Ali Alkan’dan sert mesajlar
Abone olYargıtay Başkanı Ali Alkan, “Yargıtay’ın münferit bir kararı ele alınarak kararın değil, kararı veren kişilerin, dairelerin ve kurulların yı...
Yargıtay Başkanı Ali Alkan, “Yargıtay’ın münferit bir kararı ele
alınarak kararın değil, kararı veren kişilerin, dairelerin ve
kurulların yıkıcı bir üslupla eleştirilmesini, eleştirilerin
yıpratma kampanyası haline dönüştürülmesini, eleştirirken de
herkesin kendi siyasi düşüncesini ölçü almasını doğru bulmuyoruz.
Yargıyı yıpratmak kimseye bir yarar sağlamaz. Adaletin güçlü
olması, hâkimler için değil herkes için güvencedir. Bu husus hiç
unutulmamalı, yargı mensupları polemiğe zorlanmamalıdır” dedi.
2014-2015 adli yılı JW Marriott Otel’de düzenlenen törenle açıldı.
Törene, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu, Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, HDP Eş Genel
Başkanı Selahattin Demirtaş, bazı milletvekilleri ve yüksek yargı
mensupları katıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli
Korosu’nun verdiği konserin ardından açılış konuşmalarına geçildi.
Yargıtay Başkanı Ali Alkan, yaptığı konuşmada, 1943 yılından beri
süregelen ve bu sene 71’incisi düzenlenen 2014-2015 adli yılının
ülkemize adalet, barış ve huzur getirmesini temenni etti.
Anayasanın 2’nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik,
laik ve sosyal bir devlet olması yanında “hukuk devleti” olduğunun
açıkça belirtildiğini hatırlatan Alkan, “Hukuk devleti, bireyi esas
alan, faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı, denetlenebilen, hak
ve özgürlükleri güvence altına alan, vatandaşlarına hukuk
güvenliğini sağlayan, yönetimde keyfiliği engelleyen ve kendisini
hukukla sınırlayan devlettir. Hukuk devleti, hukuku olan devletten
daha ileri bir anlam ifade etmektedir. Bu anlam, normları ve yüksek
standartları sözleşmelerle kabul edilmiş uluslararası toplumun ya
seçkin ve örnek gösterilen ya da sorunlarını hâlâ aşamamış bir
üyesi olma konusundaki bir tercihi içermektedir. Hukuk başlı başına
bir amaç değil, adalet için bir araçtır. Soyut bir kavram olan
adalet, hukuk sistemi içerisinde yer alan ve hukuka meşruiyetini
veren temel ilkeler üzerinde somutlaşır. Bu temel ilkeler hukukun
genel prensipleri ve insan haklarıdır. Bu ilkeler, hukuku asırdan
asra, toplumdan topluma değişen, sübjektif ve göreceli bir kavram
olmaktan çıkararak ona evrensel bir adalet anlayışı üzerinde
objektif varlığını kazandırır” diye konuştu.
“YARGI BAĞIMSIZLIĞI VE HUKUK DEVLETİ OLMADAN GELİŞMİŞ ÜLKE
OLUNAMAYACAĞINA İLİŞKİN DÜŞÜNCE SAHİPLERİNİN OLMASI DA BİZLERİ
ÜMİTLENDİRMEKTEDİR”
Hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesi, insan haklarının
güvence altına alınması ve özgürlüklerin korunmasının ancak
demokratik rejimlerde mümkün olabileceğini kaydeden Alkan,
“Anayasamızca da benimsenmiş olan kuvvetler ayrılığı ilkesi,
egemenlik yetkisinin devlet erkleri arasında hiyerarşik olarak
değil işbölümü ve işbirliği içerisinde kullanılması olarak
tanımlanmıştır. Bu ilke devlette farklı erklerin bulunduğu,
özgürlüklerin güvence altına alınabilmesi için de bu erklerin
birbirinden ayrı ve müstakil organlara verilmesi gerektiği
düşüncesine dayanmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı erkleri
önceleri tek bir otorite tarafından kullanılırken; demokrasi
düşüncesinin gelişmesiyle erklerin birbirinden bağımsız çalışması
olgusu gerçekleşmiştir. Bu ilkenin temel amacı, egemenliğin bir
kimsede, bir zümrede, bir erkte toplanmasına izin verilmemesidir.
Denetim, ileri demokrasinin teminatıdır. Yargının bağımsızlığını
ortadan kaldırmak veya yürütmeye bağlı bir yargı oluşturmak, yargı
denetiminden kaynaklanan meşruiyeti hafife almak olacaktır.
Yürütmenin etkisi altında olan bir yargının, keyfi ve hukuka aykırı
eylem ve işlemlere karşı gerçek bir denetim ifa etmesi beklenemez.
Böyle bir sistemde hiç kimsenin hak ve özgürlüklerinin koruma
altında olduğu da söylenemez” ifadelerini kullandı.
1943 yılından beri yapılan adli yıl açış konuşmalarının ortak
noktasını kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığının oluşturduğunu
bildiren Alkan, “Bu konuda Anayasa ve yasalarda düzenlemeler
yapılsa da demokratik hukuk devleti diye tanımladığımız ülkelerdeki
yargı bağımsızlığı standartlarını bir türlü yakalayamıyoruz.
Yürütmenin bir kısım temsilcileri, yetkili soruşturma makamları
tarafından verilmiş bir talimat olmadan yargıya polis operasyonu
yapılabileceğini kamuoyu önünde açıklayabilmektedir. Yargıyı isteğe
göre dizayn etmek için yargı kurumları üzerinde baskı oluşturulmak
istenmesi, yargının kendi içerisinde yapacağı seçimlere ilişkin
müdahale girişimleri endişeyle karşılanmaktadır. Buna karşılık
yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti olmadan gelişmiş ülke
olunamayacağına ilişkin düşünce sahiplerinin olması da bizleri
ümitlendirmektedir” şeklinde konuştu.
“ANAYASAYLA YARGIYA TANINAN DEMOKRATİK SEÇİM HAKKININ KULLANILMASI
SONUCUNDA OLUŞACAK TEMSİLE, YENİ BİR YASA DEĞİŞİKLİĞİ İLE MÜDAHALE
DÜŞÜNCESİ KABUL EDİLEMEZ”
“Yargı kararlarındaki hataların yine yargının kendi denetim sistemi
içerisinde giderilmesi beklenmelidir” diyen Alkan, konuşmasını
şöyle sürdürdü:
“Bu hususlar yargı bağımsızlığına müdahale için gerekçe
yapılmamalıdır. Son zamanlarda Yargıtay Kanunu ve Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile yargıya
müdahale girişimleri, sorunları çözmekten çok artıracak
niteliktedir. Yargı bağımsızlığına müdahale niteliği taşıyan
konularda yargının susmasını ve sadece kararları ile konuşmasını
beklemek, ancak demokrasiye, kuvvetler ayrılığına ve hukukun
üstünlüğüne gerçek anlamda bağlılığın yaşandığı ortamlarda haklılık
kazanabilir. Evet, yargı sadece kararlarıyla konuşmalıdır. Çünkü
yargının millet adına karar verme fonksiyonu, gündelik
tartışmaların uzağında, sakin ve korunmuş bir ortamda çalışmasını
gerektirmektedir. Zira o, yasama ve yürütmeyi denetleyen bir erk
olarak mehabetini korumak durumundadır. Yargının sükûnet ihtiyacına
gerekli özen gösterilmiyorsa veya bu ihtiyaç umursanmıyorsa,
sessizliği korumak nasıl mümkün olacaktır? Mehabet dediğimiz olgu,
biraz da muhataplardan beklenmesi gereken bir özene işaret etmez
mi? Bir yasa önerisinin yüksek yargının yere indirileceği şeklinde
sunulması, birkaç sene önce verilmiş bir Yargıtay kararının güncel
bağlamda yakışıksız bir biçimde anılması, yargısal kararlarla kabul
edilmiş olguların mevcut olmadığının ilan edilmesi, yargının
bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşürecek yakıştırmaların
alenen yapılıp soruşturmacıya hukuka uygun tek bir delil
sunulmaması, yüksek yargı için öngörülen yapısal değişikliklerin
kurumsal görüşler alınmadan gerçekleştirilmesi, yüksek yargıdaki
muhtemel seçim süreçleri ve yüksek yargıçların seçime ilişkin özgür
tercihleri önemsenmeden takvim öngören yasalar yapılması,
Yargıtay’daki unvan ve görevler için yıllar içinde yerleşmiş ve
kabul gören sürelerin müktesepler dikkate alınmadan ve hiçbir
ihtiyaca dayanmadan değiştirilmesi, idari nitelikli takdire bağlı
tasarruflara bile müdahale edilmesi gibi hususlar, yargıyı
konuşmaya zorlayan uygulamalar değil midir? Hiç endişe edilmesin,
genel olarak ülkemizdeki yaklaşımın, özel olarak da içinden
geçtiğimiz ortamın bir yargıçlar devletine yol açma ihtimali;
yargının, yargısal denetimin, hâkim ve savcıların
etkisizleştirildiği bir Türkiye ihtimali yanında, pek zayıftır.
Yargının bağımsızlığı en başta yargı kurumlarının
organizasyonlarında ve işleyişinde kendini gösterir. Yargının
teşkilat yapısı ile yargısal alan; beklentilerle, ani gelişen
olaylar üzerine makul, meşru ve haklı gerekçe içermeden, tek
taraflı olarak düzenlenebilecek bir alan olmamalıdır. Özellikle
anayasayla yargıya tanınan demokratik seçim hakkının kullanılması
sonucunda oluşacak temsile, yeni bir yasa değişikliği ile müdahale
düşüncesi kabul edilemez.”
Bugün yargıya güvenin zedelendiğini, azaldığını söyleyenlerin bunun
nedenleri arasında yargı bağımsızlığının önemli ölçüde azalmış
olduğunu görmeleri gerektiğini ifade eden Alkan, “Yargıtay’ın
münferit bir kararı ele alınarak kararın değil, kararı veren
kişilerin, dairelerin ve kurulların yıkıcı bir üslupla
eleştirilmesini, eleştirilerin yıpratma kampanyası haline
dönüştürülmesini, eleştirirken de herkesin kendi siyasi düşüncesini
ölçü almasını doğru bulmuyoruz. Yargıyı yıpratmak kimseye bir yarar
sağlamaz. Adaletin güçlü olması, hâkimler için değil herkes için
güvencedir. Bu husus hiç unutulmamalı, yargı mensupları polemiğe
zorlanmamalıdır” dedi.
“HÂKİM BAĞIMSIZLIĞI VE TEMİNATI ÖZEL ÖNEMİ NEDENİYLE ANAYASA’DA
KAPSAMLI BİR ŞEKİLDE DÜZENLENDİĞİ GİBİ, ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERDE
DE YER ALMIŞTIR”
Hâkimlerin görevlerini adalete uygun biçimde özgürce yapabilmeleri
için yargı bağımsızlığı yanında hâkimlik teminatının da tam olarak
sağlanması gerektiğini vurgulayan Alkan, “Mahkemelerin bağımsızlığı
ve hâkimlik teminatı; hâkimleri her türlü baskı, tehdit, tavsiye ve
yönlendirmeye karşı koruma sağlayan güvencelerdir. Hâkim
bağımsızlığı ve teminatı özel önemi nedeniyle Anayasa’da kapsamlı
bir şekilde düzenlendiği gibi, uluslar arası sözleşmelerde de yer
almıştır. Hâkim bağımsızlığı ve teminatı, yargılama işlevini yerine
getiren hâkimler için bir ayrıcalık olmayıp, yargılananlar için
adil yargılanma hakkının güvencesidir. Bağımsız ve teminatlı
olmayan bir mahkemenin adalet dağıtması, hak ve özgürlükleri
koruması mümkün değildir. Adalet dağıtanların elindeki bu
güvencelerin alınması, hâkimi değil, yargı eliyle hakkına kavuşacak
insanları mağdur eder. Yargı bağımsızlığını teminat altına almak
için hâkimlere tanınan anayasal güvencenin, yürütmeden bağımsız bir
otorite tarafından hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu durum,
hâkimlerin karar alma süreçlerindeki bağımsızlıklarını, görev
süreleri ile coğrafi teminatlarının güvenceye alınmasını ve
ekonomik anlamda kendilerini bağımsız hissetmelerini sağlamayı
içerir” diye konuştu.
“HÂKİM VE SAVCILAR, MENFAAT VE BASKI GRUPLARINDAN HERHANGİ BİR
BEKLENTİYLE DE KARAR VEREMEZLER”
Hukuk devletinin temel gereklerinden birisinin de yargının
tarafsızlığı olduğuna dikkati çeken Alkan, şunları kaydetti:
“Tarafsızlık, hâkimin baskı altında kalmadan, etkilere kapalı,
objektif olarak yargılama yapması, hukuka ve vicdanına göre karar
vermesidir. Bu anlamda tarafsızlık herkes için bir güvencedir.
Hâkim, önüne gelen davada görüş ve inançlarından sıyrılarak günlük
siyasetin ve tartışmaların etkisinden uzak kalarak karar
vermelidir. Hâkimler de bu toplumun içinde yaşamaktadırlar. Bu
nedenle farklı görüş ve tercihlerinin olması doğaldır. Ancak,
hâkimler bu bireysel düşüncelerinin etkisiyle karar veremez ve
siyasal düşüncelerini kararlarına yansıtamazlar. Hâkimler, tarafsız
oldukları kadar özel ve mesleki yaşamlarındaki davranış ve
söylemleri ile de tarafsız görünmek zorundadırlar. Hâkimlerin
siyasallaşması, siyasallaştırılmak istenmesi veya siyasete konu
yapılması, görevlerine yansıtmadıkları bireysel görüşlerinden
dolayı ayrımcılığa tabi tutulması hukuk devletinde kabul edilemez.
Hâkim ve savcılar, menfaat ve baskı gruplarından herhangi bir
beklentiyle de karar veremezler. Yargının tarafsızlığının
sağlanması öncelikle yargı görevini yerine getirenlerin
sorumluluğundadır. Bununla birlikte yasama ve yürütme erklerinin
temsilcileri de hâkimlerin tarafsızlığı konusunda şüphe
uyandırabilecek her türlü beyanattan kaçınmalıdırlar. Tarafsızlığın
zedelendiği bir ortamda verilen kararlara güvenilemeyeceği için
adalet duygusu tatmin olmayacaktır.”
“İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ DEMOKRATİK BİR SİSTEMDE İKTİDARI DENETLEMENİN EN
ÖNEMLİ ARAÇLARINDAN BİRİSİDİR”
“Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri,
ifade özgürlüğü hakkının sınırlarını şimdiye kadar oluşturmuş
olduğu bir içtihadi hukuk zenginliği ile belirlemiştir” ifadesini
kullanan Alkan, “Ne var ki uluslararası hukukun kriterleri
gözetildiğinde ülkemizin arzulanan bir yerde olmadığı açıktır.
Siyasi iktidarlar, ulusal güvenlik, kamu düzeni gibi gerekçelerle
bu hakkın kullanılmasını engelleme eğilimindedirler. Hâlbuki ifade
özgürlüğü demokratik bir sistemde iktidarı denetlemenin en önemli
araçlarından birisidir. Bu yönüyle özgür basının da varlığı başta
olmak üzere aykırı düşüncelerin ifade edilmesi sağlıklı bir işleyiş
için de sigorta niteliğindedir. Dolayısıyla, ifade özgürlüğünün en
geniş tanındığı alan, devlete, kurumlarına ve politikalarına karşı
yöneltilen eleştirilerdir. Bundan sonra da siyasilerin ve kamusal
kişiliklerin kamusal tartışma platformunu ilgilendiren tüm düşünce
ve yaşam alanları gelmektedir” şeklinde konuştu.
“Adalet, devlet düzeninin temelidir” deyişinin ışığında hukuk
düzenine ilişkin yaşanılan diğer bir kısım sorunlara da değinmek
istediğini kaydeden Alkan, “Son dönemde yaygın olarak yapılan haber
ve yorumlarda adalete olan güvenin ve inancın azaldığından
bahsedilmekte ve bunu yansıtan istatistiki bilgiler
yayımlanmaktadır. Ancak bu güven eksikliğinin nedenleri üzerinde
hiç durulmamakta, güvensizliği dile getiren kesimlerin bu konuda ne
gibi olumsuz etkilerinin olduğu değerlendirilmemektedir. Mahkemeler
ve kararları kanunla teminat altında olduğu halde kamuoyunda açık
ve aleni bir şekilde sert ve yıkıcı bir üslupla
eleştirilebilmektedir. Bu durum mahkemelerin sanki kanuna ve
delillere göre değil de konjonktüre göre kararlar veriyormuş algısı
ve inancını oluşturmaktadır. Hukuki güvenlik ilkesinin hayata
geçirilmesi ve korunması, hukukun üstünlüğüne bağlı kalacağına ve
Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağına ant içmiş yasama ve yürütme
mensupları ile ‘Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani
kanaatine göre hüküm verecek olan’ yargı mensuplarının ödevidir”
ifadelerini kullandı.
“YARGI KARARLARI, HUKUKA AYKIRILIĞIN SAPTANDIĞI BİRER BELGE
OLMAKTAN İBARET OLMAYIP UYGULANMAK İÇİN VARDIR VE UYGULANMASI
ZORUNLUDUR”
Alkan konuşmasına şöyle devam etti:
“ “Yasalar soyut ve genel olarak hazırlanır” temel hukuk ilkesine
karşın özel amaçla yasa çıkarma anlayışı, aynı yasalarda sık sık
değişiklikler yapılması ve yasalar çıkarılırken anayasaya uygunluğu
konusunda gerekli özenin gösterilmemesi adalete olan güveni
sarsmakta, yargı ve yönetimde de tıkanmalara neden olmaktadır. Bu,
ülkemizin ve milletimizin barışı ve huzuru için tehlikeli bir
durumdur. Yargı, yürürlükteki yasalara göre, belge ve delillere
bakarak kararını verir. Buna rağmen kesinleşmiş mahkeme kararları,
dosya içerikleri bilinmeden siyasi mülahazalarla tenkit
edilmektedir. Hukuk sistemimizde yaşanılan bu olumsuzluklar
yıllardır üye olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği ve diğer
demokratik ülkelerce de izlenmekte, diplomatik bir şekilde yapılan
uyarıların ülkemiz hakkında hazırlanan uluslararası raporlara
yansımaları görülmektedir. Yargı kararları, hak arama özgürlüğünün
somut yansımasıdır. Hak arama özgürlüğü, yargı kararları ile
korunan bir hakkın sahibine kazandırılması ile gerçekleşir. Yargı
kararları, hukuka aykırılığın saptandığı birer belge olmaktan
ibaret olmayıp uygulanmak için vardır ve uygulanması zorunludur.
Önceki yıllarda da dikkat çektiğimiz ve bir asayiş sorunu olmanın
ötesinde cinsiyet ayrımcılığına dayalı bir insan hakları sorunu
olarak ele alınması gereken kadına karşı şiddet olgusu ve her türlü
çocuk istismarı maalesef ciddiyetini korumaktadır. Gençliğimizi
tehdit eden uyuşturucu kullanımı giderek artmakta, kullanım yaşı
hızla düşmekte ve kullanıcılara yönelik tedavi hizmetleri, bir
mahkeme ilamına bağlı olduğunda bile etkin olamamaktadır. Mülkiyet
hakkını ilgilendiren hırsızlık suçları ile iş ve çalışma hayatını
ilgilendiren hukuksal uyuşmazlıklara ilişkin davaların sayısı da
hızla artmakta, Yargıtay’daki iş yükünün ciddi bir kısmını bu tür
davalar teşkil etmektedir. Dava sayısı üzerinden izleyebildiğimiz
bu artışlar nedeniyle toplumsal sorunlarımızın niteliği ve
özellikle de hak duygumuzun aşınmasına ilişkin olarak düşünmeli ve
yüzümüzü sorunun asıl kaynağına, özellikle eğitime bakan yönüne
çevirmeliyiz.”
Yargıtay’ın iş yüküne değinen Alkan, “Sıklıkla vurguladığımız gibi
adaletin gecikmesi toplumsal huzuru bozmaktadır. Oysa hukukun temel
amacı toplumda barışı tesis etmektir. Son üç yıldaki yoğun çalışma
tempomuza hız kesmeden devam etmekteyiz. Geçen yıllarda da örnek
verdiğim Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin boşanma davaları hakkında
karar verme süresi 2010 yılında iki yıl, 2011 yılında bir buçuk
yıl, 2012 yılında dokuz ay, 2013 yılında altı ay iken bu yıl
itibariyle dört ay gibi makul bir süreye gelmiş durumdadır.
Rakamlarla ifade etmek gerekirse Yargıtay’da 2008-2010 yılları
arasında yıllık ortalama çıkan dosya sayısı 550 binlerde iken, 2011
yılında yapılan değişikliklerden sonra bu sayı 900 binlere
ulaşmıştır. 2014 yılına devreden dosya sayısı 520 bin olup, eğer
dairelerimiz 2011 yılında yapılan değişiklikler doğrultusunda
çalışmalarını artırmasaydı bu sayı 1 milyon 500 bini aşmış
olacaktı. Bu vesileyle tüm Yargıtay çalışanlarına teşekkür
ediyorum” ifadelerini kullandı.
“SON ÜÇ YILDA YAKLAŞIK YÜZDE 40 ORANINDA ARTAN DOSYA SAYISINA
KARŞILIK, YARGITAY OLARAK İNCELEME SÜRELERİ KONUSUNDA ULAŞTIĞIMIZ
STANDARTLARDAN GERİYE GİTMEME ÇABASI İÇERİSİNDEYİZ”
“Son üç yılda yaklaşık yüzde 40 oranında artan dosya sayısına
karşılık, Yargıtay olarak inceleme süreleri konusunda ulaştığımız
standartlardan geriye gitmeme çabası içerisindeyiz” diyen Alkan,
“Yapılan açıklamalara göre 2014 yılı Kasım ayında bölge adliye
mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle Yargıtay’a gelecek dosya
sayılarında önemli bir azalmanın olacağı muhakkak ise de bölge
adliye mahkemeleri yönüyle benzer sorunların bir iki yıl içerisinde
yaşanması ihtimali çok yüksektir. Gerek ülkemiz ölçeğinde gerekse
2014-2015 Adli Yıl açış konuşması daha küçük ölçekteki yargı
sistemlerinde uyuşmazlıklar ilk aşamada ve yüksek oranlarda
arabuluculuk, uzlaşma ve tahkim gibi alternatif uyuşmazlık çözüm
yolları ile sonuçlanmaktadır. Bu iş yükü sorununun azaltılması için
alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının etkin bir şekilde uygulamaya
konulması gerekmektedir. Yargıtay’ın içtihat üretme ve uygulama
birliğini sağlama temel görevini yerine getirebilmesi için uygun
şartların sağlanması önemlidir. Bu gün itibariyle ilk derece
mahkemelerinde açılan dava dosyalarının yaklaşık beşte biri önümüze
gelmekte ve son denetim mercii olarak burada çözümlenmektedir.
Gelen bu dosyalar arasında nitelik itibariyle temyiz incelemesinden
geçmesi mutlak zorunluluk içeren uyuşmazlıklar olduğu gibi hem
nitelik hem de nicelik olarak ilk aşamada sonuçlanması gereken
uyuşmazlıklar da bulunmaktadır. Enerjimizin oldukça fazla miktarı,
doğru filtreleme olmamasından dolayı bu ikinci tür dosyalara
harcanmaktadır. Sistemin verimli olarak çalışma ortamına
kavuşmasının gerekliliği çok açıktır” şeklinde konuştu.
“200 BİNİ AŞKIN KARARI KİŞİSEL VERİLERDEN TEMİZLEYEREK HERKESİN
ERİŞİMİNE AÇMIŞ OLUP, BU ÇALIŞMA DİĞER DAVA TÜRLERİNE İLİŞKİN
KARARLAR İÇİN DE SÜRDÜRÜLMEKTEDİR”
Alkan, şunları kaydetti:
“Yargıtay Başkanlığı verdiği kararlarda şeffaflığı ve uygulama
birliğini sağlamak amacıyla icra iflas hukukuna ilişkin 200 bini
aşkın kararı kişisel verilerden temizleyerek herkesin erişimine
açmış olup, bu çalışma diğer dava türlerine ilişkin kararlar için
de sürdürülmektedir. 1975- 2012 yılları arasındaki Yargıtay
Kararları Dergisi’nin tamamı internet ortamında erişime açılmıştır.
Ayrıca ilgililere de internet üzerinden siyasi parti üyelik kaydı
sorgulama, tebliğnamelere ve Yargıtay kararlarına erişim imkânı
sunulmuştur. Ceza Genel Kurulu ve Hukuk Genel Kurulu kararlarının
tamamı yayımlanmaktadır. Başta ilk derece mahkemelerinde görev
yapanlar olmak üzere tüm meslektaşlarıma sesleniyorum. Hâkim ve
savcı olmak, bizim için en büyük onur ve şeref kaynağıdır. Hiçbir
makama, unvana ve göreve tamah ve tenezzül etmeyiniz. Yargının
hepimizin bildiği iç sorunlarını kendi içinizde, kendiniz çözünüz.
Görevinize ve temsilinize müdahale ettirmeyiniz. Bağımsızlık ve
teminatınıza el uzatan hiçbir çözüme rıza göstermeyiniz, başınızı
dik tutunuz. Sizler, ülkemizin farklı köşelerinde, üstün
vasıflarınız, mütevazı yaşamınız ve vicdanlarınızdan süzdüğünüz
kararlarınızla, yargının yüz akısınız. Mesleki dayanışmanızı ortaya
koyma biçimlerinizi, çok sesliliğinizi ve mesleki
örgütlenmelerinizi takdirle izliyor, sizleri sevgi ve saygıyla
kucaklıyorum. Yargının tüm kademelerinde görev yapmakta olan
çalışanlara 2013-2014 yılında gösterdikleri üstün gayret ve
çabaları nedeniyle teşekkür ediyorum. Yeni adli yılın yargı
bağımsızlığı ve hukuk güvenliği adına daha güzel günler getirmesi
dileğiyle açılışımıza onur veren konuklarımıza ve meslektaşlarıma
en derin saygılarımı sunuyorum.”
“ ÖZLEDİĞİMİZ TOPLUMSAL BARIŞA ULAŞMAK İÇİN KONUŞACAĞIZ
TARTIŞACAĞIZ”
Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Fevzioğlu ise açılış
konuşmasına 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutlayarak başladı.
Fevzioğlu, şunları söyledi:
“Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü. Bölgemiz kan gölüne dönmüş
durumda. Mezhep savaşları almış başını gitmişken, mezhebi, dini ya
da ırkı gerekçe gösterilerek insanlar katledilir, ırzına geçilir,
köle yapılır, açlığa, susuzluğa, kavurucu sıcağa dünyanın gözü
önünde terk edilirken, barıştan söz etmek ne kadar zor. Yine de
umudumuzu yitirmeyecek, barış için mücadeleye devam edeceğiz. Bu
noktada önce sınırlarımızın hemen ötesine bakıp, başta mezhepçiliği
reddeden, özgürlükçü laiklik ve eşit yurttaşlık olmak üzere sahip
olduğumuz Cumhuriyet değerlerinin kıymetini bileceğiz. Ardından çok
özlediğimiz toplumsal barışa ulaşmak için konuşacağız,
tartışacağız. Ortak geçmişimizin ve geleceği birlikte yaşama
ülkümüzün altını çizecek, ayrışmak yerine birbirimizi nasıl
tamamladığımızı ortaya koyacağız. Bütün bunları, yargının güven
altına aldığı temel haklarımızı kullanarak yapacağız. Bugün burada,
bu çatı altında buluştuğumuz veya buluşamadığımız herkesle aynı
şanlı bayrağın altında, aynı vatan topraklarında birlikte
yaşıyoruz. O yüzden birbirimizi dinleyeceğiz, birbirimizden
öğreneceğiz. Önerilerden ve eleştirilerden yararlanıp, ülkemiz
adına el ele daha güzel işler yapacağız.”
“ÜLKENİN TEMELLERİNE VE GELECEĞİNE YÖNELMİŞ AÇIK VE YAKIN EN BÜYÜK
TEHLİKE ‘KEYFİLİK’TİR”
“Adalet, mülkün yani ülkenin temelidir” diyen Fevzioğlu, “Yargının
kurucu unsuru olan avukatlar, hâkimler ve savcılar bu ülkenin temel
taşları arasındadır. Adalet ülkenin temeli olduğuna göre yargı
camiasını, avukatları, hâkimleri, savcıları düşman ilan etmek,
yargıyı itibarsızlaştırmak, devleti temellerinden sarsmaktır. Bu
güzel ülkenin kahraman, fedakâr, asil, namuslu, vicdanlı
avukatları, hâkimleri, savcıları; Düşmanımız kin ve keyfiliktir
bizim. Biz ise kin tutmayız, keyfilik yapmayız. Biz biliriz ki ilim
ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder. Oysa ilimden
gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Sanat olmazsa, hepimiz tek
renge, tek sese mahkûm oluruz. Aydınlık bir gelecek ancak bilimle,
fenle ve sanatla mümkündür. Adalet ise bütün bunların, öyleyse
geleceğimizin güvencesidir. Yargıya, dolayısıyla adalete,
dolayısıyla ülkenin temellerine ve geleceğine yönelmiş açık ve
yakın en büyük tehlike ‘keyfilik’tir. ‘Devlet benim’ keyfiliğidir.
‘Ben ne dersem o olur’ keyfiliğidir. ‘Sadece benim istediğimi
düşünebilirsin, söyleyebilirsin, yazabilirsin’ keyfiliğidir. ‘Benim
istediğim gibi karar vermez, benim işime geldiği gibi düşünmez,
benim dediğimi yapmazsan seni hain ilan ederim, hedef gösteririm’
keyfiliğidir.‘Benim adamımsan idarenin her düzeyinde işin istediğin
gibi yürür, benden değilsen insanca yaşama hakkın dahi yoktur’
keyfiliğidir.‘Anayasa’yı tanımam, kanunu hiç tanımam’ keyfiliğidir.
‘Yasama da, yürütme de, yargı da benim olsun, benim değilse hain
olsun’ keyfiliğidir. Çağdaş dünyada sınavsız avukatlık neredeyse
kalmamışken, hukuk devleti açısından zorunlu olan avukatlık
sınavını Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen yeniden düzenlememe
keyfiliğidir. Avukatların, yargının kurucu unsuru olduğunu bir
türlü içe sindirememe keyfiliğidir. Avukatı dışlamak yoluyla
avukatın savunduğu yurttaşı sistem dışına çıkarma keyfiliğidir.
‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ demek yerine vatandaşı devlete
hizmetkâr yapma keyfiliğidir” şekline konuştu.
“YARGININ KENDİ İÇİNDEKİ KEYFİLİKLERİN HESABINI VEREBİLİR HALE
GELMESİNİ TEMİN EDECEK BİR DÜZENİ KURACAĞIZ”
Binlerce cesur avukatın, hâkim ve savcının hukuk dışı her
müdahaleye “hayır” diyeceğini kaydeden Fevzioğlu, “Hayatlarını
hukukun üstünlüğüne adamış binlerce avukat, hâkim ve savcı, bu
güzel ülkenin her köşesinde, insanlarımıza “eşit yurttaş” olmanın
mutluluğunu yaşatacaktır. Binlerce meslektaşımız; Soma’daki ve
yurdun dört bir yanındaki iş cinayetleriyle, Gezi’de öldürülenler,
gözlerini yitirenlerle, baskıya uğrayan gazetecilerle, istismar
edilen, katledilen çocuk ve kadınlarla, TEOG sınavının mağdur
ettiği gençlerimizle, yok edilen çevreyle ilgili davalarda ve
yurttaşlarımızın açtığı ya da yargılandığı yüzbinlerce davada dik
duracaklar, adalet dağıtacaklar. Bizler el ele vereceğiz; hep
birlikte, insanlara güven veren, adalet dağıttığına inanılan bir
sistemi inşa edeceğiz. Hâkim bağımsızlığını ve tarafsızlığını,
savcı teminatını, avukatların mesleklerini Adalet Bakanlığı baskısı
olmaksızın icra edebilmelerini sağlayacağız. Yargının kurucu
unsurlarının birlikte çalışmalarını sağlayarak, adil yargılama
yapmalarını, böylece gerçeği gerçek olmayandan, suçluyu suçsuzdan,
haklıyı haksızdan ayırt etmelerini mümkün kılacağız. Yargının kendi
içindeki keyfiliklerin hesabını, yargı bağımsızlığı ilkeleri
çerçevesinde verebilir hale gelmesini temin edecek bir düzeni
kuracağız. Kişilere göre şekillenmeyen, çağdaş dünyanın
ihtiyaçlarına çözüm üreten bir yargı sisteminin zorunlu olduğunu
tüm topluma ve siyasi partilere anlatacağız” dedi.
Savunmanın hala baskı altında olduğunu savunan Fevzioğlu,
“Avukatlar, mesleki faaliyetleri nedeniyle soruşturulmakta ve
kovuşturulmaktadır. Avukatın görevi, insanların haklarını, onların
kullanımına sunmaktır. Şu halde avukat, toplum içinde yaşayan
insanı birey yapan meslek mensubudur. Avukatın hak ve yetkilerine
veya avukatın doğrudan doğruya yaşamına ya da vücut bütünlüğüne
yönelen her saldırı, aslında bu ülkede yaşayan herkesin temel
haklarına yönelmiştir. Rejimi ne olursa olsun bütün devletlerde
uyuşmazlıkları çözmek üzere kurulmuş mahkemeler vardır. Ancak
sadece demokratik hukuk devletlerinde etkin ve yargının kurucu
unsuru niteliğini taşıyan bağımsız savunmadan söz edilebilir. Etkin
ve bağımsız savunmanın olmadığı rejimlerde hâkimler ve savcılar
idarenin memurlarından ibarettirler” ifadelerini kullandı.
Fevzioğlu konuşmasına şöyle devam etti:
“Avukatların meslek alanı sürekli olarak daraltılmakta, münhasıran
avukatlar tarafından yerine getirilebilecek faaliyetlerin sayısı
giderek azaltılmaktadır. Etkili sosyal güvencemiz hala yoktur.
Kontrolsüz açılan hukuk fakültelerinden yeterli eğitimi almamış
hukuk fakültesi mezunları sınavsız bir şekilde avukatlık stajına
başlayıp kolaylıkla avukat olmakta, sonuçta hem hizmetin kalitesi
düşmekte hem de avukatlar büyük ekonomik zorluklara
sürüklenmektedir. Hukuk fakültelerinin açılması ve müfredatlarının
belirlenmesi konusunda buradan Yüksek Öğretim Kurulu’na işbirliği
çağrımızı tekrarlıyoruz. Türkiye Barolar Birliği olarak geçtiğimiz
dönemde bütün baroların ve ilgilenen avukatların katkısını
sağlayarak çağdaş bir kanun taslağı ortaya koyduk. Bu taslak,
yapılacak değişikliklerde esas alınmalıdır. TBMM’de katılımcı süreç
işletilmeden ‘ben yaptım oldu’ zihniyeti ile karşımıza getirilecek
kanun tasarısı veya gece yarısı teklifleriyle Avukatlık Kanunu’nun
değiştirilmesinin, hukuk devletine ve huzurlu bir toplumsal yaşama
ağır darbe vuracağını ifade etmek istiyorum. Avukatlık Kanunu’nun
46/2. maddesinin açık hükmüne rağmen avukatın Yargıtay’da dosya
görmesini vekâletname ibrazına bağlayan Yargıtay Başkanlar
Kurulu’nun hukuka aykırı idari işleminin geri alınmasını geçen yıl
bu kürsüden talep etmiştik. Herhangi bir gelişme olmamasını
üzüntüyle karşılıyorum. Ortadoğu kan gölüne dönmüş, mezhep
savaşları sınırlarımıza dayanmış, her gün insanlık katledilirken,
Türkiye’nin başka devletleri, onların kamuoylarını ve uluslararası
örgütleri harekete geçirerek bu vahşeti durdurması, kendi içimizde
insan haklarını gerçekleştirmemize bağlıdır.”
“GÜN, CUMHURİYET DEVRİMİNİN IŞIKLI YOLUNDA DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER
İÇİN OMUZ OMUZA MÜCADELE ETME GÜNÜDÜR”
“Devlet idarecilerini tarihe altın harflerle geçiren; dönemlerinde
yapılan yollar, köprüler, binalar değil, keyfilik yapıp
yapmadıkları, adaleti hakim kılıp kılmadıklarıdır” diyen Fevzioğlu,
“Adaletsizlik nedeniyle insanların çektikleri acılar, yapılan
inşaatları gölgede bırakır. Keyfiliğin panzehiri, hukukun
üstünlüğünü savunmaktır. Haksızlıklara karşı, haksızlık kimden
gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın birlikte tavır almaktır.
Gün, bugündür. Gün, hukukun üstünlüğü için avukat, hakim ve
savcıların kenetlenmesi günüdür. Gün, Cumhuriyet devriminin ışıklı
yolunda demokrasi ve özgürlükler için omuz omuza mücadele etme
günüdür. Bu mücadele elbette kazanılacaktır. Çünkü özgürlük daima
kazanmıştır” ifadelerini kullandı.
(İHA)