Akşener, suskunluğunu bozdu

Abone ol

Akşener, o karanlık dönemi ve o dönemde hükümette iken yaşadıkları ilginç olayları anlattı..

Türk devletinin içinde kendine bir yer, bir pozisyon bulmuş olan bazı insanların yaptıkları rezilliklerin üstü genellikle örtülmüştür. Bu tür davranışların, sözlerin, ilişkilerin hesabının sorulması, bunların tartışılması engellenmiştir. Ama bu kez Vatan gazetesinde Bilal Çetin'in hazırladığı '28 Şubat' yazı dizisiyle, bu yakın dönem üzerindeki kapak çabuk kalktı. Böylece 28 Şubat sürecinde meydana gelen olayların perde arkası, kapalı kapılar ardında yaşanan tüyler ürpertici olaylar, söylenen iç bulandırıcı sözler tartışmaya açıldı. O dönemde bazı generallerin neredeyse bağımsız grupçuklar oluşturduğu, keyiflerince davrandığı, ülkeyi yönetenlere tehditler yağdırdığı, hatta bakanları çirkin sözlerle korkuttuğu gazete sayfalarına yansıdı. Bu tehditlerden en çirkinine muhatap olan Meral Akşener, o dönemde İçişleri Bakanı'ydı. Radikal Gazetesi, 28 Şubat döneminde hakkındaki suçlamalar vatan hainliğine kadar uzanan Meral Akşener'le 28 Şubat sürecini, o dönemde kendisine generallerle ilgili gelen belgeleri, bu belgeleri ne yaptığını, kendisini kimin tehdit ettiğini, 28 Şubat'ın nedenlerini ve sonuçlarını konuştu.
28 Şubat sürecinde siz içişleribakanlığı koltuğundaydınız.Askeri bir darbe hazırlığı olduğunadair ilk bilgi size ne zaman geldi?
Askeri bir darbe şekliyle değil de, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde bir grup tarafından rutin dışı, kanundışı bir örgütlenme çalışması yapıldığına dair bir belge geldi bana. Yani ordunun içinde kanuni dayanağı olmayan bir birim kurulmuş ve bu birim faaliyette bulunuyor. Batı Çalışma Grubu'nun varlığını ortaya koyuyordu bu belge. Elimize 28 Şubat MGK toplantısından sonra nisan ayı sonlarında geçti. Genelkurmay'ın bünyesinde yapılan bu örgütlenme çalışmasından, zannediyorum o dönemde Genelkurmay Başkanlığı'nın bile haberi yoktu.
Hangi kanaldan geldi bilgi size?
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'ndan tamamen yasal bir sistem içinde geldi.
Peki ordu bütünüyle mi darbeye hazırlanıyordu? Yoksa darbeyi isteyen bir grup general miydi?
Bana göre küçük bir gruptu ama o dönemde bu grubun sesi daha çok çıkıyordu. Niye sesi daha çok çıkıyordu derseniz, cevabı İstanbul'dur. 28 Şubat sadece Silahlı Kuvvetler'in bir hareketi değil. İş daha komplike. TSK'nın bünyesinde kişisel hesabı olan insanlar vardı ama TSK'nın bir kurum olarak rejime ilişkin samimi endişelerini tetikleyen kesimler de vardı. Bu işin içinde, sistemden beslenen ve bu sistemin elinden kayacağından endişe eden İstanbul'daki sermaye sahipleri, medya ve sivil toplum örgütleri vardı.
Niye?
Çünkü o dönemde hem dünyadaki globalleşme hem de AB ile ilişkilerdeki gelişme, İstanbul'daki sermayeyi uluslararası rekabet ortamına itiyordu. O günlerde bana gelen bir teknik bilgiye göre, birçok sanayimizin fabrika başına 350 milyon dolarlık bir yatırıma ihtiyacı vardı. Yıllarca ithal ikamesi mantığıyla korunmuş olan sermaye eski güzel günlerini özlüyordu.
Vatan gazetesinde Bilal Çetin'in hazırladığı 28 Şubat'la ilgili yazı dizisinde, darbeyi isteyenlerin orgeneral Çevik Bir ile oramiral Güven Erkaya'nın başını çektiği bir grup general olduğu, zamanın Genelkurmay Başkanı'nın buna karşı çıktığı yazıldı. Size gelen bilgiler de bu doğrultuda mıydı?
Batı Çalışma Grubu'na sahip çıkan o dönemin komutanlarına baktığınızda, bu birimin Deniz Kuvvetleri bünyesinde kurulduğunu görüyorsunuz. Ama kavganın sosyolojik temelleri aslında çok daha derinde. Seçkinci bir ruh hali bu. Şerif Mardin, 'Cumhuriyet trenine mütegallibe bindi. Bürokrat bindi. Halk binemedi' diyor. Halkın o trene bildirilebilmesi meselesi bu. Demokratik bir ülkede halkın hür iradesiyle verdiği oyu yok sayamazsınız. Eğer Refah Partisi geleneğinden rahatsızlık var idiyse, onu geriye çekmenin, iktidarı değiştirmenin yolu sandıktır. Bunu da rakip siyasi partiler yapar. 28 Şubat sürecinde ise sakat bir mantık söz konusu. Ama bu, sadece Çevik Bir, rahmetli Güven Erkaya ve arkadaşlarıyla ilgili değil. Aynı seçkinci ruh hali sivil toplum örgütlerinde de vardı. Biz bunu da sorgulamalıyız.
Darbe hazırlığında olan generallerin izlenmesi için polis istihbarata talimat vermek için Başbakan'dan izin aldınız mı yoksa bu sizin fikriniz miydi?
Talimat diye bir şey yok. Emniyet İstihbarat'ın da kendi iç hizmet kanununa göre bir görevi var. Demokratik yapının korunmasına yönelik içle ilgili çalışma yapmak onun görevi. Dolayısıyla iç hizmet kanununun kendilerine verdiği yetkiyle onlar görevlerini yerine getirdi. Bana getirilen dosyayı ben kimseyle paylaşmayıp, sümenin altına koyabilirdim. Koymadım.
Polis istihbaratın başında o zamanlar Bülent Orakoğlu vardı. Polis istihbaratı, generalleri izlemekten çekinmedi mi?
General izlenmesi diye bir şey yok. Çevik Bir'in peşine adam takılmadı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içinde böyle bir hareketi hoş görmeyen, kurumun kimliğini düşünen insanların da aldığı tedbirler var. Bence, bu rutin dışı yapıyla ilgili TSK'nın içinde bir rahatsızlık oldu ki, böyle bir dosya hazırlanabildi. Zaten teknik anlamda baktığınızda, içeriden destek olmadan bu bilgileri toplamanız mümkün görünmüyor. Ama o zamanlar benim Genelkurmay'ı, Cumhurbaşkanlığı'nı dinlettiğim gibi saçma sapan iddialar ortaya atılmıştı, insanlar da buna inanmıştı. Böyle bir şey söz konusu değildi. Çünkü Cumhurbaşkanlığı'nın ve Genelkurmay'ın telefon sistemi çok farklıdır, teknik olarak dinlenemez.
Size gelen bilgiler nelerdi?
Bana gelen, TSK içindeki Batı Çalışma Grubu'na ait bir dosyaydı ve fişleme konusuna ilişkin bir belgeydi. Valilerden, siyasi parti yöneticilerine, gazetecilere, işadamlarına herkesin fişlenebildiği, hakkında bilgi toplandığı bir sistemden bahsediyoruz burada. Bu çalışmanın yasal dayanağı yoktu.
Darbe hazırlıklarıyla ilgili bilgileri aldıktan sonra ne yaptınız?
Ben İçişleri Bakanı'ydım. Böyle bir yapılanmayı gördüm, gereğini yaptım. Önce konuyu Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller'e, sonra Başbakan Erbakan'a bildirdim. Erbakan Cumhurbaşkanı Demirel'e, o da Genelkurmay Başkanı Karadayı'ya iletti. Hükümete karşı bir hareketti bu. 28 Şubat MGK' sından sonra zaten hepimiz bir rahatsızlık olduğunu biliyorduk. Bu konu o sırada devletin birimleri arasında deşifre oldu ama kamuoyuna yansımadı. Ama Refahyol düştükten sonra birdenbire bu belge Sabah gazetesinde yayımlandı. Ve ben, on beş gün boyunca vatan hainliğiyle suçlandım. Emniyet istihbaratın casusluk yaptığına yönelik yayınlar yapıldı. Bülent Orakoğlu tutuklandı. Sonra askeri mahkemede beraat etti. Sonuçta 28 Şubat'a karşı çıkan herkes bir bedel ödedi. Kimi işsiz kaldı, kimi hapis yattı.
Batı Çalışma Grubu'nun faaliyeti durdu mu peki?
Batı Çalışma Grubu başlangıçta Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde Güven Erkaya'ya bağlıydı. Mesut Yılmaz hükümeti bu birimi yasallaştırdı. Bu yapıyı, sivillerle destekleyip şu anda görevi hâlâ devam eden Başbakanlık Takip Kurulu'na dönüştürdü.
Vatan gazetesi, Çevik Bir'in size müsteşarınız aracılığıyla, "O kadını bakanlığının önünde yağlı kazığa oturturum" diye haber yolladığını yazdı. Böyle bir mesaj getirdi mi size müsteşarınız?
Evet getirdi. 'Bu lafı bir üst düzey general söyledi' dedi. Bana ilk başta bir isim verilmedi. Ben daha sonra öğrendim, bu lafı söyleyen Çevik Bir değil. Şimdi isimler üzerinde konuşmak istemiyorum ama bana bu çirkin lafı bir başka üst düzey general söyledi.
Ama bugün 'Çevik Bir söyledi' diye yazılıyor ve kendisinin de herhangi bir tekzibi çıkmıyor. Bu da çok ilginç tabii.
Bu tehdidi duyduğunuzda ne hissettiniz?
Çok öfkelendim. Hayatımda böylesine şiddetli öfkelendiğim çok nadir anlardan biri bu. Ben bir kadınım. Bir erkek çocuğu annesiyim. Aileler bu tip konulardan çok yaralanıyor. Beni mesajın ölüm tehdidi kısmı yaralamadı.
Ecele inanan biriyim, ecel hoş gele, sefa gele. Mesajın beni yaralayan kısmı, erkek egemen bakışlı olması. Eğer ben kadın değil, erkek olsaydım,
'Onu ipin ucunda sallandırırız ya da kurşun sıkarız' diye bana mesaj gönderirlerdi.
Bir generalin bu düzeyde ya da düzeysizlikte konuşabilmiş olması insanı şaşırtıyor. Çevik Bir hakkında ne düşünüyorsunuz?
Duygusal olarak çok sağlıklı bir platformda olmadığını düşünüyorum.
Çevik Bir'le bir gün karşılaşsanız elini sıkar mısınız?
Böyle bir şeyi söyleyen veya söyleyebilecek bir kişiyle el sıkışmam.
Siz Cumhurbaşkanı'yla, generallerin sizi tehdit etmesi konusunda görüştünüz mü?
Evet, görüştüm. Ben bu lafı kamuoyuna açıklamayı düşünmüştüm. Doğrusu oydu. Ama hem Demirel'de hem de hükümette, kurumların yıpranmaması gibi bir tutum ortaya çıktı.
Cumhurbaşkanı'na darbe hazırlıklarıyla ilgili bilgi verdiniz mi?
28 Şubat sürecinde benim Cumhurbaşkanı'yla görüşmelerim oldu. Demirel'in askerlerle ilişkilerini bilmiyorum ama bize hep daha mutedil, daha tansiyonu düşürücü olmamızı telkin etti.
Sizce hükümetiniz o durumda ne yapmalıydı, gerekli hamlelerin yapıldığına inanıyor musunuz?
Eğer biz 28 Şubat kararlarını yerine getirmeyeceksek niye imzaladık? Eğer bu kararlara karşı direnemiyorsak ve bu kararları da onaylamıyorsak istifa etmeliydik ve demokratik mücadele için halkın içine dönmeliydik. Ama o dönemde Çiller'in önceliği, bir an evvel Erbakan'ın yerine başbakan olmaktı. Erbakan'ın önceliği de 'Bize iktidarı vermezler' kanaatini ortadan kaldırmak ve partisinin meşruiyet sorununu çözmek için iktidarda kalmaktı. Nitekim Refahyol düştükten sonra yaptığımız demokratik mücadele halk tarafından hiç samimi bulunmadı.
Siz bana bir konuşmamızda 28 Şubat sürecinde yapılan MGK toplantılarında Hizbullah terör örgütünün özel olarak konuşulmadığını, adının sadece diğer terör örgütleriyle birlikte anıldığını söylemiştiniz. Eğer bir ülkede irtica tehlikesi varsa, irticanın terör örgütü olan Hizbullah'ın 28 Şubat sürecinde konuşulmamış olması tuhaf değil mi?
O konu yavaş yavaş tartışılacak.
Askerlerin Sincan'da tankları yürüteceği konusunda önceden bilgi edinmiş miydiniz peki?
Sincan'da düzenlenen Kudüs gecesine yönelik bir tavır olacağına ilişkin bir bilgi vardı ama tankların yürüyeceğine ilişkin bir bilgi yoktu. Bir gerginlik yaşanacağını biliyorduk. Çünkü o sırada irtica brifingleri veriliyordu.
Tankların yürüdüğünü öğrendiğinizde ne yaptınız?
Kudüs gecesi yanlıştı ve ben görevimin gereğini yaptım, Refahlı belediye başkanını açığa aldım. Tankları yürüten generaller ise emekli edilmedi ya da haklarında hukuki bir süreç başlatılmadı. Tatbikat yaptıklarını söylediler. Eğer siz bu cevabı Başbakan olarak kabul ederseniz, hükümet üzerinde psikolojik baskı yapmaya devam ederler tabii. 28 Şubat'ta sivil ve siyasi kadroların bir duruş problemi oldu. İktidar olmakla muktedir olmak arasında ciddi fark vardır. Refahyol iktidar oldu ama muktedir olamadı. Eğer aynı gerginlik Anayol hükümetinde de yaşanmış olsaydı, o da generalleri görevden alamazdı. Çünkü Türkiye'de siyasiler o gün muktedir değildi. Bugün ne kadar muktedirler, bilmiyorum.
Tanklar yürüdüğünde korktunuz mu peki?
Ben ecele inanırım. Bana ne olacak korkusu yaşamıyorsunuz ama Türkiye ile ilgili korkularınız oluyor.
28 Şubat'ı hazırlayan süreçte hükümetinizin hata yapmış olduğunu düşünüyor musunuz?
Daha dirençli olmalıydı. Kaçamak davranmamalıydı. '28 Şubat MGK'sının kararları yanlış, imzalamıyorum' diyebilirdi. İmzalamışsa ve uygulamıyorsa da istifa etmeliydi. O dönemde pek çok psikolojik harekât yapıldı. Brifingler ve gazete manşetleri vardı. 'Bir üst düzey askeri yetkiliden aldığım bilgiye göre' diye başlayan köşe yazıları vardı. Fadime Şahin ve Müslim vakaları vardı. Zaten psikolojik harekât dediğiniz şey kamuoyu oluşturmak ve muhatabınızı paniğe uğratmaktır. Bunlar yapıldı. Sanki bir toplumsal muhalefet varmış gibi göründü. O sırada psikolojik harekâtın parçası olarak irtica brifingleri veriliyordu. Ben o zaman valilere 'Böyle bir brifinge giden her valiyi başıma ne gelirse gelsin açığa alırım' dedim. Valiler çağrılmadı ama savcılar çağrıldı. Refah Partili Adalet Bakanı aynı tavrı göstermedi.
O günlerde irtica tehlikesi var mıydı gerçekten yoksa bazı askerler bunu darbe için bir bahane olarak mı kullandı?
Bazı askerlerde bu var. Çünkü irtica tehlikesi sosyolojik bir hadisedir. Sosyolojik hadise bir yıl ortaya çıkıp, bir sonraki yıl ortadan kaybolmaz. Ayrıca ülkede irticai terör hareketi varsa, bunun için devletin kanunları, savcıları, hâkimleri, polisleri var. Demokrasiler hukuki çerçeve içinde kendilerini korurlar. 28 Şubat sürecinde ise bazı kesimlerin samimi korkuları kışkırtıldı.
Ne gibi?
Ülkede rejimin değişmesi konusunda askerin samimi kurumsal endişesi bu süreçte tetiklendi, ortam bulanık hale getirildi ve Türkiye bu süreçte soyuldu. 28 Şubat'ı sadece askerlerin üzerine yıkmak doğru değil. Böyle yaparsak 28 Şubat'ın tekrarlanmasını önleyemeyiz. 28 Şubat'ın başka sorumluları, işbirlikçileri var. O dönemde siyasi işbirlikçileri, medya işbirlikçileri, sermaye, sivil toplum ve sivil bürokrasi işbirlikçileri var. 'Mürteci kovalayalım' denirken, bir iktidar yıkıldı, yerine başka bir iktidar kuruldu ve Türkiye'nin bu arada soyulduğu ortaya çıktı. Birileri durumdan vazife çıkardı, birileri de durumdan soygun çıkardı. Bankalar gitti, hortumlamalar oldu. 28 Şubat'ın özeti budur. Oysa 28 Şubat mantığının iki hedefi vardı.
Neydi bu hedefler?
Yakın hedef Refahyol'u düşürmekti. Başarılı oldu. Psikolojik harp yöntemleriyle hükümet yıkıldı. 28 Şubat'ın orta vadeli hedefi ise irticai kabul edilen çevrelerin iradesini kırmaktı. Başarılı olmadı. Erbakan'ın yol arkadaşları büyük çoğunlukla iktidarda bugün...
Günün Önemli Haberleri