Bir kadın düşünün ya da bir adam. Oksijen yoksunu bir uykunun
ardından uyanılmış bir sabah ve ense köküne sinmiş inceden bir
ağrı. Laf olsun diye tıkıştırılmış birkaç lokmanın ardından
alelacele giyinip çıkıyor. Kirpiklerinde hâlâ uykunun ağırlığı var.
Beton binaların arasından anarşist bir sevinçle göğe uzanan
ağaçları görmüyor.
Kuşlar uçuyor sağından solundan. Güvercinler neredeyse sürtünüp
geçiyor. Yarısı yenmiş bir mısır koçanı düşmüş yol kenarına. Bir
avuç güvercin sabahın rızkını çıkarıyor. Başını kaldırsa bu cümbüşü
görecek ama kaldırmıyor. O gün yapılacak işleri düşünerek arabaya
biniyor.
Öğrenilmiş bir beceriyle çeviriyor kontağı. Düşünmesi
gerekmiyor. Peş peşe dizilmiş yığınla araba. Bitmek bilmeyen trafik
ışıkları. Başını kaldırıyor ve önü sıra uzayan trafiğe bakıyor.
Metalin soğuk ışıltısı içini üşütüyor.
Algılama, anlama, sorgulama, analiz etme ve hayata
denk düşen bilgileri alıp yeni bir yarın inşa etmek üzere
kurgulanmış zihnin kaleleri birer birer düşüyor.
Onca zahmet sonunda varılan bina; betonun, çeliğin ve camın
hissiz kuşatıcılığı ile geleni sessizce emiyor. Eksiliyor hayat.
Tabiatı kuşatmak için tasarlanmış zihin, modern hayatın
dayattıkları ile kıskıvrak kuşatılıyor.
Kâğıtlar, duvarlar, bilgisayarlar ve ihtiyacın yalnızca bir
yüzünü temsil eden yaratıcılıktan yoksun kelimeler yığını topyekûn
bir işgale başlıyor.
Algılama, anlama, sorgulama, analiz etme ve hayata denk düşen
bilgileri alıp yeni bir yarın inşa etmek üzere kurgulanmış zihnin
kaleleri birer birer düşüyor. Ve tıpkı ekmekle beslenme
kolaycılığına yenik düşerek doğasına yerleştirilmiş hayatta kalma
yeteneklerini yitirmiş kent güvercinleri gibi kent insanları da
duvarların ardında yitip gidiyor.
Algının keskinliğini ve kuşatıcılığını yitirdiği yerde,
kuşatılmışlığın ve kıstırılmışlığın beslediği derin mutsuzluklar
ortaya çıkıyor. Özüne inen merdivenleri beton bloklar, cam kafesler
arasında çoktan yitirmiş olan insan, mutsuz olduğunun bilincine
varabilse de mutsuzluğunun kökenlerine inemediğinden hem kendine
hem de topluma karşı sessiz bir öfke büyütüyor.
Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak da bireyden başlayarak
toplumları ve hatta bütün insanlığı kuşatan bir çatışma sürecine
evriliyor dünya. Bugün nereye baksak kan ve gözyaşı içinde
yaralarını sarmaya yetişemeyen bir insanlık görüyoruz. Derinleşiyor
yaramız.