Türk ses sanatçısı Dilber Ay'ın biyografisini konu alan biyografik film Dilberay'da rol alan 39 yaşındaki Büşra Pekin, Hürriyet'ten Hakan Gence'ye çarpıcı açıklamalarda bulundu.‘Dilberay’la başlayalım. Bu proje sana nasıl geldi? Pandeminin çok başlarıydı. Filmimizin senaristlerinden Kamuran Süner bana ulaştı ve Dilber Ay projesinden bahsetti. Bir senaryo gönderdi. Benim de tesadüfen çok yoğun bir zamanımdı, “Haftaya okuyabileceğim” derken “Bir hafta sonra revizeye giriyoruz, sana o zaman yollayayım” dedi. “Tamam” dedim, aradan aylar geçti. Sonra bir gün yönetmenimiz Ketche aradı, “Seninle bir proje konuşacağım” dedi. Vizyonuna çok güvendiğim ve çalışmak istediğim bir yönetmendi. “Dilber Ay hakkında mı?” dedim. “Evet” cevabını alınca, hikâyeyi anlatmasını istedim. O anlatırken tüylerim diken diken oldu. Sonra senaryo geldi...Okurken ne hissettin? Senaryoyu okuduğumda ağladım, bayağı ağladım... O gece uyuyamadım. Açtım YouTube’dan Dilber Ay’ın bütün çıktığı TV programlarını izledim. Hayatının içinden geçtim. Ertesi gün de anlaştık. Nasıl bir hikâye bekliyor bizi? Baştan sona çok ciddi sayıda dönüm noktası yaşamış. Travmalarla dolu bir yaşam, çocukluğundan başlamış, ileri yaşlarında bir şeyleri toparlamaya çalıştıkça hep başa dönmek zorunda kalmış. Müthiş bir mücadele, pes etmeme, başarı ve umutlanma öyküsü. Çok dramatik bir Film.O zaman ağlayacak mıyız? Evet, dibine kadar ağlayacağız. Ama salondan mutlu, umutlu ve güzel bir öğretiyle ayrılacağız. Bir taraftan da müthiş bir sinematografi göreceğiz, yönetmen Ketche, görüntü yönetmeni Jean Paul Seresin. Aynı zamanda müziğe de doyacağız, İskender Paydaş filmin müziklerini ilmek ilmek işledi, dehşet bir sanat şöleni var. Bu sebeple sinemada izlenmesini de çok önemsiyorum.Dilber Ay olmanın en zor yanı neydi senin için? Bir Oyuncu olarak baktığımızda Dilber Ay çok performans gerektirecek bir karakter. Yürümesi, oturması, bakışları, konuşması, çok kendine has. Bu beni çeken taraftı, farklı ve özgün olması. Bütün videolarını görmek istedim. Onları arayıp bulmak bir bakıma zorlayıcıydı. Bir taraftan şarkı söyleme kısmında hiç bilmediğim bir alanda mücadele vereceğimi biliyordum ama orada da eninde sonunda bunu doğru bir yere taşıyacağımıza hep inandım. Çünkü yanımda da çok doğru insanlar vardı. Diyalekt ve konuşma olarak bir yörenin insanı değildi. Dilber Ay, Suriye göçmeni bir ailenin Maraş’ta doğmuş, çok küçük yaşlarda Düzce’ye taşınmış bir genç kızı. Ankara’da, Adana’da yaşamış, uzun yıllar Almanya’da olmuş. Buralarda, adım adım konuşmasında, şarkılarda yaşla birlikte o jargonun da, konuşma şeklinin de değişmesini özellikle çok istedim. Bunların hepsini tasarlamak ve yerleştirmek çok ciddi bir mesaiydi.Tüm bu noktalarda sana ne yol gösterdi? Ekiple ve filmimizin diyalekt koçuyla ilerledik. Bir yandan taklit olmasını kesinlikle istemiyorduk, ‘e’ harflerini kapalı kullanmasıyla, ‘i’ leri nasıl çevirdiğiyle ve cümle yapısını nasıl kullandığıyla ilgilendim, o açıdan YouTube videolarını izlemek bize esas kapıyı açan şey oldu. Fiziksel olarak kendine benzetiyor musun Dilber Ay’ı? Benzetmiyorum ama bir havamız var. Zaten esas mesele duygusuna yoğunlaşmak ve onun hikâyesine gerçekten inanmaktı. Çekimler başladığında fit zamanlarımdı, yanaklarım biraz daha içerideydi... Biraz yanaklarımın olmasını, hafif bir gıdı olmasını çok istedim. Kilo aldım. Ketche siyah lens takmamı istedi, o acayip bir etki yarattı. Gençliğinde yüzünde olan benlerini de yaptık. Bu arada çok doğru plastik makyajla bire bir benzemeye de çok yüksektik. Ama pandemi dönemiydi ve Amerika’dan gelecek ekip teknik sebeplerle gelemedi. Biz de duyguyu, hissiyatı doğru verelim istedik.Dilber Ay’la tanışma fırsatın olmuş muydu? Olmamıştı, çok isterdim. Aslında onu tanıyor gibiyim ya! Onun neye, nasıl tepki vereceğini, neden hoşlanmayacağını o kadar iyi biliyorum ki, sadece yan yana gelip birbirimize sarılamadık diye düşünüyorum. Bugün karşında olsa ne söylerdin ona? “Helal olsun” derdim. Yaşadığı şeyler kolay değil. Pes etmesi, bırakması mümkün çok anlar yaşamış.. Sence sen onun kadar mücadele eder miydin? Ederdim, ben de öyle birisiyim. Bir kere hayata tutunmayı, olumsuzluklara rağmen gülebilmeyi, neşelenmeyi seven bir yapım var. Realist tarafım ağır basıyor, her şeyin de farkındayım ama olumsuz şeyleri sürekli düşünüp konuşmanın bir faydası da yok. Çözelim, çözemiyorsak da hayatın akışında kendimizi iyileştirelim. Yaşadığın zorluklar oldu mu? Bu yıllarıma kadar fazla sıkıntı görmeden, tozpembe bir hayattan geçtim diyebilirim. Ama şu son yıllarda üst üste birtakım şeyler yaşadım...Ne gibi şeyler yaşadın? Çok derine girmeden kısaca özetleyebilirim, iyi niyetle baktığım ama iyi niyetle davranılmayan birtakım etik olmayan şeyler gördüm. Arkasından ani bir şekilde babamı kaybettim. Hayatta her şey olabilir tarafındayım, o anda güçlü olmayı tercih ettim. Ama acımı erteledim. Belki olması gereken zamanda yaşasaydım atlatmak daha kolay olacaktı. Duygularımı bastırmayı bırakıp iş motivasyonumla tekrar doğdum.Filmde babanı canlandıran rol arkadaşın Ayberk Pekcan’ı geçen hafta akciğer kanserinden kaybettik. Bu kayıp seni nasıl etkiledi? Çok büyük etkiledi. Ayberk Abi’yle yıllar önce Almanya’da bir film festivalinde karşılaşmıştık. Filmde küçük yaştaki Dilber Ay’ın babasıyla çok daha fazla sahnesi vardı. Bizim sahnelerimiz daha az olsa da birlikte oynamaya doyamamıştık. Adana’da ekiple vakit geçiriyorduk, güzel insanlığına hayran kalmıştım. Filmde tamamen kendinin zıddı bir karakteri bu kadar doğal canlandırmasına, beni yüreklendirmesine, güçlendirmesine hayran kaldığım biri olmuştu. Çekimdeyken hiçbir şeyi yoktu, hastalığını öğrendi, üç ay içinde hayatını kaybetti. Allah rahmet eylesin; ailesine, sevenlerine, bizlere sabır versin.Seni daha çok güldürdüğün işlerde seyrettik. Hep komik miydin? Değildim, benim için komedi çok sürpriz oldu. Nasıl başladı? Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi, Oyunculuk Bölümü’nde okudum, tragedya çalışırdık, komedi çok azdı. Okul bittikten sonra BKM’ye gittim. Bizim okulda şive yapmak yasaktı. Hiç şive denememiştim. Bir gün bir skeç yazıldı, “Hadi Büşra” dendi. O gün o oyunu oynamaya doyamadım.O dönem dramı özlemedin mi? Dünyada da böyle, bir alanda çok başarılı olduğun zaman yapımlar ve seyirci seni orada daha çok görmek istiyor. Ama bizler duygusal olarak tek bir tür yapınca tam tatmini yaşayamıyoruz. Eminim ağırlıklı dram oynayan oyuncuların içinde de komedi enerjisi vardır, doğru projeyi bekliyorlardır. Güldürmek mi ağlatmak mı? Ayırmıyorum inan, güldürmek de ağlatmak da çok güzel, yeter ki biz işi hakkıyla yapalım. Ama güldürmenin tadı acayip çünkü sen de o neşeyi paylaşıyorsun.Komedyenler özel hayatlarında ciddi olur derler, sen nasılsın? Yanımda esprili, o şaka dünyasına hazır insanlar varsa beni durduran hiçbir şey olamaz. “Kadınlar güldüren erkekleri seviyor” denir. Peki, erkekler güldüren kadınları seviyor mu? Güldüren kadın seviyorlarsa şanslı olabilirler, dünyalarında neşe ve motivasyon hep olur. Ama şunu da eklemeliyim; diyelim ki kadın esprili değildir; vicdanı güzeldir, aklı güzeldir, insanlığı güzeldir, onun da kıymeti, güzelliği başkadır.Komik olmanın ekmeğini yedin mi? Flört dönemlerimde komik olmanın ekmeğini yemiş olabilirim, ama çok eski günler Hakan… Seni nasıl bir erkek tavlar, komik mi olması lazım? Zeki, iyi, akıllı ama aklını güzel şeylere kullanan, vizyonu olan, gözlerinin içi gülen… Bir de komikse ne âlâ… Komik olması şart değil, espriyi ben yaparım, o benim esprilerimi anlasın yeter (gülüyor). İnsanın karşısında aynı frekansta biri olduğunda bazı zıtlıklar da o ilişkiyi güzel anlamda besliyor.Romantik misin realist mi? Realist ağırlıklı, romantiklik de var. Âşık mısın şimdilerde? Bir ilişki özelinde sorarsan değilim ama aşkı pek çok şeye duyabiliyorum; meslek aşkı, müzik aşkı, prodüktörlük aşkı, aileme, arkadaşlarıma duyduğum aşk, ekip arkadaşlarıma duyduğum aşk, hayvanlara duyduğum aşk, İstanbul’a duyduğum aşk... Yani eğer aşkı iki tarafından ele alacak olursak deli âşığım. İkili ilişki istemiyor musun yani? Yoo, neden istemeyeyim, güzel bir şey. Uzun süreli bir ilişki yaşadıktan sonra biraz durmanın ve kendi kendine kalmanın sağlıklı olduğunu düşünüyorum. O yüzden kendime bu izni verdim, hatta izin süremi de geçtim.Filmde kadınların maruz kaldığı psikolojik ve fiziksel şiddeti görüyoruz. Sen bunlara maruz kaldın mı? İlişkide fiziksel şiddet yaşamadım. Ama psikolojik şiddet geniş kapsamlı. Sadece ikili ilişkide olan bir şey değil, yaşamışlığım vardır. Hiç aldattın mı ya da aldatıldın mı? Bildiğim kadarıyla olmadı. Aldatmadım da…Suudi Arabistan’da doğdun değil mi? Evet. Baban oralı mı? Değil, baba tarafım Selanik göçmeni. Babam elektrik mühendisiydi, oraya göreve gitmiş. Ben de onlar oradayken doğmuşum. 4-5 yaşına kadar orada yaşadım. Sonra İzmir... Babam İstanbul’da yaşıyor ailesiyle beraber, kök olarak da İstanbulluluk var onlarda. Anne tarafım Ankara’da, annem çok küçük yaşta Urfa, Siverek’ten Ankara’ya geliyor. 18 yaşındayken Ankara’da anaokulu açıyor. Babam askerlik yaparken Ankara’da tanışıyorlar. Sonra Arabistan dönemlerinde Çeşme’den bir yazlık alıyorlar ve İzmir’i çok beğenip “Buraya yerleşelim” diyorlar. Ben de böylece İzmir’de büyüyorum.Ailede oyuncu yok. Senin ilgin nereden? Küçükken ‘Fame’ dizisine rastladım. Konservatuvar ortamı, dans, müzik… Delirdim, hayat amacımı bulduğumu hissettim. Kaç yaşındaydın? 3 falan (gülüyor). Yok artık… Tabii. O yaşta kalorifer peteğine bacağımı koyuyorum falan. Evdekiler anladı, hemen beni küçücük yaşta baleye götürdüler. Bale 7 yıl devam etti. Lisede müthiş bir öğrenci oluyorum, notlarım tepede, bir yandan modern dans, bir yandan halk oyunları... Sonra bir gün bir derse girmedim, okulda dolaşıyorum, ‘My Fair Lady’ müzikali için seçme olduğunu gördüm. O zamana kadar oyunculuk deneyimim yoktu. “Çiçekçi kız rolü var. Bize bu çiçeği satar mısın” dediler.Satabildin ve her şey başladı mı? Aynen. O çiçeği sattım, “Karakteri bulduk” dediler. Şarkılar söylüyoruz, dans ediyoruz, yapmak istediğimi bulduğumu düşündüm. Dokuz Eylül Oyunculuk Bölümü sınavına girdim ve oyunculuk başladı. Çok zayıfladın, kaç kilo verdin? Aşırı kilo vermedim aslında ama 12 kilo benim minyonluğumda bir insan için bayağı bir değişim. Bir de benim bacaklarım oldum olası çok zayıftı, bütün kilom göbeğim ve yanaklarımda toplanmıştı, bölgeseldi yani.Kilolu ve komiksen jönfi değil de sempatik kadın rolü gelebiliyor. Bunları yaşadın mı? Kilo verirken motivasyonlarımdan birincisi sağlıktı. Ama ana motivasyonlarımdan biri de komedinin bununla, yani kiloyla alakalı olmadığını anlatabilmekti. Yani bakın hâlâ komedi yapabiliyoruz.Böyle düşünenler var mıydı? Hiç beklemediğim, kafa yapısını çok ileride gördüğüm insanlarda bile o endişeleri gördüm, “Yapmayın” dedim. Bir taraftan da bana ‘güzel kadın’ rolleri gelmeye başladı. Senin amacın o değildi ama değil mi? Ben sadece güzelliğiyle bir aşk hikâyesinin içinde yer alan kişi olmak istemiyorum. Öncelikle sağlığım için, sonra da rol skalamın genişlemesi için kilo verdim. Kendini seksi buluyor musun? Kendimi kilolu zamanlarımda da güzel, tatlı, dozunda seksi ve özgüvenli bulmuşumdur. Ama benimle ilgili söylenecek ilk şey seksapalitem değildir.Nedir ilk söylenecek şey? Empatimin, sorumluluk bilincimin yüksek olduğu, güvenilir olduğum söylenir. 30’lu yaşlardasın… Ben yaş kavramını 19’da falan reddettim. Neden? Yani yaş dillendirmenin insanlara zarar verdiğini, limitlediğini düşünüyorum. Etrafıma bakıyorum, gencecikler “Yaşlandık” diyorlar. Bunu söyleyerek onun enerjisini kendinde yaşatıyor. Tam tersi kendini genç, dinamik hissetmek istiyorsan buralarda hiç gezinmemelisin. Dilber Ay’ı insanlar 55 yaşından sonra tanıdı, hiçbir şey için geç değil.Peki, şimdi hayatın nasıl bir dönemindesin? Bundan iki sene önce konuşsak, sana “Hayat çok güzel” derdim. Ama benim de bir şeyleri yaşamam gerekiyormuş çünkü çok naif bir tarafım vardı. Her gördüğüme “Bu çok iyi bir insan”, “Çok tatlı bir insan” demeyi alışkanlık edinmiştim. İnsanları sevmek istemiştim. Bu arada insanları hâlâ çok seviyorum zaaflarına rağmen. Ama zarar görecek mekanizmadan da artık kendimi çıkarıyorum. Bunu artık sezebiliyor musun? Seziyorum, asla aptal biri değilim, her şeyin farkındayım. Ama insanların yaptıklarını olumsuz şeylere yormamaya çalıştım hep. ‘Bugün böyle bir haldedir’, ‘Onun da yaşadığı şeyler vardır’ diye düşündüm. Hep bahaneler buldum; yoksa riskleri gördüm, kondurmak istemedim. Şimdi nötr bir yerden bakıyorum, duygusallığımı bu anlamda biraz daha törpüledim bu dönemde.