Alabora'dan olay sözler: Sanat ahlaksızlıktır
Abone olYurt Gazetesi'nden Derya Demir, genç nesil tiyatrocular arasında önce çıkan Memet Ali Alabora ile konuştu.
İstanbul Devlet Tiyatrosunca sahnelenen “Çirkin” adlı anne ve oğul
arasındaki ensest ilişkiyi konu alan oyuna yapılan eleştirilere
karşı “Sanat toplumun ahlakını bozmak için
çalışır” diyen Alabora Türkiye korku ülkesi diyerek
Türkiye'nin bugününe ilişkin görüşlerini Yurt Gazetesi'nden Derya
Demir'e anlattı.
Şiddet ve cinsellik olaylarının medyada yer buldukça artıyor olmasına anlam veremediğini belirten Memet Ali Alabora, "Daha az haber yapıldığında şiddet olayı azalacak mı? Asıl sorun meselenin kendisidir" dedi.
Alabora "Osmanlı'yı tanımayan, ecdadı olarak görmeyenler var. Siz ne düşünüyorsunuz?" sorusuna ise, "Tarih istediğiniz yerinden alıp, istediğiniz yerden kesebileceğiniz Bir şey değil" diyerek yanıt verdi.
Söyleşi: Derya Demir
Kadına yönelik şiddet olayları medyada yer buldukça
olayların sayısının arttığına da dikkat çekiliyor. Haberlerde yer
almasının bile özendirici olduğu düşünülüyorken çarpık ilişkilerin
konu edildiği oyun ya da filmlerin de özendirici olabileceğini
düşünenler biraz da haklı sayılmazlar mı?
Daha az haber yapıldığında şiddet olayları azalacak mı yani. Gerçekten benim aklım almıyor. Bunlar meselenin kendisi ile ilgilenmiyorlar. Asıl mesele ensestin kendisidir. Asıl mesele kadına şiddet olayıdır. Önce bunları dikkate almak gerekiyor. En sert yasalar çıkarılmalı bunun için. Af çıkarmasınlar karısına şiddet uygulayanlara. Ondan sonra haber yapılınca artıyor mu artmıyor mu olayların sayısı, sonra düşünsünler.
DİZİLER TOPLUM AHLAKINI DEJENERE EDİYOR
Dizilerde de çarpık ilişkiler konu ediliyor. Sizin meslektaşlarınız da bir öz eleştiri yapıyor. Dizilerin toplum ahlakını dejenere ettiği konusunda sektörün içinden de görüşler var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Sanat toplum ahlakını bozmak için çalışır zaten. Sanat ahlakla ilgilenemez. Sanat ahlakla ilgilenirse ileri gidemez ki. Sanat ahlakı dinlemeyen, ahlaka aykırı işler yapmaktır. Ahlak insanları belli bir yerde tutmaya çalışır. Ahlak değişkendir. Biz bugün 300 yıl öncesinin ahlak anlayışıyla yaşamıyoruz. Bugün biz bambaşka bir ahlakla yaşıyoruz. Ahlakın sınırları sürekli değişir ve insana göre belirlenir. Sanat hiçbir dönemde ahlaka uymaz. Sanatın ahlaklı olmak gibi bir derdi yoktur. Sanat ahlaklı olma zorunda değildir. Sanat kendini toplumun değerlerine göre ayarlamaz. 21. yüzyıla gelene kadar düşünce, ifade özgürlüğü kazanmadık mı. İfade ve düşünce özgürlüğünün olduğu bir toplumda sanatın kendisini topluma göre organize etme yükümlülüğü yoktur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bununla ilgili kararı vardır. “Söylenen bir söz toplumun bütün değerlerine aykırı olabilir, kimi kesimleri rahatsız edebilir, çok ajitatif ve provakatif olabilir, şiddete davet etmediği sürece söylenmelidir.” Bu kadar. Bunun üzerine Türkiye'nin aldığı bir sürü ceza var.
OSMANLIYI ECDADI OLARAK GÖRMEYENLER VAR
Osmanlı tartışması yaşanıyor. Kimi zaman gündem oluyor. Osmanlı'yı tanımayan, ecdadı olarak görmeyenler var. Siz?
Osmanlıyı inkar edemezsiniz. Ben Türk tiyatrosu oyuncusuyum. Türkiye'deki ilk Türkçe tiyatro 1840 yılında oynandı. Galatasaray Lisesi'nin karşısında köşede, sarayın desteği ile yapılan Naum Tiyatrosu'nda oynandı. 1840 yılında Ermeni bir topluluk ilk kez Türkçe tiyatro
oynadı orada. Türkiye'nin ilk kurumsal tiyatrosu 1870 yılında
Güllü Agop olarak tanınan tiyatrocu Agop Vartovyan tarafından
kurulan Tiyatro-i Osmaniye'dir. Güllü Agop tiyatro sanatı alanında
benim ecdadımdır. Bu topraklarda Türkçe tiyatro yapmışlardır.
Ermeni kökenli Güllü Agop ile Rum kökenli Teodor Kasap Türkçe
tiyatronun nasıl olması gerektiğini tartışıyorlar. Onlar benim
öncelerimdir. Sonra Muhsin Ertuğrullar var. Şimdi ben kendimi
nereden itibaren koparacağım. Nereden sonrası bize, nereden sonrası
bize ait değil. Benim büyük dayım Klasik Türk müziği bestecisi
Selahattin Pınar, babamın dayısıdır. Selahattin Pınar'ın da ecdadı
Dede Efendi, Itri'dir. Onlar olmasa o olmaz. Ben mimari hayranıyım.
Mimar Sinan ya da Pir Sultan Abdal. Pir Sultan Abdal Osmanlı devlet
yönetimiyle mücadele eden ve muhalif duran bir değer. Tarih
istediğiniz yerinden alıp, istediğiniz yerden kesebileceğiniz Bir
şey değil. Kültürel kodlarınız, kültürel üretimizni içinde var
olan, varlığını sürüdren bişey. Evliya Çelebi, Nasreddin Hoca'dan
kendinizi nası koparacaksınız. Yediğiniz yemekleri ne yapacaksınız?
Hünkar Beğendi, İmam Bayıldı, Vezir parmağını yemeyelim mi. Nereden
koparabilirim ki kendimi. Osmanlı denilince üç beş padişahla
sınırlanmamalı.
BİZ ŞEHRİN HİÇ BİR ŞEYİNE SAHİP
ÇIKAMIYORUZ
Emek Sineması'nın kapatılması kararı sanatçıların büyük tepkisini çekti. Yerine sinema salonları yapılacak. Neden tepki gösteriyorsunuz diyenlerde var?
Şimdi çok basit bir şey söyleyeceğim. Buradaki mesele üç beş sinemaseverin bir tiyatro salonuna sahip çıkması değil. Buradaki temel mesele bir kenti kent yapan buranın sadece tarihi, denizi, balığı değil. Bu bütüncül bir meseledir. Gerçi biz bu şehrin hiçbir şeyine sahip çıkamıyoruz ya. Bakın, bu kentin ormanına sahip çıkılıyor mu. Bir kenti kent yapan öncelikle doğası ve insanıdır. İstanbul'u boşaltın, yeni insanlar getirin. Artık aynı İstanbul'dan söz edilebilir mi. Doğa ve insanın yanında kültürde bir kenti kent yapan unsurdur. Kültürün, sanatın temel öğesi de mimaridir. O kentin mimarisidir. Sonra o mimarinin içerisinde cereyan eden şeyler unsurlar vardır. Yeme içme kültürü bunların başında gelir. Şimdi bu kentin
doğasına sahip çıkılıyor mu. Hayır. Yol yapılacak diye kentin son ormanlık bölgesi Kuzey ormanları yok edilecek. Birçok ağaç inşaatlara feda ediliyor. Lüfer için kampanya yapıyoruz. Birşeyler yapılıyor ama bu da tam anlamıyla kapsamlı olmuyor. Tam olarak sahip çıkılan bir meseleye dönüşmüyor. Son 20 yıl içinde Türkiye'de yapılmış ve dünyaya da kültürel bir değer olarak gururla gösterebileceğimiz, bir projemiz varsa bana göstersinler. 36 yaşında bir adam olarak benim çocukluğumdan bu yana sürekli gittiğim bir yer kalmadı. Restaurant, kültür merkezi, sinema, spor salonu da dahil. Bir kent bu kadar da dönüşmez. O zaman biz Londra, Paris, New York gibi olduk diyemeyiz. Çünkü biriktirdiğiniz bir şey kalmaz. Emek Sineması'na Beyoğlu'nda büyümüş biri olarak 1983 yılında her hafta sonu gitmeye başladım. Galatasaray'da basketbol oynuyordum. Altı yaşından itibaren her hafta sonu Beyoğlu'na giden, ayağı Beyoğlu'ndan çekilmemiş biri olarak benim Beyoğlu'na gitmem için neden giderek azaldı. Dükkan, pastane yok. İnci Pastanesini başka bir yerde Allah'tan açtılar. Şimdi Emek sineması da olmayacak. Beyoğlu başka bir kimliğe bürünecek. Bir bellekten söz
ediyoruz. Aynı şey İnönü Stadyumu için de geçerli. İnönü Stadyumu'nun yenisini yapmayın. Orası İtalyan bir mimarın, modernist mimarinin çok önemli estetik değeri olarak oraya yapılmış bir eserdir. Beşiktaş'ın bir stadyuma kesinlikle ihtiyacı var. Galatasaray gibi kentin dışında konumlandırılacak, kolay ulaşımı olan bir yere çok rahatlıkla yapılabilir. Aynı tartışma Atatürk Kültür Merkezi için de yapıldı. Bu bina çirkin denildi. Kime ve neye göre çirkin? Yarın öbür gün Büyük Postane için de “bu ne kadar çirkin” diyerek onu da ortadan kaldıralım. Neye göre daha güzeli ve daha iyisi yapılıyor. Burada başka bir problem daha var. Türkiye'de kültür alanını ya devlet yapacak, ya özel sektör yapacak diye algılanıyor. Oysa kamu var. Devletin değil, kamunun olması gerekiyor. Serkıldoryan binası bize ait bir bina. Emekli sandığının ve daha sonra sosyal güvenlik kurumna devredilmiş yani kamuya ait bir bina. O zaman sadece ve sadece kamu yararına kullanılması gerekir. Bir firmanın insiyatfine bırakılmamalıdır. Burası çok rahatlıkla yine özel sektörün de içinde yer alabileceği çeşitli şekillerde, ama kamu yararına yapılacak kamu finansmanın da öne çıkacağı, bağımsız bir yapı olarak, kamuya doğrudan hizmet verecek bir kültür merkezi haline getirilebilirdi. Niye bu kadar inat edildi ben anlamıyorum.
RÖPORTAJIN DEVAMI DİĞER
SAYFADA...
TIKLAYIN!..
[PAGE]
Her akşam siyasi hiciv programı Heberler ile ekrandasınız. 500. bölümünüzü de canlı yayınla kutladınız. Türkiye gündemini mizahi bir uslupla ele alıyorsunuz. Politik bir kabare diyebiliriz yaptığınız iş için. Sizin muhabirlik geçmişiniz var. Habercilik yapmaya devam ediyorsunuz bir anlamda da.
Ben hem yazı ekibindeyim hem de heber bölümünün editörüyüm. Daha önce edindiğim tecrübeyi burada kullanabiliyorum. Heberler'in yazarı Ümit Alan şunu söylemişti. “İlk yıl bu programı yapmaya çalışırken gazetelerden haberleri alıp bunları dönüştürüyordum. Yavaş yavaş artık merkez medyada haber bulamamaya başladım. Artık kaynağım alternatif haber siteleri olmaya başladı.” Artık daha alternatif mecralarda dolaşmak zorunda kalıyoruz. Bazen işte bu olay gündeme oturur dediğimiz haberler merkez medyada yer bulmuyor. Biz kafaları ajite etmeye çalışıyoruz. Provoke etmeye çalışıyoruz. Provakatörüz biz.
Oyuncular sendikasının başkanlığını yapıyorsunuz. Sektörün sorunlarına ne kadar çöüzm bulabildiniz?
Bizim dört temel meselemiz var. 4 A kampanyamız var. Yani oyuncuların çalıştıkları işlerde 4 A'lı, SSK'lı olmalarını sağlamak. Bu aslında çalışma koşulları için yürüttüğümüz faaliyetin temelini oluşturuyor. İşçi statüsündeki oyuncu mola, mesai saatini, yemek saatini, ücretini iş kanunu çerçevesinde alabiliyor olacak. SGK bir genelge yayınladı. Bu genelgede net olarak oyuncuların, yapımcıları tarafından sigortalanmaları gerektiğine hükmediyor. Dolayısıyla da uzun zamandır oyuncular sendikası olarak verdiğimiz çalışma SGK tarafından da net olarak tescillenmiş oldu. Biz bütün setleri gün be gün takip ediyoruz. Çalışma saatleri ve çalışma koşullarını takip ediyoruz. Her gün gündelik olayalara müdahil olmaya çalışıyoruz ve daha genel bir müdahaleyi de çok yakında gerçekleştireceğiz.
Çocuk oyuncuların sayısı hergeçen gün artıyor. Onlar için ne yapılıyor?
Çocuk oyuncular için de bir kampanya hazırladık. Çalışma Genel Müdürlüğü ve İLO (Uluslararası Çalışma Örgütü) ile birlikte hareket ediyoruz. Bunun için tanıtım filmlerini çektik, yasamızı ve yönetmeliğimizi hazırladık. Çocuk oyuncuların setlerde yasal bir düzenleme içinde bulunması için çalışıyoruz. Şu anda herhangi bir çocuk oyuncunun herhangi bir sette çalışması kanuna aykırıdır. Bunun kanuna uygun ve de düzenlenen bir şekilde yapılması, çocuk oyuncuların setlerde psikolojilerinin ve fiziksel şartlarının dünya standartlarına göre sağlanabilmesi için çok ciddi bir çalışma yaptık. Bu da bir yasa olarak meclis'e gidecek. 4857 numaralı İş Kanunu'nun 71. maddesine bir ek yapacağız. O ekle birlikte bu da düzenleniyor olacak. Bununla birlikte bir iş sağlığı ve iş güvenliği kampanyası yapıyoruz. Setlerimizdeki iş sağlığı ve iş güvenliği ortamının bir klavuz doğrultusunda hayata geçirilebilmesi için çalışıyoruz. Bir de mesleki yeterlilik kurumu ile oyunculuk mesleğinin tanımlanması için çalışıyoruz.
Dizilerde göremiyoruz sizi. Neden?
Vakit yok. Dizi setleri özlenecek durumda değil. O yüzden özlemiyorum. Galip Derviş dizisinde bir bölüm konuk oyuncu olarak oyandım. Bir bölüm de olsa yıllar sonra bir dizi setinde vakit geçirmiş oldum. Önümdeki dönem için bir dizi de oynamak gibi bir planım yok. Şu anda hayatım üçe ayrılıyor. “Mi Minör” adlı tiyatro oyunumuz var. Geçtiğimiz hafta sezonun son oyununu sahneledik. Yeni sezona hazırlık yapacağız ve yaz sezonunu da değerlendireceğiz. Gerek yurt içi gerek yurt dışı turneleri için çalışıyor olacağız. “Mi Minör” dışında “Heberler” hayatımda önemli bir zaman dilimini kapsıyor. Bunun dışında bir de Oyuncular Sendikası ve faaliyetlerimiz var.
İstanbul'da her adım başı alışveriş merkezi var ve buralarda sinema salonları da var. Dolayısıyla eskiye oranla sinema salonlarının sayısı arttı ve alışveriş yapmak isteyenlerin hemen burnunun dibinde, gençlerin uğrak yerlerinde sinema salonları olması bir anlamda avantaj değil mi?
Düzayakla girilecek bir tane sinema salonu kalmadı. Sadece sinema salonu niteliği ile gittiğimiz salonlar yok artık. Sinema da alışverişin bir parçası oldu. İstanbul'da bir tane müstakil binası olan sinema kalmadı. Atlas var, onu da yakında taşırlar, daha iyisini yapıyoruz diye yıkarlar.
Müstakil sinemalar kalkınca siz de film izlemeyeceksiniz anlaşılan.
Ben de alışveriş merkezleri içindeki sinemalara gitmek durumunda kalıyorum. Bizim de kültürel kalkınmamızı bir daha oturup revize etmemiz lazım. Bizim ne alt yapımız, ne üretimimiz ne de tüketimimiz dünyanın herhangi büyük kenti ile yarışabilecek durumda değil. Biz İstanbul için atıp tutuyoruz ama bunların hiçbiri gerçekliği yansıtmıyor. Rakamlar ortada. Ne tüketim, ne üretim ne de altyapı olarak yarışamayız. Bırakın büyük şehirleri, sınırları Beyoğlu kadar olan Rotterdam şehriyle bile yarışamayız. 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olduk da ne oldu. Çoğu Avrupa Kültür Başkenti olan şehirlerde bu etkinlikten geriye bir ya da iki tane çok iyi kültür merkezi kaldı. İstanbul tam tersi eksildi. Bize 2010'dan bir kültür binası bile kalmadı.
Türk tiyatrosu demode kaldı diyen Armağan Çağlayan haklı mı?
Tiyatroyu hiç bilmeyen birinin söyleyebileceği sözler bunlar. Bugün o kadar çok alternatif tiyatro ve o kadar çok iyi iş var ki bunun ne kadar seyirci bulup bulmadığı ile ilgilenebiliriz. Türk tiyatrosu kendisini yenileyebilmek için çok ciddi oranda alternatif iş üretti. Bugün İstanbul tiyatro sahnesinde çok alternatif oyunlar var ancak hepsi çok küçük mekanlarda gayet güzel işler yapmak zorunda bırakılıyorlar. Dediğim gibi bir alt yapı sorunumuz var ve bu tiyatroları destekleyebilecek ve tiyatroların varlıklarını sürdürmeye yarayacak bir destek mekanizmamız yok. Bu sadece tiyatroya özgü bir şey değil. Zannedilmesin ki biz çok sinema bileti kesiyoruz. Bizim kültürlenme ile ilgili rakamlarımız çok düşük. Konserlerde de öyle. Kültürlenme talebinin yaratılması için bir çalışma da yok. Tiyatro seyircisinin sayısının giderek düştüğü bir üniversitenin yaptığı araştırmada ortaya çıkan bir gerçek.
AVM'lerle birlikte salonların sayısı artıyor, talep var demek ki?
Alternatif sinemalar yok. Koskoca İstanbul'da klasik filmler gösteren sinema salonu yok. Bağımsız filmler gösteren sinema salonları yok. Bağımsız olanlar vardı, kapanıyorlar onlarda. Vizyondaki filmleri değil, Avrupa sinemasını gösteren, Amerikan bağımsız filmlerini gösteren, eski filmleri gösteren sinemalarımız var mı. Yok. Alışveriş merkezleri içinde alışverişe yönelik sinema yaratıldı ve bu nedenle sinema sektörü tekelleşti. Birçok bağımsız Türk yönetmen filmlerini sokamıyorlar. Çünkü karar vericiler çok belli. Sinema sektörüne katkı var ama sinema sanatına katkı tartışılır.
Alman yazar Marius von Mayenburg tarafından kaleme alınan Çirkin adlı tiyatro oyunu anne ile oğul arasında ensest ilişkiyi konu aldığı için çok eleştiriliyor. Ensest ilişki çok doğal ve sıradan gösteriliyor ve grup seks de mizah kılıfı altında sunuluyor diyerek eleştiri oklarına hedef olan oyun hala İstanbul Devlet Tiyatrosu'nca sahneleniyor. Çok tartışıldı. Siz ne düşünüyorsunuz?
Ensest ilişki konusunda soru yöneltilmesi gereken ilk insan Meltem Arıkan'dır. Meltem benim rol aldığım oyun “Mi Minör'ün” de yazarıdır. 2004 yılında yazdığı “Yeter Tenimi Acıtmayın” ensesti anlatan bir roman olarak çıktı. Toplatıldı ve yasaklandı. Sonra serbest bırakıldı ve Meltem'e düşünce özgürlüğü verildi. Kitap yeniden basıldı ve arka kapakta savcının iddianamesi de var. Orada savcı resmen “Türk ailesinde ensest olmaz, siz olmayanları yazıyorsunuz” dedi. Ensest Türkiye'de inkar edilen ve eğitimle hiç alakası olmayan, fevkalade eğitimli ailelerin de hayatlarında olan şiddetin en baskın davranış biçiminden birisi. Her zaman da iktidarları rahatsız edecektir. Ensest başlı başına kendi bedeninde iktidarı yaşayamayan adamların iktidar mücadelesi verirken kendi kanlarından olan insanlara bile bu baskıyı yapmalarının nedenidir. Onun için her zaman rahatsızlık verir.
Doğru mudur tiyatro sahnesinde hiçbir toplumda kabul edilmeyen böylesine çarpık bir ilişkinin sahnelenmesi. Üstelik çocuk yaşta izleyicilerin de olabileceği düşünülürse... Özendirici olur diyenler var.
Hayatta olan herşey sahnede de olur. Orada mesele ensesti kullanmak olamaz ki. Belli bir yaşın altındaki çocuklar o oyunlara alınmazlar. Özendirici olur diye düşünenler tamamen sapık. Ensest ilişkilerin olduğunu söyleyenler yapanlardan daha çok yargılanır hale geldi. Ensesti özendirmek ne demek. Birinin hiç ensest yapası yokmuş bununla ilgili kitabı okuduktan ya da oyunu izledikten sonra “ben akşam kızımı ziyaret edeyim” mi diyecek. Böyle bir şey olabilir mi.