Bizim hendekçiler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne iki ayrı
gerekçe ile başvuruyor.
Nedir o gerekçeler?
1- Türkiye, ülkenin Güneydoğu Bölgesi'nde PKK ile
mücadele adı altında Kürtleri sistematik bir şekilde öldürüyor. Bu
ölümlerin önüne geçilmesi...
2- Şırnak'ın Silopi, Cizre ve Diyarbakır'ın Sur
ilçelerindeki sokağa çıkma
yasağının kaldırılması...
Bugüne kadar önüne gelen her kararda Türkiye'yi suçlu görüp mahkum
eden AİHM, sunulan delillere baktıktan sonra kararını
açıklıyor:
"Sunduğunuz delillerden elde ettiğimiz sonuca göre, Türkiye
terör örgütü PKK ile mücadele ediyor. Bu nedenle sokağa çıkma
yasağı uygulaması da gayet yerindedir!"
Tam da böyle bir karar çıkmışken, 1100 akademisyen ortaya çıkıp,
bir bildiri yayınlıyor.
Bildiride, "Devletin bölge halklarına karşı uyguladığı
katliam ve sürgün politikalarından vazgeçmesi ve sorumluların
cezalandırılması” isteniyor!
Sonrasında yaşananlara gülsek mi ağlasak mı bilemiyorum.
Yurdun dört bir yanından üzerlerine yağan tükürükler bazılarına
geri adım attırıyor.
Savunmaları bir hayli ilginç:
"Yahu biz bu bildiriyi okumamıştık. Diğer akademisyen
arkadaşlar gönderince öylesine imzaladık!"
Erdoğan nefreti onları öyle kepaze, öyle rezil bir
hale getirmiş ki önlerine konulan bildiriyi okuma gereği bile
duymuyorlar.
Yeter ki Erdoğan aleyhine olduğu söylensin...
Elin akademisyenleri Mark Zuckerberg isimli kepçe
kulak birini yetiştirip sosyal medyada devrim yaptırıyor.
Bizimkiler hepi topu bir sayfalık bildiriyi okumaktan aciz!
"Okumadan imzalamışım" diyenlerin dışında kalanlar
ise bildiriyi eleştiren Erdoğan'a "Hitler"
benzetmesi yapıp, geri adım atmayacağını söylüyor.
Dikkatinizi çekerim!
Hepsi ama hepsi Erdoğan'a, "Erdoğan sayesinde"
küfür ve hakaret edebiliyorlar.
Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde çıkardığı yasaların verdiği
güvence sayesinde, fikir özgürlüğü adı altında küfür özgürlüklerini
kullanıyorlar.
Öyle bir Hitler, öyle bir diktatör ki...
15 -20 yıl önce böyle konuşanların cansız bedenleri, bir gün sonra
Sakarya'nın Hendek İlçesi civarında bulunuyordu. Şimdi O'nun
çıkardığı yasalar sayesinde milli ve manevi değerlerini ayaklar
altına alabiliyor, devlet ve millet düşmanlığının daniskasını
yapabiliyorlar.
Onlar her türlü hainliği yapınca sorun yok. Ama birileri
karşılarına dikilip, "Sizin bu yaptığınız vatana
ihanettir" deyince "Ama bu çok ağır bir itham
oldu" oluyor.
İşte tam bu noktada çıldırıyorum!
Türkiye'ye yönelik yıkıcı politikalarıyla ön plana çıkan Suriye,
İsrail, İran, Rusya, Ermenistan, gibi ülkelere destek
vereceksiniz.
Hem milleti, hem de milletin yanında olduğu liderleri istediğiniz
gibi aşağılayacak, keyfinize göre küfürlere hakaretlere
boğacaksınız.
Bunlarla yetinmeyip, bütün terör örgütleri ile kol kola
olacaksınız.
Her ne hikmetse, tam da terör örgütü PKK can çekişmeye başlamışken
ortaya çıkacak, terörle mücadele eden ülkenize "Katil
Devlet" diyeceksiniz.
Üstelik tüm bunları milletin verdiği para, devletin verdiği
imkanlarla yapacaksınız.
Sonra birileri size "hain" dediğinde "Ay
bu çok ağır olmadı mı?" diyeceksiniz! Vallahi dünyanın hiç
bir yerinde sizin gibilere "Aydın" ve
"Akademisyen" denmez.
Ne deneceğini biliyorum ama o da burada söylenmez!
******
Söz konusu akademisyenlerin gündeme getirilmesi çevredeki bazı
kesimleri haklı olarak rahatsız ediyor. "Yahu bunları niye
dikkate alıyorsunuz. Siz gündeme getirmeseniz bunları ciddiye alan
kimse olmaz" diyenler oluyor.
Hak vermemek mümkün değil.
Ben de zaman zaman, "Koray Çalışkan gibi bir zavallının her
bir zerresi aydın olsa kaç yazar?" demiyor değilim.
Zaten kendisini son seçimlerde "AK Parti 41 üstü alsın,
istifa ederim" dediği için akademisyen olarak kabul
etmiyorum. O, AK Parti sayesinde malulen emekli olmuş biridir benim
gözümde..
Ancak bir ayrıntıyı gözden kaçırıyoruz.
Bir zamanlar Emre Uslu ve Önder Aytaç isminde iki hain,
akademilerde geleceğin polislerine ders veriyordu. O polisler
yıllar sonra karşımıza cuntacı olarak çıktı.
Şimdi ise PKK sevicisi bu tip hocaların dersine giren yüzbinlerce
öğrenci var. Üniversiteler bu hocalar ve onların yetiştirdiği
öğrenciler sayesinde PKK ve DHKP-C'nin inlerine döndü.
Bataklık kurutulmadan bu sorunla başa çıkılamayacağını görmemiz
gerekiyor.
Bu nedenle, Erdoğan'ın üniversite yönetimlerine seslenerek,
"Bunların görevlerine son verin" sözünü çok doğru
ve çok yerinde buluyorum!