AK Parti'nin makinaları stop etti
Abone olAK Parti hükümetine yönelik artan eleştirileri gazeteci-yazar Ali Bayramoğlu değerlendirdi. Bayramoğlu'na göre iktidardaki boşluğu başkaları dolduruyor.
Türkiye'de her şey yolunda gidiyor gibi gözükürken, hükümet ani
bir politika ve söylem değişikliği yarattı. AB'ye çok mesafeli,
polis dayağı gibi antidemokratik uygulamalara destek veren, medyayı
suçlayan bir dil geliştirdi. 3 Ekim'de başlayacak olan AB ile
müzakereler için yapılması gereken hazırlıklara aldırış etmez oldu.
Ülkede yükselmekte olan içe kapanmacı, milliyetçi bir akımın
parçası haline geldi. AKP'nin dış dünya ile arasına mesafe
koymasıyla birlikte askerin siyasetle ilgili demeçleri de yeniden
başladı. AKP'yi sadece AB politikalarından dolayı destekleyenler
de, iktidarın gücünü ve niyetini sorgulamaya başladı. Türkiye
belirsizlik ortamına girdi. Ordu, İslamcılık, laiklik üzerine
çalışmalar yapan Kültür Üniversitesi'nde Türk toplumsal yapısı ve
sosyolojiye giriş dersi veren Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak'ta,
AKP'nin son politikalarının Türk siyasi hayatına nasıl
yansıyacağını araştıran yazılar yazdı. Kendisiyle AKP'nin değişen
tavrının nedenlerini ve Türkiye'de neler olabileceğini konuştuk.
AKP ile ilgili yazdığınız son yazılarda, bu partinin izlediği
politikaların kendisi için başarılı bir sonuç getirmeyeceğini
düşündüğünüz anlaşılıyor. İktidar partisi kendisini destekleyen dış
desteği yok etmeye uğraşıyor gibi. Dış dünyanın desteği olmadan AKP
iktidarda kalabilir mi? Son derece zor. Böyle bir durumda AK
Parti'nin meşruiyetinin çok zayıflayacağı, devlet içerisinde asli
güç olarak kalmakta çok zorlanacağı açık. AK Parti sonuçta İslami
bagajı olan bir parti ve seçimleri bu şekilde kazandı. Ama Avrupa
Birliği'ni temel hat olarak benimsedi ve kendi beklediğinin,
olduğunun ötesinde bir meşruiyet zeminine yerleşti. İslami kesimden
olmayan demokratlar, kentliler, TÜSİAD gibi toplumun ekonomik
güçleri, merkez medya ona değişim ve AB hattında ilerlediği için
destek verdi. Şimdi AK Parti, gücünün sadece kendisinden
kaynaklandığı yanılgısına düşmüş olabilir. Gücü sadece kendisinden
kaynaklanmıyor. AKP'nin gücü aslında nereden kaynaklanıyor? Gücü,
değişimci politikaların Türkiye'de yarattığı büyük uzlaşmadan
kaynaklanıyor. Nitekim son zamana kadar AK Parti'yi yaralayacak,
onu iktidarsız kılmaya çalışacak hamleler hep AB engeline takıldı.
Toplumun merkezi, entelektüeller, TÜSİAD ve merkez medya, AK
Parti'ye destek vererek, Türkiye'de demokrasi ve değişimin dışında
bir zeminin oluşmasına itiraz etti. Böylece Türkiye'de iç ve dış
dinamiklerin üst üste oturduğu bir toplumsal, siyasi uzlaşma ve
güven atmosferi oluştu. Ama şimdi AKP hükümeti AB ile arasına
mesafe koyuyor, niye? AK Parti makineleri stop etti. AB ile
müzakereleri yürütecek baş görüşmeciyi hâlâ seçmiyor. AB'den gelen
standart eleştirilere, 'Kim oluyor onlar' tepkisini veriyor. AK
Parti sanki rol değiştirdi. Eskiden bu müdahalelerin önemli
olmadığını söylerken, AB ile ilişkilerdeki mayınları temizleyen bir
öncü işlevi yaparken, denge noktalarını bulurken, bugün AB'ye karşı
gibi davranıyor. Çünkü AK Parti, AB konusunda endişelere sahip.
Bundan sonraki dönemde AB politikaları konusunda kafası son derece
karışık bir parti AK Parti. Böyle bir parti Türkiye'nin AB
projesini götürebilir mi ? Koşullar zorlarsa götürür. AK Parti AB
için attığı adımları sindiremedi ve AB'nin getirdiği politik ve
sosyal yükleri kolay sırtlayamayacağının farkına vardı ama lideri
ve etrafındakiler muhtemelen şunu da biliyorlar. AB'nin getirdiği
yükler sayesinde AKP'nin meşruiyetini ayakta tutabiliyorlar.
Dengeyi sağlayamazlarsa sıkıntıya düşerler. Ne gibi? AK Parti AB
ile ilişkilerde yönlendirici olmaktan çıkınca bir boşluk oluşmaya
başladı. Bu boşluğun içini küçük adımlarla asker de dolduruyor.
Özellikle ABD, Türkiye'de orduyla ilişki kurumaya başlıyor ki,
ABD'den gelen heyetlerin, gazetecilerin hepsi tekrar Genelkurmay
karargâhını ziyaret ediyor, askerle konuşuyor. ABD ile ordu
arasındaki ilişkiler yeniden kuruluyor. Bir de Yaşar Büyükanıt'ın
konuşması gibi, siyaset alanına bir askeri sorti yapıldığında da
bazı sorular tabii meşru hale geliyor. Demek ki birileri ipleri
gevşetti, başkaları sahaya dalmaya başladı. Ordu uzun zamandır
sizin deyiminizle bir 'beyanat disiplini' gösteriyordu. İki başlı
bir devlet görüntüsü vermekten kaçınıyordu. Ama Org. Büyükanıt
hükümetin politikalarını eleştiren bir konuşma yaptı. Kara
Kuvvetleri Komutanı hükümeti niye eleştirdi? Kara Kuvvetleri
Komutanı olan orgeneral, 2006'da yani birbuçuk yıl sonra
Genelkurmay Başkanı olacak. Bu general zaman zaman hükümetin
politikalarını eleştirmeye yatkın bir dile sahip oldu. Ama
özellikle geçen ağustosta ordu içinde tasfiyeler ve Genelkurmay
Başkanı Hilmi Özkök'ün sağladığı disiplin çok güçlü olarak çalıştı.
Son dönemde Kara Kuvvetleri Komutanı'nın tekrar konuşması, 'Irak'ta
politikamız yok' diyerek doğrudan dış politikayı ve hükümeti
eleştirmesi, 'PKK güçleniyor. Bu demokratikleşme yasalarıyla biz
bunlarla nasıl baş edeceğiz' diyerek demokratikleşme politikalarını
ve dolayısıyla AB'yi eleştirmesi, çok aşırı politik beyanatlar. Bu
askeri beyanatlar hükümet zayıfladığı ve boşluk bıraktığı için
devreye giriyor. Ayrıca İstanbul'un işgalinde İngilizlerin bastığı
bir karakolla ilgili olarak 47 yıl önce vazgeçilen şehitleri anma
töreninin 'sinsi İngilizler' lafı ön plana çıkartılarak tekrar
düzenlenmesi ve bu törene Birinci Ordu Komutanı'nın katılması,
Çanakkale Zaferi'nin sanki yeniden keşfedilmiş bir şekilde
kutlanması... Bunlar sizce neyin işaretleri? Bunların hepsi
Türkiye'de bir milli egemenlik tartışmasının başladığının işareti.
Batı karşıtı, içe kapanmacı girişimler bunlar. Batı'dan gelecek
adımların Türkiye'yi bölecek adımlar olarak algılanmasına yönelik
girişimler. Siz, hükümetin Kıbrıs yüzünden AB ile arasına mesafe
koyduğunu söylüyorsunuz. Hükümet, Kıbrıs konusunda çok cesur
adımlar atarken şimdi neden birden duraladı? Tayyip Erdoğan
Avrupa'ya küstü. 17 Aralık'tan sonra Avrupa'yı ayağa kaldırarak
Kıbrıs sorununun çözülmesi için mücadeleye devam etmesi gerekirken,
yapmadı. Erdoğan, 17 Aralık'ta Brüksel'de çıkan metinden büyük
hayal kırıklığına uğradı. Türklerin Annan Planı'nı desteklemesinden
sonra Kıbrıs'ın temel sorun olarak karşısına çıkmayacağını
varsayıyordu. 17 Aralık'taki metinde ise sadece Kıbrıs vardı.
Erdoğan endişesini sağda solda ifade ediyor. Ne diyor? 'Eğer ben
Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Gümrük Birliği haklarından yararlanmasına
onay veren Ankara Protokolü'nü imzalarsam, bu, Türkiye'nin Kıbrıs
Cumhuriyeti'ni tanıması olarak kabul edilecek. O zaman ben, sürekli
taviz veren ve karşılığında hiçbir şey almayan bir iktidar konumuna
düşeceğim' diyor. Bir de tabii, Türkiye'de çok büyük reformlar
yapıldı ama bunların hiçbiri Erdoğan'ın geldiği çevrenin ve onu
destekleyen dar çekirdeğin üniversitede tesettür ve imam-hatipler
ile ilgili haklarını düzeltmedi. Dindar kesimlerde hakkımız gasp
oldu kanaati çok yaygınlaştı. Sürekli taviz veren, kendisine hiçbir
şey alamayan bir siyasi parti olma ve imajını kaybetme kaygısı
sonucunda da Erdoğan şu anda AB ile arasına mesafe koymaya
çalışıyor. Kıbrıs'ı tanımamak için, hükümet AB üyeliğinden vazgeçer
mi? Onu yapamazlar. Avrupa Birliği ile görüşmelerin başlayacağı 3
Ekim'e bir şey kalmadı. Ekim'de Ankara Protokolü'nün Meclis'ten
geçmesi, imzalanması lazım. Erdoğan hükümeti Ankara Protokolü'nü
imzalamak zorunda kalacak. Riskler çok büyük çünkü. Ne tür riskler
var? İmzalamazsa, Türkiye'de hızla ilerleyen milliyetçilik dalgası
iyice sistemleşir. Bu, AK Parti hükümetinin toplumsal meşruiyetini
çok zayıflatır. Arkasındaki büyük toplumsal, ekonomik, merkez
destek çekilir. Bu da askerin piyasaya tekrar çıkması demektir.
Ayrıca ABD pragmatik bir güçtür. Hükümet olmazsa askerle de
işbirliği yapabilir. AKP toplama, çıkarma işlemlerine açık hale
gelir. Partiyi bölmeye, istikrarsızlık üretmeye, Erdoğan'la Gül'ün
arasını açmaya çalışırlar. Nitekim aralarında sorun olduğu
söylentileri şimdiden yayılmaya başladı. Dolayısıyla Türkiye
istikrarın olmadığı, bütün özgürlükler alanının yeniden daraldığı,
milliyetçiliğin yükseldiği bir tatsız döneme girer. Şu anda o
tatsız döneme girilmedi mi sizce? Girildi ama beterin beteri var.
AB çizgisi regülatör bir çizgidir. AB çizgisinden uzaklaşmak demek,
Türkiye'yi ve hükümeti ABD'nin her türlü manevrasına açmak
demektir. Ordunun doğrudan yine ABD'yle konuşmasına daha kolay
zemin hazırlamaktır. Ordunun iktidardaki gücünün artmasıdır. AKP,
AB desteği bulunmadan, uluslararası hukuk ve demokrasi haritasına
sahip olmadan, devletin denetimini elinde tutabilecek mi? Tutamaz.
Böyle köklü ve radikal bir değişim döneminde değil AK Parti, hiçbir
siyasi parti evrensel sistemin meşruiyetini devreye sokmadan
hareket edemez. AK Parti ise hassas noktalarından ötürü artı böyle
bir şeyi hiç taşıyamaz. Türkiye'de İslamcı-laikçi kutuplaşması hâlâ
tam bitmedi. Bunun altına bombalar konur ve AKP o zaman rejim
sorunlarıyla karşı karşıya kalır. Başbakan'ın sürekli medyayı
eleştirmesini, medyayı ispiyonculukla suçlamasını politik olarak
nasıl açıklamak gerekiyor peki? Aynı şey Erbakan döneminde de
vardı. Basın kanaat oluşturan bir güç olarak şu anda Türkiye' deki
en etkili muhalefet. Hükümetler, ülkede somut bir muhalefet
olmadığı için yeldeğirmeniyle uğraşır gibi basınla uğraşıyorlar.
Basın sütten çıkmış ak kaşık değil ama polis copunda olduğu gibi
zaman zaman giriştiği muhalefet çok haklı ve sorular sorduracak
tipte. O zaman da basın, başbakanların gözünde, özellikle de bu
dönemde Erdoğan'ın gözünde kendisiyle eşit bir siyasi aktör olarak
duruyor ve bu siyasi aktörle Başbakan kavga ediyor. Bu sadece
Başbakan'ın değil, kamuoyu kanalları gelişmemiş olan Türk
demokrasisinin de bir sorunu. İktidar partisinin etrafında oluşan
ittifakın da esnediğini yazdınız. Hangi ittifakın, nasıl esnediğini
düşünüyorsunuz? Geçmişi hatırlayalım. Silahlı Kuvvetler'de, Kara
Kuvvetleri Komutanı ve Jandarma Komutanı gibi emekliye ayrılan kimi
generaller, askerler oldu. Bir buçuk yıl öncesine kadar
Genelkurmay'la bu paşalar arasında farklılıklar oluştu. Bu paşalar,
basında kurdukları temaslar üzerinden sert çıkışlar yapmaya
kalktılar. Ülkede ciddi sorunlar çıkaracak beyanatlardı bunlar. Ama
Türkiye'deki toplumsal, ekonomik ve medyatik merkez, ordunun
içinden çıkan bu seslere karşı tavır aldı. Bu çok önemli bir
gelişmeydi. İlk kez güce yaklaşmak değil, o güce karşı olmak gibi
bir konuma geçti. Ordu içinde, siyaseti belirleme yönündeki
tartışma sivil toplum tarafından durduruldu ve meşruiyetini
kaybetti. İttifak dediğimiz işte budur. Bu ittifakta AK Partili
olmayanlar, TÜSİAD, basın ve hatta muhalefet bile vardı. Sivil ve
reformcu olanın muhafaza edilmesi, diğerlerinin ise bertaraf
edilmesi üzerine bir ittifaktı bu. Şimdi bu ittifak mı esniyor?
Evet, iki nedenle esniyor. Birincisi, AKP'li olmayan, ama onun
attığı adımları olumlu bulan kişiler bugün sorular sorar hale
geldiler. AB'den vazgeçmiş, milliyetçiliğe doğru hareket eden, eski
devletçi dili sahiplenen bir partiden insanlar uzaklaşır. Şimdi
böyle bir eğilim var. İkincisi, kamuoyu oluşturan işadamları ve
basın gibi kurumlar da hükümetle aralarına mesafe koyuyorlar.
AKP'nin üstünde oyunlar oynanacak bir parti haline geldiğini de
yazdınız geçenlerde. Nasıl oyunlar oynanacak ya da oynanıyor? Oyun
dediğimiz bir siyasi partinin parçalanmasıdır, içinden grupların
kopartılmasıdır. Erkan Mumcu'ya saygısızlık etmek istemem, böyle
yapıp yapmadığını bilemem ama istifası bu soruları sorduruyor. Ama
parti güçlü ve ne yaptığını biliyorsa kaşınacak yarası olmaz tabii.
Şimdi AK Parti'nin bir sürü yerinde yaralar oluşmaya başladı. AKP
parçalanabilir mi? Parçalanabilir. Böyle bir risk var. Parçalanmasa
bile devleti yönetemez, hükümet edemez hale düşürürler. AK
Parti'nin alternatifi de yok. 28 Şubat günlerinde vardı. Bugün ne
yapacaksınız? Seçim yapsanız gene gelir. Dolayısıyla Türkiye'de
demokrasinin tehlikeye düşmesi gibi bir ihtimal var. Bu yüzden AB
meselesi çok önemli. AB, demokrasiyi koruyucu kalkan görevini
görüyor. Toplumda ve siyasette ittifaklar besleyen bir işlev yerine
getiriyor. AB dış dinamik değildir. AB iç dinamiğin bizatihi
kendisidir. Hükümetin şu anda bunu bu şekilde okuyabildiği
kanaatinde değilim. Amerika ile çatışmak, AB çizgisinden
uzaklaşmak, genelde Batı'yla aramıza mesafe koymak anlamına mı
geliyor? Türkiye'nin şu andaki psikolojisi bu. Siyasi iktidardan
muhalefete, basından askere, biz Batı'yla kavga eder hale geldik.
Bu, sadece bir zihniyet meselesi de değil. Bu ruh hali, farklı
çıkarların ve hesapların yol açtığı ittifaklara işaret ediyor. Şu
anda İslami kesimin kimi yazarlarının, Perinçek'lerin, askerlerin,
laik Kemalistlerin Batı fobisi üstüne oluşturdukları bir
milliyetçilik ittifakına gidiliyor. İslamcı bir yazarla laik
Kemalist bir yazarın, emekli bir subayla İslami kesimden emekli bir
entelektüelin şimdi aynı dili kullanıyor olması sağlıklı bir
ittifak değil. Herkesin başka derdi var, bunlar sonra çatışacaklar.
AKP, devletin içindeki Batı karşıtı güçlerle ittifak yaparak
iktidar olabilir mi peki? AK Parti'nin bagajı, dokusu ve imajı
açısından böyle bir şansı yok. AKP milliyetçiliği ve devletçiliği
içinde taşır ama temsil etmez. O biraz sivilleşme ister.
Milliyetçiliği ondan daha iyi temsil edecekler var Türkiye'de. Bu
arada Amerika da sertleşiyor hatta nezaket çizgisini aşan tavırlar
sergiliyor. Amerika AKP'nin iktidardan devrilmesini mi istiyor?
Sanmıyorum. Şu andaki girişimleri, AKP'ye bir uyarı, istediğini
yaptırmak için onu biraz hırpalamak ve kendi çizgisine gelmeye
davet etmek olabilir. Neşe Düzel/Radikal