Ali Atıf Bir'den iddialara cevap
Abone olBanvit'in sitesinde yazı yazdığı için Köy-Tür'ü karalamakla suçlanan gazeteci Ali Atıf Bir, iddialara cevap verdi..
Ne yaptın ‘Hocam’ ya! (*) AYKUT Işıklar şu anda Tercüman'da
(Ilıcaklarınki) yazıyor. Geçen hafta kaleme aldığı ‘‘Daha büyük bir
ceza olabilir mi?’’ başlıklı yazısı çok hoşuma gitti. Günün anlam
ve önemini çok iyi anlattığı için burada bu yazıdan söz etmezsem
çatlarım. Işıklar, kendisine zarar verenlere nasıl beddua etmesi
gerektiğini bulmuş. Yazı da bu beddular üzerine.. ‘‘Allah seni
başbakan yapsın, inşallah günün birinde İstanbul'a Emniyet Müdürü
olursun, Allah seni Fenerbahçe teknik direktörü ya da başkanı
yapsın’’ bu beddulardan bazıları. Bunlar Işıklar'ın biraz az
kızdıklarına uygun gördüğü beddualar. Eğer kafası çok bozulur ve
intikam arzularıyla tutuşursa bulduğu beddua ise şu: ‘‘Hürriyet'in
genel yayın müdürü ol, sabahlara dek uyuyama, binlerce düşmanın
olsun!’’ Işıklar, bu bedduanın nedenini de şöyle açıklıyor: ‘‘Nasıl
olsa her gün birisi mutlaka sinirini bozacaktır. Hiçbir zaman
anlaşılmayacaksın. Kimseye yaranamayacaksın. Siyaha siyah dersin
beyaz diyenleri kızdırırsın. Hatta belki ‘gri de olabilir' derler.
Şu partinin başkanını manşete çıkarırsın, diğerleri saniyede seni
satılmış ilen eder. Galatasaray iyi dersen, Beşiktaş ve
Fenerbahçeliler anana babana küfreder. Kısaca hangi haberi , yorumu
veye fotoğrafı koyarsan koy, bu işi senden daha iyi bilen ve seni
eleştiren çıkar. Aslında buna kıskançlık krizleri de diyebiliriz.’’
Nasıl ama? Uyuyor değil mi günün anlam ve önemine.. Ne demek mi
istiyorum? Anımsarsanız 15 Şubat 2002’de Ertuğrul Özkök
‘‘Basmakalıp Köşe Yazarı Kastı Çöktü’’ başlıklı bir yazı yazarak
gazetecilikte yeni bir 10 yılın başladığını ve yeni yazarların
doğduğu anlattı. Yeni yazarlar arasında da adımı saydı ve şu
cümleyi kullandı: ‘‘... Ali Atıf Bir gibi bugüne kadar meskun
olmayan medya arsalarını iskana açan zeki ve gerçekten yenilikçi
yazar.’’ Bu cümleden yola çıkarak ben de bana zarar verenlere
edeceğim bedduayı buldum: ‘‘İnşallah günün birinde Hürriyet yazarı
olursun, Ertuğrul Özkök de sütununda senden övgüyle bahseder de,
ondan sonra ‘Altın Çocuk' olur, manşetlerden inmez, saçlı
fotoğrafların da sana inat çarşaf çarşaf elden ele dolaşır.’’ Niye
mi? İsterseniz bu sorunun yanıtını ben vermeyeyim siz biraz düşünüp
bulun. (*) Biliyorsunuz Ertuğrul Özkök de bir zamanlar öğretim
üyesiydi. Bizim akademik terbiye içinde eski yeni farketmez
akademik rütbe almış bizden büyüklere ‘‘hocam’’ demek adettir.
Yazımın başlığı, Özkök’ün sözünü etiğim yazısını okuduğumda
verdiğim ilk tepkidir. Bende yok onda var vur kafasına alnını yar!
BANVİT'in dergisinde yazı yazdığım, Banvit'e akıl hocalığı yaptığım
için Köy-Tür'le ilgili yazı yazamazmışım? Niye? Etik değilmiş? Her
haber masum, o firma senin bu firma benim gezilere gidip sonra o
firmalar için övgüler düzen yazarlar yok, benim adımı sanımı koyup,
devletin kıt kaynaklarını korumak için yazdığım uyarı yazısı
‘‘Etik’’ değil diye eleştiriliyor. Üstelik de bir kişi bile çıkıp
‘‘Köy-Tür verimli çalışan firmadır, yanlış yazıyorsun’’ diyemediği
halde... Çünkü amaç belli, üzüm yemek değil bağcıyı dövmek! Bana
ayırdığınız yeri Köy-Tür'le ilgili gerçeklere ayırsaydınız hiç
olmazsa okurlarınız Köy-Tür niye finansal krizde (ki buna halk
dilinde batıyor denir) onu öğrenirlerdi? Bakın benim yazımdan
önceki hafta bizim ekonomi sayfalarında Köy-Tür'le ilgili ayrıntılı
iki tane haber çıktı. Erkan Abi, her yönüyle Köy-Tür'ün durumunu
tartıştı. Ben de oradan görüp yorum yazmaya karar verdim zaten.
Hürriyet'in farkı da bu, bir konuda olumlusu da yazılılıyor,
olumsuzu da, okur da özgür iradesiyle bir sonuca ulaşıyor. Hatta
yine bizim gazetede Yalçın Bayer, yorum katmadan, Köy-Tür'cülere
söz hakkı tanıdı, onlar da yazıma eleştirilerini yaptılar. Daha ne
istiyorsunuz? Bir de, bazıları etikle ahlak arasındaki farkı
bilmez, bana etik dersi vermeye kalkar, üstelik her türlü etik
kuralları çiğneye çiğneye... Hakkımda çıkan haberleri birine
gösterseniz ‘‘Ne o yoksa ‘Banka mı batırdın' Hoca’’ der. Çünkü amaç
belli ‘‘Niye bende yok onda var, vur kafasının üstüne alnını yar!’’
Hoca olarak bir şey söyleyeyim arkadaşlar, o kadar çok abarttınız
ki inandırıcılığınızı yitirdiniz. Başka yok mu? SANKİ hiçbirinizin
gazetesinde firmalarla dibine kadar ilişkileri olan köşe yazarı
yok, halkla ilişkiler şirketi sahibi yazar yok, çeşitli şirketlerin
yönetim kurullarında üye olan yazar yok, bu yazarların hiçbiri
bağlantıları olan sektörlerin, firmaların kapsama alanına giren
konularla ilgili olumlu ya da olumsuz yazı yazmıyor. Öyle mi? Bir
liste ister misiniz? Ya da tek tek yazıları paylaşalım mı? Gerek
yok. Çünkü çoğunu siz de biliyorsunuz. Bunları bu tür yazarlara
karşı olduğum için yazmıyorum. Türkiye ‘‘uzman’’ yazarlardan çok
şey öğreniyor. Asgari zekaya sahip olan bile ‘‘etikle-etik
olmayanı’’ ayırt ettiğine göre bu ‘‘uzman’’ yazarlar da ne
‘‘etik’’dir ne değildir ayırdedebilecek kapasiteye sahiptirler
herhalde... Kim bindiği dalı kesmek ister ki! Benim anlamadığım,
‘‘Atıf Hoca Niye Köy-Tür'e Sıfır Verdi?’’ diye ‘‘imalı’’ bir başlık
atan Sabah Gazetesi’ni Ali Saydam'ın niye uyarmadığı. Niye
‘‘uzman’’ yazarların sapla samanı ayırabileceklerini onlara
söylemedi. Ali Saydam Türkiye'nin başa güreşen halkla ilişkiler
şirketi Bersay'ın sahibi. Üstelik Ali Saydam bu yazarlığa Sabah
Gazetesi'ni müşteri olarak aldıktan sonra başladı. Bersay'ın diğer
müşterileri, Amerikan Hastanesi, Ahmet Nazif Zorlu, Banvit, Garanti
Sigorta, Havaş, İGDAŞ, İş Yatırım, Kanal 7, Koç Özel Lisesi, Kültür
A.Ş, Marshall, Nestle, Park Gurubu, Sadberk Hanım Müzesi, Sodexso,
Tansaş, Tekofaks, Tofaş, Vestel, Vekam var. Saydam, Nestle kendi
müşterisi iken Milka ve Ülker çikolata reklamlarını beğenmemiş...
Beğenmez beğenmez. Kendi yaptığı Tofaş etkinliği Guiness Rekorlar
kitabına girince ‘‘Kadayıf Üzerindeki Kaymak’’ diye başlık atmış...
Ben de böyle birşeyler yazacaktım yerim yetmedi. Eğer bunları
misilleme olsun diye yazdığımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Ben
hálá onu ‘‘Saydam'ın zekası neyin etik olup neyin etik olmadığını
ayırt etmeye yeter’’ diye savunuyorum, o niye hálá suskunluğunu
koruyor anlamakta zorlanıyorum. Perde arkası BİRŞEYİ daha
biliyorsunuz.. Köy-Tür şu anda bir krizde ve ‘‘kriz yönetimi’’
moduna geçti. Gazeteler halkla ilişkilercisi tarafından aranıyor,
televizyon kanalları aranıyor. ‘‘Şunları bir dinleyin ya,
söyleyecekleri var’’ denip, Köy-Tür'ün derdini anlatması
sağlanıyor. İkna malzemesi de her krizde hep aynı: ‘‘Biz kár amacı
gütmüyoruz. Tamam verimli çalışmıyoruz ama Türkiye'nin doğusunda
kalkınma hamlesine hizmet ediyoruz. Bizi kurtarın..' Köy-Tür'de
ekonomist olarak çalışan, Deren Ercoşkun 18 Şubat'ta bana bir
e-posta göndermiş, şöyle diyor: ‘‘Köy-Tür'ün yönetim hataları
olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak Köy-Tür'ün sorunlarını temelde
yönetim hatalarına bağlamak sadece Köy-Tür'ü çok üstünkörü
değerlendirme olacaktır.’’ Sonra da bildiğimiz sosyal ‘‘sorumluluk,
istihdam’’ öyküsünü anlatmış. Peki ne olacak bunun sonu? Bir
kurtar, iki kurtar.. Biz de biliyoruz Köy-Tür'den kaç kişinin
karnının doyduğunu, ne kadar istihdam oluşturduğunu.. Ama liberal
ekonomiyi bu mantıkla uygularsak yakında Türkiye aç kalacak! Batmak
üzere olan firmaları devlet kurtaracakca önce yerli ve yabancı bir
yönetim danışmanlığı şirketine onları yapı, süreçler ve sistem
açısından denetlettirsin. Onun sonuçlarına göre firma kendini
düzeltmeden beş kuruş koklatmasın. Tek çözüm bu.. NOT: Köy-Tür'ün
halka ilişkilercisine bir uyarım var. İşinizi yapıyorsunuz saygı
duyarım. Ama sinsi tekniklerle gazeteciyi gazeteciye kırdırmak hiç
iyi bir halkla ilişkiler taktiği değil. Doğrusu, Köy-Tür'ün
iletişim stratejisinin gereğini yapmak, karşı görüşlere de saygı
göstermek olmalı, susturmaya çalışmak değil! Ladesim Lades
olmalıydı! TNS-PİAR tarafından yapılan Trendpoll araştırmasında
Kasım 2002'de 18 yaş üstü Türkiye temsili 2 bin 16 kişiye
‘‘Bildiğiniz, Piliç markalarının hangileri olduğunu söyler
misiniz?’’ diye tek bir soru soruldu. Yılık 610 bin tonluk piliç
pazarının hacmi perakendeci fiyatlarıyla yaklaşık 1.1 milyar dolar.
Marka Ligi'nde ilk sırada Banvit var. Hemen arkasında Köy-Tür.
Pınar, Hindi üretmesine rağmen adı piliç üreticileri arasında da
sayılıyor. Sonra Aytaç, sonra Lades geliyor. Buraya dikkat edelim.
Türkiye'nin 1990'lardaki en önemli markası Lades'i bugün çok az
kişi anımsıyor. Neden? Çünkü Köy-Tür Lades gibi mit olmuş bir
markayı aldı, sadece ileri işlenmiş ürünlerine yönelik kullandı ve
çok az iletişim yaptı. Bana göre bu ciddi pazarlama yönetimi
hatası. Lades üst gelir gruplarına genel bir marka olarak kalsaydı,
Köy-Tür krizde bile yüksek fiyat ödemeye hazır bir kitleye bu
markayla ulaşır, ürettiği değeri ucuza vermezdi. Piliç sektöründe
herkes markaya oynamıyor. Etikete oynayanlar da var. Dökme (açık)
ürünü, düşük fiyat startejisiyle satıp, cirodan kazanmak isteyenler
var. Bunlar yasalara uygun mal üretip, faturalı mal sattıkları
sürece sorun yok. Ancak piliç pazarı adeta ‘‘kravatsız mal’’
cenneti.. Bu durum ise her piyasada olduğu gibi markalı satanları
etkiliyor.. Çünkü faturasız mal satanlar fiyat rekabetine girip
onları eziyor. Markalılar da fiyat düşürüp, marka değerlerlerini
kaybediyorlar. Bakın söyliyeyim, Köy-Tür'de faturasız mal satmayan
vergisini kuruşuna kadar ödeyen şirketlerden. Bu konuda takdir
etmek lazım. Bizde böyle.. İyiye ‘‘iyi’’ kötüye ‘‘kötü’’. Tabi bu
iyilikler bir şirketi kurtarmaya yetmiyor. Çekirgelik Büyük adamlar
fikirleri, orta adamlar olayları, küçük adamlar kişileri
konuşurlar. (Hyman Rickorer