankfurt’u destekleyen seyircileri...
Onların gözündeki “siz yine gelin” ya da “siz hep gelin” bakışları Kamil Kellecioğlu ve arkadaşlarının ne kadar önemli bir işi başardıklarını göstermekte... Gerçekten Türkçe Frankfurt’a yakışıyor. Dileğimiz Kamil Kellecioğlu’nun bu festivali daha uzun yıllar sürdürmesi ve en önemlisi Tiyatro Frankfurt’un, kapsında “Frankfurt Türkisches Theater” yazan bir tiyatro binasına sahip olabilmesi...