AK Parti kurucusundan olay erken seçim tahmini
Abone olAK Parti kurucularından Ayşe Böhürler, AK Parti'nin 1 Kasım'da oyunu yüzde 1 artırabileceğini söyleyerek, partinin düşüşünü "Sadece CV’sinde imam hatip mezunu olduğunu gördüğümüz için birini bir göreve getirdiğimiz zaman kaybetmeye başladık" sözleriyle if
AK Parti kurucu üyelerinden Ayşe Böhürler, 7 Haziran
seçimleri sonrası Ankara kulislerinde tartışılan parti içi
uyumsuzluk, değişim ve ekipler arasındaki doku uyuşmazlığı
gibi iç dinamikler üzerine kritik değerlendirmeler ve 'öz
eleştiri'ler yaptı
Böhürler, Al Jazeera'ye yaptığı açıklamada, 'AK Parti’nin kırılma
noktası'nı "Sadece CV’sinde imam hatip mezunu olduğunu gördüğümüz
için birini bir göreve getirdiğimiz zaman kaybetmeye başladık."
diye anlattı.
Böhürler AK Parti'nin 1 Kasım'da oyunu yüzde 1 artırabileceğini
söyledi.
"ALAYLILAR VE OKULLULAR ARASINDA DOKU UYUŞMAZLIĞI
VAR"
Böhürler'e göre, AK Parti’de alaylılar ve okullular diye
tanımlanabilecek kurucularla Davutoğlu’nun ekibi arasında doku
uyuşmazlığı var. Böhürler, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan
Ahmet Davutoğlu arasındaki fikir ayrılığını da şu sözlerle
anlatıyor: “Fakat liderlik tarzları farklı. Bu gerilim, bu yol
yöntem, bu yaklaşım nasıl aşılır bilmiyorum. Ama bu aşılmadan da AK
Parti yoluna çok da doğru devam edemez diye düşünüyorum.”
Başörtüsü sorununun çözümü için büyük mücadeleler vermesiyle
tanınan, AK Parti'nin kurucu üyelerinden Gazeteci Ayşe
Böhürler, aktif siyaset yapmasa da siyaseti ve Ak Parti'yi
yakından izlediğini ifade ettiği açıklamalarında, AK Parti'nin
5.Olağan Kongresi'ni değerlendirdi.
"KONGRE ÇOK HEYECANLI DEĞİLDİ"
AK Parti için kritik önemde olan 'tarihi kongre' için, Böhürler,
"Çok heyecanlı değildi. Delege olduğumuz için oyumuzu
kullanmamız gerekiyordu. Bu kongrede beklentinin ötesinde bir
değişim yaşandı. Parti’nin karar mekanizması olan yönetim kadrosu
değişti. Daha tecrübeli ve partinin siyasetinde kuruluştan beri var
olan isimler yönetime geldi. Ahmet Davutoğlu Parti’nin ve Türk
siyasi hayatının tecrübesini yansıtan isimleri parti yönetimine
koyarak parti kimliği içerisinde bir denge oluşturulmaya çalıştı
diye düşünüyorum." ifadelerini kullandı.
(...) Yalnız Sayın Davutoğlu’nun aday olma sürecinde de Binalı
Yıldırım ismi vardı ve güçlü bir isimdi. Delegelere sorulan “Hangi
adaya oy verirsiniz?” yoklamasında Binalı Yıldırım ismi de
çıkmıştı. Birdenbire çıkmış bir isim değil.
AK PARTİ 7 HAZİRAN'DA NEDEN DÜŞÜŞ YAŞADI?
(...) Ama kaybettiğimiz yerlere baktığımızda aday listelerinin
elbette önemi var. İstanbul, Türkiye’nin özeti bir şehir. Sadece
İstanbul’un demografik yapısından baktığımızda bile aday
listelerinde bir eksik görüyorsunuz. Nüfus olarak yoğun il ve
ilçelerde kendilerini temsil eden isimleri, halkın tanıdığı
isimleri koymamışız. Genç, yeni, iyi eğitimli, nitelikli belki
Türkiye’de 5-10 yıl sonra siyasette çok iyi şeyler yapacak isimler
koymuşuz. Ama halk oy verirken o isimlerin birçoğunu tanımıyor.
Buna ek olarak ‘Nasılsa alırız’ rehaveti ve aşırı güven oluştu. Bu
duygu çalışmaları etkiledi. Kendi bulunduğumuz muhitlerde bile
teşkilat çalışmalarına tanık olmadık. Kimsenin kapısı çalınmadı.
Teşkilatların çalışmaları yetersizdi. Siyaset oturarak yapılacak
bir iş değil seçmenin ayağına gitmek zorundasınız. Benim gözlemim
daha önce hiç ihmal edilmeyen birebir iletişime önem verilmedi.
Buna iktidar yorgunluğu da eklemek lazım. Sadece siyasi kadrolardan
söz etmiyorum, teşkilatların içinde de taraflar, ekipler oluşmaya
başladı. Bunlar da halkı negatif etkiledi.
"İSTANBUL'DA YÜZDE 11 OY KAYBI VAR"
Elbette yüzde 41 da az bir oy değil. Ama mesela İstanbul’da yüzde
11 oy kaybı var. Bu önemli bir şeydir. Burada hükümetin
icraatlarına bakmak lazım. Geçmiş söylemlerle arasındaki
çelişkilere, hayal kırıklığı oluşturan sebeplere bakmak lazım. Kürt
meselesindeki tutumun da bunlara etkisi var. Çünkü en çok düşüşün
yaşandığı yerler Kürt bölgeleri. Neredeyse Kürt bölgelerinde en çok
oy alan partiydik. Onların duygusal olarak kırılmalarını
sağlayacak, onları kaybetmeye sebep olacak noktalara bakmak lazım.
Bu analizleri parti de yaptırdı. Mesela gençlerin oyları az,
gençlerin oy verdiği partiler sıralamasında AK parti 3. sırada.
Genç kitleyi kaybettik. Tek bir sebep söylenemez. Ama seçmen bir
mesaj verdi: Ben hala sana güveniyorum ama gerekirse seni terk
edebilirim. O mesaj, biraz da bugünkü değişikliğe sebep oldu.
Kırgınlar oluşmuştu, belki birtakım kırgınların gönlünün alınması
söz konusu oldu ya da bu süreçte olacak. 1 Kasım seçimlerine doğru
o eski siyasi tecrübe biraz daha derleyip toparlayabilir diye
düşünüyorum. Ama tabii ki bu Kongre’nin sonucu olarak Sayın
Davutoğlu’nun liderliğinde gerçekleşecek. Bu değişim ekiplerin
buluşması, birleşmesi gibi de görülebilir.
"AK PARTİ'DEKİ ALAYLILAR VE OKULLULAR..."
Eski siyasetten gelen kurucu kadro– ki bunun içinde eski ve yeni
karışıktı - olarak ilk defa 2001’de siyasete başlamıştık. Ama
1985’ten beri siyasetin içinde olan Bülent Arınç da, DYP’den gelen
Hüseyin Çelik de, ANAP’ın eski kadrolarından Cemil Çiçek de
oradaydı. Onlardan çok şey öğrendik. Teşkilatla ilişkiler,
Türkiye’deki toplumun sosyolojisine siyasi olarak bakış, siyasi
iletişim, siyasi ilişkiler noktasında çok ders aldık. Şimdi Ahmet
Hoca’nın kadrosu ise çok iyi eğitimli. Bizim için çok iyi eğitim
diye bir kriter yoktu. Milletvekili adaylıklarında üniversite
mezunu, yüksek lisans elbette önemliydi ama illa da siyasetin
dersini görmek gerekmiyordu. Siyasette halkın nabzını tutmak,
dinlemek bunlar başka şeyler. Doğal olarak halkın isteklerini
anlarken de yorumlarken de başka bir sağduyu, birliktelik,
samimiyet de geliştirmeniz gerekiyor. Teoriler çok daha fazla yol
gösterici olmuyor. Ahmet Davutoğlu akademik gelenekten geliyordu.
Çok talebe yetiştirmişti. Bilim Sanat Vakfı, Boğaziçililer Derneği,
vb. Doğal olarak siyasete girdiğinde, o ekip de siyasette buldu
kendini. Ama bu ekip idealistti ancak halkla iç içe değildi.
Medeniyet, kültür, tarih bu konuda söyleyecek şeyleri vardı. Ama
pratikten uzaktılar. Anlatmayı ve öğretmeyi daha seviyorlardı.
Birçoğunun çalışmalarına baktığınızda günlük siyasetin dilini
küçümseyen bir yaklaşımları olduğunu da görürsünüz. Eski ekiple
yeni ekip arasında bir doku uyuşmazlığı ortaya çıktı. Ve uyuşmazlık
yer yer çatışmalara da dönüştü. Keşke o doku uyuşmazlığı bir
değere, bir sinerjiye dönüşebilseydi. Bilginin gücüyle tecrübenin
yani o halkın, toplumun sesini algılayan siyasi sağduyunun sesi
keşke bir araya gelebilseydi.
ARINÇ'IN 'BEN VE BİZ' ÇIKIŞI KİMİN İÇİNDİ?
Yani herkesin “Ben, ben değerliyim, ben önemliyim. Benim dediğim
olur” diye ortaya çıktığı bir siyasi kimlik profilini mi kast
ediyor, onu bilmiyorum. Biz daha önce bir ekiptik. Kişi siyaseti
değil, ekip siyaseti güttük. Mahalle teşkilatındaki bir görevlinin
katkısı da bir MKYK üyesinin katkısı da çok önemliydi. Bu ekip
çalışmasının hepimiz çok içindeydik ve birbirimize çok destek
olduk. Belki onu kastediyordur. Şimdi herkes siyaseti bir kişisel
ikbal, kişisel beklenti amacıyla yapıyor. Herkese sirayet eden bir
“Ben önemliyim, ben olmazsam olmaz” gibi ‘ben’ üzerinden giden bir
dil var.
“Biz daha önce bir ekiptik. Kişi siyaseti değil, ekip siyaseti
güttük. Şimdi herkes siyaseti bir kişisel ikbal, kişisel beklenti
amacıyla yapıyor. ”
"ERDOĞAN VE DAVUTOĞLU ARASINDA BİR FİKİR AYRILIĞI
VAR"
( "Yani Sayın Erdoğan ile Sayın Davutoğlu arasında bir gerilim
mi var?" sorusuna cevaben) Bence bir fikir ayrılığı var. Bunu
tabii ki herkes gibi dışarıdan bakarak söylüyorum. Çünkü
milletvekilleri listeleri yapılacak, hızla yeni bir seçime
gidiyoruz. Genel kongre kararını Sayın Davutoğlu parti yönetimiyle
birlikte aldı ama seçim öncesi de çok gerekli değildi. Davutoğlu
ekibiyle seçime giderdi zaten hepimiz de desteklerdik. Davutoğlu
orada bir iradi karar verdi.
1 Kasım seçimlerinin sonuçları Türkiye için çok önemli çünkü bir
taraftan terör bir taraftan Kürt meselesinin kendini dayattığı
sorunları var. Aslında kavgayı kişisel olarak algıladığımız zaman
meseleyi çözemiyoruz. Yani Sayın Erdoğan ve Sayın Davutoğlu’nun
yerinde başka isimler de olabilirdi. Bugün Türkiye’de bir yönetim
krizi var. 200 yıldır aynı merkeziyetçi yapıyla yönetiliyoruz. Ama
200 yıllık yönetim anlayışının değişmesinin artık kendini dayattığı
bir noktadayız. İlk defa seçilmiş bir cumhurbaşkanı var. Yönetim
erki içinde seçilmiş bir cumhurbaşkanının nasıl modellenmesi
gerektiğine ilişkin yasal bir çalışma yapılmalı ki bugün
yaşadığımız şey biraz da bu kriz. Bir yandan seçilmiş bir
cumhurbaşkanı bir taraftan da seçilmiş bir parlamento ve hükümet
var. Eski anayasanın ortaya koyduğu çerçeve yetersiz kalıyor.